Üçüncü ittifak tartışması büyüyor. Sosyalist partilerden üçüncü bir ittifak çıkar mı? Demokrasi güçlerinin ittifakı mümkün mü? Artı Gerçek sordu sol siyasetin önde gelen isimleri yanıtladı
Derinleşen ekonomik kriz, erken seçim tartışmaları, siyasetin belirsizliği ve iktidarın tutumu toplumu iyice gerginleştirdi, Birçok insan Erdoğan’ın önümüzdeki seçimi kaybedeceğini, çok sayıda insan da Erdoğan’ın iktidarını sürdürebilmek için elinden geleni ardına koymayacağını düşünüyor. Parlamenter demokrasiye dönüş çağrısıyla AKP iktidarı üzerindeki erken seçim baskısını yoğunlaştıran siyasi muhalefet, Erdoğan ve AKP iktidarının sona geldiğine emin. Anketler de Erdoğan’a desteğin giderek azaldığını, mevcut konjonktürde yapılacak seçimlerde tek başına iktidar olmasının imkansız olduğunu söylüyor . Mevcut rejim tıkanmış hatta felç durumunda.
“Üçüncü İttifak” tartışmaları da bu koşullarda yakıcı şekilde gündeme geldi. Toplumun önemli bir kesimi Cumhur ittifakı’ndan yaka silkerken, sütten ağzı yanan, yoğurdu üfleyerek yer misali Millet İttifakı’na da temkinli yaklaşıyor. “Üçüncü İttifak” ise yeni ortaya atılmış bir durum değil, daha önce de birçok defa kamuoyunda konuşulmuş, tartışılmıştı. Artıgerçek olarak bu haftaki dosyamızda olası bir “Üçüncü İttifak”a sol, sosyalist, demokrat kesimlerin nasıl baktıklarını, ne düşündüklerini, önerilerini ve nasıl hayata geçirileceğini konuştuk.
YEŞİL SOL PARTİ EŞ SÖZCÜSÜ AYŞE ERDEM: İHTİYACIMIZ OLAN BİR TILSIM
İlk sözü Yeşil Sol Parti Eş Sözcüsü Ayşe Erdem’e veriyoruz. Erdem, eşit, özgür, barış içinde, yeşil ve demokratik bir ülkenin inşası için tüm demokrasi güçlerini birlikte mücadele hattına sokacak bir tılsıma ihtiyaç olduğunu ama o tılsımı bulamadıklarını söylüyor. Erdem, “her birimiz kendi hayal ettiğimiz o özgür dünyayı kendi önceliklerimiz ile tarif ediyor ve mücadele hattımızı onlar üzerinde kuruyoruz” derken, kimlik mücadelesini emek mücadelesini, doğanın talanına karşı ekolojik mücadeleyi verenlerin sistemin değiştirilmesinin gerekliliği konusunda ortaklaştığını ama bunun yönteminin, araçlarının üzerine ve yerine ne koyulacağı konusunda bir fikir birliğine varamadıklarını söylüyor.
‘TOPLUMSAL TEPKİLER YÜKSELİYOR’
Erdem, Türkiye’de tüm hak talebi olan kesimlerle beraber sürdürülecek bir mücadelenin, tüm demokrasi güçleri ile birlik, ittifak, eylem ve etkinlik birliği ile siyasetin toplumsallaşması, siyaset alanının genişletilmesi görevinin önlerinde durduğunu söylüyor. Erdem, toplumsal tepkilerin hissedilir ölçüde açığa çıkmaya başladığı bu süreçte erken seçim talebinin de daha geniş kesimler tarafından dillendirildiğini belirtiyor. Erdem, mevcut iktidar bloğunun karşısında ‘güçlendirilmiş parlamenter rejim’ söylemi etrafında bir araya gelen millet ittifakı bileşenlerinin ülkenin temel sorunlarının çözümüne dair önerilerindeki belirsizliğin, üçüncü bir ittifak tartışmasını gündeme getirdiğini ifade ediyor.
