14.9 C
İstanbul
17 Mayıs Cumartesi, 2025
spot_img

Emperyalizmin ‘medeniyetler çatışması’ ve Yeni Zelanda katliamı

2 Temmuz 1993 Sivas katliamını anımsıyorum. Göz göre göre gelen ve devletin sadece seyrettiği Sivas katliamında 33’ü şair, yazar, ozan ve düşünür, ikiside otel çalışanı olmak üzere 35 canımızı ateşlerde yakmışlardı.

Geriye dönüp acı dolu anılara gittim. Sanırım 3 Temmuzdu. Asım Bezirci’nin cenazesi İstanbul Şişli Camii’nden kaldırılacaktı. Cenazeye yetişmek için önce Topkapıya geldim. Kaleiçinden otobüse binip Şişli yapacaktım. Tam kaleiçinin girişinde sağlı sollu büfeler vardı. Gazete almak için bir tanesine yaklaştım. Gazeteler katliamın haberleri ile doluydu. İki gazete aldım ve “nasıl bir vahşettir bu” dedim istemsizce. İçerde gazete satan insan müsveddesi; “yaktık hepsini, koyduk ……..” dedi. Gözüm döndü. O içerde, ben dışarda. Uzaktan vursam etkili olmayacak. Tüm sevimliliğimi takınıp; “az yaklaş, sana çok özel birşey söyleyeceğim” dedim. Özel bilgiyi almak için kafasını bana doğru uzattı. İki yumruk attım ve adam büfenin içinde kayboldu. Hiç birşey olmamış gibi kalabalığa karışıp kayboldum.

O gün katliamı gerçekleştiren siyasi anlayış bugün Türkiye’de iktidardadır. Kimse bu gerçeğe kuşkuyla yaklaşmasın. O gün “yaktık hepsini, koyduk ……..” diye salyalarını akıtan zalim güruhun destekleriyle.

Bu ülke din, iman ve milliyetçilik adıyla sayısız katliam yaşadı. Maraş, Çorum, Sivas. Liste uzar da gider.

Bu öyle bir anlayıştır ki kendisi gibi düşünmeyen ve yaşamayan herkesi ölüme mahkûm eder. Ölümün ise en vahşisini karşısındakine reva görür.

Çok geriye gitmeye gerek yok. Bunun böyle olduğunu yakın dönemde İŞİD eliyle patlatılan bombalarla yapılan katliamlarda görmek mümkün.

Sadece Ankara gar katliamının mahkeme süreçlerini okuyan her akıl, katliamın arkasındaki gerçek gücü rahatlıkla görebilir. Eğer vicdanı kararmamış ve gözüne perde inmemişse.

Bugün için bilgiye ulaşmak çok kolay. Sosyal medya aracılığıyla bir düşünceye bağlı insanların olaylara bakışını rahatlıkla gözlemleyebiliyoruz. Mesela Ankara gar katliamıyla ilgili siyasal islamcı ve milliyetçi cenahın paylaşımları bugün bile hafızamızdadır. Hepsi toptan zevk çığlıkları atmışlardı.

Hatırlayın, İŞİD çetesi Suriye’de kafa kesme, diri diri yakma, kurşuna dizme görüntülerini yayınlamıştı peşpeşe. Siz hiç islamcı camianın bu vahşet görüntülerini protesto ettiğini gördünüz mü? Kaldı ki öldürülenler de müslümandı, sadece ayrı mezheplere mensuptular.

Hadi biraz daha geri gidelim. 1980 ve 90’lı yıllar başörtüsü eylemlerine tanıklık etmişti. Başörtüsü ile eğitim hakları engellenen öğrenciler ortalığı ayağa kaldırıyordu. Öyle çok da değildiler. Bildiğim kadarıyla 757 bin öğrenci içinde ancak 7 bininin böyle bir talebi vardı. O dönemde solcu gençler bu haksız uygulamaya karşı başörtüsü ile eğitim almanın engellenemeyeceğini dile getirmiş ve bu eylemlere destek vermişlerdi. Üniversitelerde eylemlerin esasını ise YÖK’e karşı eylemler belirliyordu. Başörtüsü eylemcileri solcu gençlerin kendilerine verdiği desteğe rağmen YÖK karşıtı eylemlere katılmadı. Çünkü onlar için YÖK’ün üniversiteleri özgür bilim yuvaları olmaktan çıkartan uygulamalarının hiçbir önemi yoktu.

Hasılı başörtüsü üzerinden kopartılan fırtınanın samimi olmadığını bugünden daha bir net görebiliyoruz.