Erdem, bugün mevcut neoliberal politikalardan zarar gören yoksulların, kimliğinden ve inancından dolayı ötekileştirilenlerin, emekçilerin, ekoloji mücadelesi verenlerin, kadınların, tüm hak mücadelesi veren kesimlerin taleplerine karşılık olabilecek güçlü bir demokrasinin inşası etrafında bir üçüncü yolun açılmasının imkanlarının olduğunu söylüyor. Cumhur ve Millet ittifaklarının arasına sıkıştırılmış muhalefetin, cumhurbaşkanlığı hükümet sistemini değiştirmek ve çoğulcu demokratik sistemin kurulması için ilke ve yöntemlerini tartışmak, belirlemek için bir araya gelmek zorunda olunduğunu dile getiren Erdem sözlerini şöyle sürdürüyor:
“Halkların Demokratik Partisi’nin ittifak, müzakere ve mutabakata çağrı niteliğinde 11 ilkelik “Güçlü Demokrasi” nin tarifini yaptığı mutabakat metni bu demokrasi ittifakına oldukça geniş bir zemin hazırlamış bulunuyor. Demokrasi güçleri ve Türkiye solu bu değerli zemini doğru değerlendirirse bir sonraki dönemde ortak mücadele, beraber yürüme ve ortak yönetimi başarmakta önemli bir adım atılmış olacaktır. Bu aşamada yapılması gereken kendi azami ve öncelikli taleplerimizi esas alan bir iş birliği kurmak olamaz”
Erdem, bugün yapılması gerekenin bu taleplerin baskı ve şiddetle karşılaşılmadan dile getirilebileceği, herkesin talepleri etrafında siyasal ve toplumsal mücadelesini özgürce sürdürebileceği bir rejimi inşa etmek için bir araya gelmek olduğunu söylüyor. Erdem, “tek adam rejimi hiçbir ayrım gözetmeksizin ezmeye çalıştığı hak taleplerini özgürce savunabileceğimiz bir rejim için güçlerimizi bileştirmek gerek” diyor. Erdem, tılsımın önümüzdeki süreçte, tüm ezilenlerin, mücadele alanlarının, direnişlerinin birbirini eşit gördüğü, kendini öncelemeden demokratik, barış içinde bir Türkiye için beraber hareket etmelerinden doğacağını belirtiyor.
EMEK PARTİSİ GENEL BAŞKANI ERCÜMENT AKDENİZ: EKMEK VE ÖZGÜRLÜK İÇİN HALK İTTİFAKI
Emek Partisi Genel Başkanı Ercüment Akdeniz dümeninde tek parti, tek adam rejiminin olduğu Türkiye ekonomisinin, “yoksuldan al zengine ver” anlayışını zirveye çıkardığını söylüyor. Akdeniz, sistemin yıpranmış olmasına rağmen, halka dayattığı acı reçetelerden ve kemer sıkma politikalarından geri adım atmadığını, gidişatın bir yönetememe beceriksizliğinden çok bilinçli bir sermaye stratejisi olduğunu düşündüğünü ifade ediyor. Akdeniz, Dolar bazında Avrupa’nın en ucuz işçi çalıştırılan ülkesi haline gelen Türkiye’nin tablosunun da bu tespiti doğruladığını belirtiyor. Akdeniz’in sözleri şöyle,
“Faiz indirim kararları ve TL’nin değer kaybından “ucuz emek pazarlama” fırsatı çıkaran bir iktidarlar karşı karşıyayız. Öte yandan hükümetin Orta Vadeli Program ve 2022 bütçe tasarısına baktığımızda borç faiz ödemeleriyle halkın sırtına yıkılan vergi yükünün katlandığını görüyoruz. Her doğan bebek borçlu doğuyor. Yandaş şirketlerin, sermaye tekellerinin vergi borcu silinirken, halk derin yoksulluğa itiliyor. TÜİK rakamları illüzyondan ibaret, halk elbette bu rakamlara inanmıyor. Çarşıda, pazarda, manavda gerçek enflasyon yüzde 50’lerin üzerinde. Bugün işçi sınıfı ve emekçilerin ana gündemi geçim derdi. “Geçinemiyoruz” sesleri yükseliyor. Bu çerçevede partimiz “insanca yaşayacak asgari ücret, vergide adalet halk için bütçe” sloganlarıyla bir kampanya başlattı.”
‘HALK İTTİFAKI DİYORUZ’
Akdeniz, aralık ayında ve sonrasında mitinglerin, gösterilerin, protesto hareketlerinin yükseleceğini, fabrika ve işyerlerinde uzun erimli grev ve iş bırakma tartışmalarının yapıldığını söylüyor. Akdeniz, hükümet blokunun MGK kararlarına sığınarak ekonomik gidişata dair halk tepsini “güvenlik” ve “terör” kapsamına sokmak, bastırmak niyetinde olduğunu ifade ediyor. Akdeniz, millet ittifakının ve düzen muhalefetinin ise hükümeti “sandık korkusu” ile eleştirirken, “sokak korkusu” ile kitle hareketini frenleye çalıştığını, bu tutumu doğru bulmadıklarını belirtiyor. Akdeniz, ekmek, özgürlük ve demokrasi talepleri bakımından işçilerin, emekçilerin ve halkın bağımsız bir hat oluşturma zorunda olduklarını, bu hattın hem acil talepler etrafında, kitle mücadelesine örülmesi, hem de seçime doğru bir seçim platformu olarak örgütlenmesi gerektiğini söylüyor ve sözlerine şöyle devam ediyor,
“Emek Partisi bu nedenle üçüncü seçenek (halk ittifakı) çağrısı yapıyor. Ne tek adam iktidarı ne de sistemin restorasyonu diyoruz. Doğrudan halk egemenliğine ve halk için bütçe ilkesine dayanan devrimci demokratik bir çıkış yolu öneriyoruz. Emek, demokrasi, bağımsızlık, Kürt sorununda demokratik çözüm, gerçek laiklik, antiemperyalist bir dış politika için “halk iktidarı” diyoruz. Bu çerçevede uzunca bir süredir demokrasi cephesinde mücadele eden partilerle, sol, sosyalist, demokratik, ilerici güçlerle ve emek-meslek örgütleriyle bir dizi görüşme ve toplantı gerçekleştirdik, çalışmalarımız devam ediyor. EMEP, Sol Parti ve TKP olarak (zaman zaman TKH ve Halkevlerinin dahil olduğu) toplantılar şeklinde devam eden süreç, sosyalistlerin yan yana durması bakımından önemli. Fakat sadece sosyalistlerin birliği Halk İttifakı ihtiyacını oluşturmaya yetmez, çekirdek olabilir”
Akdeniz, bu temelde emek, demokrasi ve özgürlük güçlerini kapsayan en geniş ittifakın örülmesinden yana olduklarını, HDP, TİP ve diğer sol, sosyalist örgütlerle de EMEP olarak ikili görüşmelerin devam ettiğini, sendika ziyaretlerinin, halk buluşmalarının sürdüğünü söylüyor. Akdeniz, ittifak sürecinin emek işi, sabır işi olduğunu, ittifakların halka açık, halkla birlikte ve ilkeli olması gerektiğini ifade ediyor. Akdeniz, son günlerde bazı medya organlarında çıkan spekülatif haberlerin, yapıcı bir sonuca gitmekten çok üçüncü ittifakın potansiyel gücü olan hareketleri birbirine düşürmeye hizmet eden bir senaryonun enstrümanı olarak kullanıldığını söylüyor. Akdeniz, emek ve demokrasi güçlerinin, devrimci, demokrat kesimlerin bu konuda uyanık olmaları gerektiğini, üçüncü ittifakın kesin bir ihtiyaç olduğunu, üçüncü ittifaktan kimin ne anladığı, ona nasıl bir anlam yüklediği doğal olarak farklılıkların içerebileceğini söylüyor. Akdeniz, bu nedenle her bir parti ve örgüt bakımından diyalog, yapıcı tartışma ve müzakere kanallarının sonuna kadar açık tutulmasını, EMEP’in bu çizgiden taviz vermeden yoluna devam edeceğini, dar örgütsel çıkarların halkın çıkarlarının ve birlik ihtiyacının önüne geçmemesinin altını çiziyor.