Bir inanç sistemi düşünün; kendisinden başka hiçbir düşünceye yaşama hakkı tanımıyor. O inanca sahip insanların başkalarına yönelik saldırılara karşı samimi bir tepki göstermesini bekleyebilirmisiniz? Bu soruya evet yanıtını verecek olan ya art niyetlidir, ya da büyük bir yanılgı içindedir.

Neden bunları yazdım? Herkes bilsin ki islamı siyasallaştıran ve iktidar meselesine döndüren her anlayış tehlikelidir. Siyasal islamın egemenlik kurduğu ortadoğu coğrafyasına bakınca bunu net biçimde görebiliriz. Türkiye de son 17 yıldır bu girdabın tam içindedir.

Ortadoğu coğrafyası bu duruma nasıl geldi? 1960’lı yıllarda ABD merkezli devreye sokulan yeşil kuşak projesi ile siyasal islam hareketi hızla örgütlenmeye ve güç kazanmaya başladı. Amaç SSCB’nin Ortadoğu’daki olası etkinliğini kırmaktı. Ortadoğuda sosyalizm eksenli bir mücadele hattının kurulması emperyalist merkezlerin büyük korkusuydu. Sosyalizmin önüne islami hareketler çıkarıldı.

Emperyalist merkezlerin bu hamlesi başarılı oldu. 1990’da sosyalist blok çöktü. Tek kutuplu dünya dönemi başladı. Ne ki emperyalizme bir düşman gerekiyordu. Emperyalizmin ideologları devreye girdi.

Önce Japon kökenli Amerikalı siyaset bilimci Francis Fukuyama, “liberalizmin tarihin sonu olduğunu” ortaya attı. Hasılı sınıf mücadeleleri, ideolojiler falan bitmişti. Reel sosyalizmin çöküşü ile yaşanan moral bozukluğu bu saçma iddianın yayılmasına önayak oldu.

Fakat bu iddia tek başına sorunları çözmüyordu. Emperyalizme düşman gerekiyordu. Bu noktada da Harvard Üniversitesi Politik Bilimler Akademisi Profesörü olan Samuel Huntington imdada yetişti. Sosyalizmin bittiği ve emek sermaye çatışmasının sona erdiği yeni çağda çatışmanın “medeniyetler çatışması” olacağını ileri sürdü.

Bu iddialarla birlikte emperyalist güçler açısından yol epeyce düzlenmiş oldu. Düşman belirlenmişti. Yapılması gereken ise çok kolaydı. 1960’lı yıllarda kendi elleriyle doğurup besledikleri siyasal islamın örgütleri ile dünyayı oyalayabilirledi.

Öyle de oldu.

Emperyalizm medeniyetleri çatıştırarak, ezilen halkları birbirine düşmanlaştırdı. Sosyalizmi seçenek olmaktan uzun yıllar boyunca çıkardı.

Bu iğrenç siyaseti iki yüzlü biçimde yaptı. Bir örnek vereyim. Emperyalist merkezler bir tarafta Suriye’de İŞİD çetesini sözde onaylamazken diğer tarafta bu çetenin savaşta yaralanmış üyelerini aymazca tedavi etti. Hatırlayın, Ezidi bir kadının kendisine tecavüz eden bir İŞİD’liyi Almanya’da tedavi olurken görüp korku ve şaşkınlığa kapılması basında yer almıştı…

Gelelim Yeni Zelanda’da camiye yapılan saldırıya. Bu saldırı “medeniyetleri çatıştıran” emperyalizmin döktüğü kandan başka birşey değildir. Ve inanın ölenlerin müslüman ya da hristiyan olmasının sermaye açısından metelik kadar değeri yoktur. Yeter ki onların dünya egemenliği devam etsin.

Oysa bir müslüman emekçi ile hristiyan emekçinin çıkarları ortaktır. Müslüman sermayedarla hıristiyan sermayedarın çıkarlarının ortak olması gibi.

Sermayedarların azınlık olmasına rağmen dünya egemenliklerini koruyabilmeleri örgütlü olmaları ve ortak çıkarları etrafında biraraya gelebilmelerinden kaynaklanmaktadır.

Biz ezilenler ise örgütsüz olmamızın acılarını çekiyoruz. Ve birbirimizi kırmaya devam ediyoruz.

Çok yazık…

 

Son Haberler

ÇOK OKUNANLAR

ÖZGÜR BİR DÜNYA İÇİN!

KALDIRAÇ DERGİSİ'NİN ŞUBAT SAYISI ÇIKTIspot_img

DÜNYAYI İSTİYORUZ!

İŞÇİ GAZETESİ'NİN 222. SAYISI ÇIKTI!spot_img

ARTIK TELEGRAM'DAYIZ!

spot_img

Bizi takip edebilirsiniz

369BeğenenlerBeğen
851TakipçilerTakip Et
14,108TakipçilerTakip Et
1,950AboneAbone Ol