SOSYALİST YENİDEN KURULUŞ PARTİSİ EŞ GENEL BAŞKANI CANAN YÜCE:
DEVRİMCİ DEMOKRAT İTTİFAK TÜRKİYE’Yİ DÖNÜŞTÜRÜR
Sosyalist Yeniden Kurtuluş Partisi (SYKP) Eş Genel Başkanı Canan Yüce, AKP-MHP bloğunun faşist bir rejimi kurumsallaştırmak için her gün yeni hamleler yaptığını, baskı ve şiddeti daha da arttırdığı gerçeğini göz önünde bulundurmak gerektiğini söylüyor. Yüce, en acil ve güncel görevin faşizmin kurumsallaşmasını durdurmak ve püskürtmek olduğunu, ancak bunun, basitçe AKP-MHP ittifakını iktidardan indirmekle sınırlı olmadığını söylüyor. Yüce’nin sözleri şöyle
“’Erdoğan’ın işi bitti, bırakalım kendi kendine gitsin’ ve ‘Erdoğan ne pahasına olursa olsun iktidarı bırakmaz’ şeklindeki iki karşıt uç görüşü bir kenara bırakırsak, saray iktidarı ve Cumhur İttifakı eliyle inşa edilmekte olan faşizmin nasıl yenileceğine ilişkin somut bir hareket planına ihtiyacımız olduğu açıktır. Ayrıca devrimci-demokrasi güçleri olarak “sandıkta görüşürüz” demagojisine kapılmayacak kadar deneyimliyiz. Hakeza, faşizm tehdidini geçici gören ve faşizmin emekçi ve ezilen kitleler ve toplumsal yaşamın tümü üzerinde nasıl bir yıkım yaratabileceğini kavramayan (tıpkı 1933 Almanya’sında sosyal demokratların ve Komünist Parti’nin yaptığı gibi) sessizce bir kenarda beklerlerse “fazla kayıp vermeden” bir süre sonra parlama sırasının kendilerine geleceğini varsayan basiretsiz siyasetçiler ise kendilerini bir sırada bulabileceklerinin farkında bile değiller”
“HDP ile ortak resme girmeme kaygısıyla davranan sol-sosyalist güçler aslında Kürtlerden ve ezilenlerden uzak durmaktadır”
Yüce, SYKP olarak tekliflerinin, katmanı ve iç içe geçmiş bir demokratik devrim anlayışı olduğunu, bu süreçten emekçiler ve ezilenler yararına bir kazanımla çıkabilmenin stratejisini ve taktiklerini geliştirmek durumunda olunması gerektiğini ifade ediyor. Yüce, bir yandan demokrasi ve devrim mücadelesinin önünü açabilmek için faşist rejimin inşasının karşısında duran tüm güçlerin, düzen partileri dahil, senkronize hareketini sağlamak için en esnek taktikleri uygularken, öte yandan emekçilerin ve ezilenlerin Üçüncü Kutbunu oluşturarak ortaya çıkan toplumsal hareketlenmeyi ve özgürlükçü dalgayı Demokratik ve Sosyal Cumhuriyete geçişin dinamosuna çevirmenin olanaklarını aramak gerektiğini söylüyor. Yüce, bunun için faşizm karşıtı mücadelenin öncülüğünü eski rejime tav olan restorasyoncu düzen güçlerine bırakılmamasını, onları sürekli daha halkçı politikalara yakınlaşmaya zorlamak gerektiğini belirtiyor. Yüce, demokrasi mücadelesinin öncülüğünü üstlenmeyi amaçlamak gerektiğini söyleyerek sözlerine şöyle devam ediyor,
“HDP’nin bir düzeyde başlattığı ve geliştirdiği ortak mücadele zemini bu birlikteliğin en önemli parçası olsa da tamamı değildir. Şu ya da bu gerekçeyle HDP dışında kalan demokratik, özgürlükçü, sol güçlerin HDP ile gerçekleştireceği Devrimci-Demokrat İttifak, yaratacağı sinerjiyle son derece etkili dönüştürücü bir güç ortaya çıkaracaktır. HDP ile ortak resme girmeme kaygısıyla davranan sol-sosyalist güçler aslında Kürtlerden ve ezilenlerden uzak durmaktadır. Ve bu güçler tutumlarında ısrar ederlerse, işçi sınıfının, halkların ve ezilenlerin ülkeyi demokratik özgürlükçü bir açılıma zorlama, hak ve özgürlükleri genişletme , demokratikleşme olanağını gerçekleştirme hususunda üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmemiş olacaklardır”
Yüce, böyle bir mücadelenin sadece sandığa endeksli bir kulvardan kazanılamayacağını, o yüzden son süreçte çokça konuşulan ittifak meselesini esas olarak bir mücadele ittifakının nasıl kurulabileceği zeminine çekmek zorunda olduklarını ve elbette bu seçim meselesini ıskalayacak bir yan yana geliş olamayacağını söylüyor. Yüce, ancak sandıktan kazanımla çıkabilmenin yolunun, işçilerin, yoksulların, Kürt halkının, kadınların, LGBTİ+ların, Alevilerin, yoksul köylülerin gerçek talepleri üzerinden yükseltilecek bir demokrasi mücadelesine bugünden girişmekle mümkün olacağını belirtiyor. Yüce, ortak mücadeleden, birlikte hareket etmekten kaçınıp sadece seçim pusulasında aynı ittifak kutusu içinde görünmeyi hedefleyen bir yaklaşımın ancak faşizmin ekmeğine yağ süreceğini ifade ediyor.
KALDIRAÇ HAREKETİ TEMSİLCİSİ HAKAN DİLMEÇ:
YAĞMA, RANT VE SAVAŞ EKONOMİSİ ÜZERİNE KURULU BİR REJİM
Kaldıraç Hareketi temsilcisi Hakan Dilmeç, öncelikle çözülüş içinde olan bir rejimden, bir devletten söz etmek gerektiğini, bunun yeni bir durum olmadığını ancak gelinen noktada çözülüşün bir çöküşe doğru evrildiğini söylüyor. Dilmeç, bu çözülüşün üç temel dinamiği olduğunu, birincisinin 90 yılların başında Sovyetler Birliğinin çözülüşü, sosyalizmin yenilgisi ile yeniden gün yüzüne çıkan emperyalistler arası paylaşım savaşı olduğunu belirtiyor. Dilmeç,
“Sosyalizm tehdidi tutkalı ile ABD hegemonyasında ortaya çıkan düzen sorgulanmaya başlanmış durumdadır. Birincisinde Ekim Devrimi ve ikincisinde Sovyetlerin zaferi ile yarım kalan paylaşım savaşları bugün bir üçüncü paylaşım savaşı olarak devrededir ve T.C Devleti bu paylaşım savaşının hem konusu hem de tetikçisi rolündedir. Uzun yıllar AB ve ABD arasında ortaklaşa sömürge olarak yer alan Türkiye, aynı zamanda hangi emperyalist gücün elinde kalacak çatışmasını yaşamaktadır. Çözülüş dinamiklerinden biri budur” derken, ikincisinin Kürt halkının direnişi olduğunu, üçüncüsünün ise Gezi Direnişinde kendini güçlü bir şekilde ortaya koyan Batı’daki işçilerin, kadınların, öğrencilerin, doğasını yaşamını savunanların, halkların direnişi olduğunu belirtiyor. Dilmeç sözlerini şöyle devam ediyor,
“Yağma, rant ve savaş ekonomisi üzerine kurulu, bir çeteler koalisyonu olarak ortaya çıkan ve bizim Saray Rejimi olarak adlandırdığımız bu rejim, biraz önce anlatmaya çalıştığım çözülüşe karşı egemenlerin, elbette emperyalist merkezlerin onayı ile ortaya çıkardığı olağanüstü bir organizasyondur. Ancak çözülüşe bir derman olamadığı ortadadır. Bu tabloya, 2008 krizinde kendini ortaya koyan ve pandemi ile derinleşen kapitalist-emperyalist sistemin dünya çapındaki ekonomik, siyasal ve ideolojik krizini eklemek gerekir”
BİRLEŞİK EMEK CEPHESİ
Dilmeç, işte böylesi zeminde, Türkiye’de olacağı düşünülen bir seçim üzerinden ittifak tartışmalarının yürütülmekte olduğunu, “Bizce, güçlendirilmiş Sarayı’nda, güçlendirilmiş parlamenter sisteminde çıkış noktası devletin kurtarılması, çözülüşün durdurulmasıdır” diyor. Dilmeç, aradaki farkı önemsizleştirmemekle birlikte, Cumhur ve Millet ittifakının da bu ülkenin işçi-emekçileri, halkları lehine gerçek bir programlarının olmadığını belirtiyor. Dilmeç, aslında bir “üçüncü yolun, ittifakın aslında işçi-emekçilerin, başta Kürt halkı olmak üzere halkların, kadınların, gençlerin, doğasını yaşamını savunanların velhasıl tüm ezilenlerin, ortak hareketini örgütlemenin mümkün ve gerekli olduğu kendiliğinden açığa çıktığını söylüyor. Dilmeç, bu yolu rakamla açıklamak gerekirse ikinci yol demenin daha uygun düştüğünü, işçi sınıfının merkezinde durduğu ve tüm direniş odaklarının ortak mücadelesini yürüten bir Birleşik Emek Cephesi olduğunu söylüyor. Dilmeç, bu seçeneğin bu topraklarda yaşayan, emeği ile tüm zenginleri yaratan milyonların tek kurtuluş seçeneği olduğunu, bunun bir seçim ittifakı olmadığını, mücadele ve işçi sınıfının iktidarı için bir ittifak olduğunu ifade ediyor. Dilmeç, sözlerini şöyle bitiriyor,
“Bugün kimi dostlara çok gerçekçi gelmese de en gerçekçi ve olanaklı yoldur. Yapılacağına dair tartışmalar yürütülen seçimlerde ancak böylesi bir mücadele içinde gelişen cephenin, ittifakın somut tartışacağı bir konu olabilir. Biz bu yolu geliştirecek her arayışı, “ittifak” tartışmalarını takip ediyor, mücadele dinamiklerini ve siyasal güçlerle birlikte hareket etmeye devam ediyoruz”
PARTİZAN TEMSİLCİSİ TOĞAY OKAY: TÜRK TİPİ BAŞKANLIK REJİMİ AĞIR SONUÇLARA YOL AÇTI
Partizan temsilcisi Toğay Okay, işçi sınıfının ve geniş emekçi kitlelerin, Kürtlerin, Alevilerin, kadın, genç ve LGBTİ+ların, kısaca tüm ezilenlerin, AKP-MHP blokunun yaşama geçirdiği politikaların ağır etkilerini yaşadığı bir süreçten geçildiğini söylüyor. Okay, “Türk Tipi Başkanlık Rejimi”nin çok ağır sonuçlarıyla karşı karşıya olunduğunu, ezilen emekçi kitlelerin, açlık-sefalet ve zam üçgeni içinde öfke ve tepkilerinin artık kabına sığmadığını, AKP-MHP eliyle fiili olarak sürdürülen OHAL’e rağmen sokağa çıktığını, tepkisini ortaya koyduğu bir noktada olunduğunu belirtiliyor. Okay, sözlerini şöyle sürdürüyor,
“Bu sürecin kimi çıkışlar, dönemsel geri çekilmeler ve sıçramalarla ama istikrarlı bir şekilde ileriye doğru yol alacağı çok açık. Krizin siyasi sorumluluğu esas olarak AKP/Cumhur İttifakının olsa da gerçek yaratıcıları, ülkenin yeraltı ve yer üstü kaynaklarını ve sınıfın emek gücünü gasp eden farklı kliklerden egemen sınıflardır. Krizin öncelikli olarak AKP-MHP blokundan öte varlığını emekçilerin emeğini gasp etmek, Kürtleri ve Alevileri; kadın ve LGBTİ+ları yok saymak üzerine inşa eden ceberut sistemin krizi olduğu görülmelidir. Bugün iktidar cenahında yaşanan kavga, ‘Millet İttifakı’nın son dönemde, “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” söylem ve çıkışları, sistemin bekasını korumak, varlığını sürdürmek adına rol kapma, kaptan köşküne oturma kavgasıdır. Ezilenler açısından, mevcut rejimle aynı karaktere sahip, ancak yönetsel anlamda kimi farklılıklar içeren “Parlamenter Sistem”in bir alternatif olarak sunulması yanlıştır”
SOL CENAHTA BİR HAREKETLENME SÖZ KONUSU
Okay, AKP iktidarının yönetemez hale geldiğini, siyasi tansiyonun giderek daha fazla ısındığı gelişmelere paralel “sol” cenahta da bir hareketlenme söz konusu olduğunu söylüyor. Okay, “sol” kavramının içinin başta CHP olmak üzere çok sayıda ulusalcı, sosyal şoven parti, çevre tarafından boşaltılmış bir halde olduğunu, “sol” adına, Kürt, Ermeni, Rum, kadın ve LGBTİ+ düşmanlığı yapılmakta olduğunu ifade ediyor. Okay şöyle devam ediyor.
“Bizim açımızdan “sol”da olmanın nirengi noktası; coğrafyamızda, geniş ezilen emekçi kitlelerin ve Kürt halkının mevcut düzene yönelik devrimci- demokratik mücadelesine karşı sokaktaki fiili duruşta, emperyalizme ve onunla iş tutan sermayeye yönelik tavırda saklıdır. “Cumhur İttifakı” ile “Millet İttifakı”nı bir madalyonun iki yüzü olarak görüyoruz. Her ikisinin de temel karakteri ve çıkışı, müesses nizamın en güçlü şekilde varlığını sürdürmesine yöneliktir. Politikamızın çıkış noktasını, AKP-MHP karşıtlığı üzerinden tanımlamıyoruz. Aksine, eşitlik, özgürlük, bağımsızlık ve halk demokrasisi adına, kitlelerin fiili meşru mücadelesini esas alan bir politik hattı benimsiyoruz. Seçimleri, parlamentoyu da bu kapsamdaki taktik süreçler olarak görüyoruz. “Millet İttifakı” dışında kalan ancak onunla dirsek teması içindeki kimi ilerici, “sol” partilerin de parçası olduğu ittifak çalışmalarının, CHP’nin siyasi çizgisine angaje olan ve özellikle de HDP şahsında Kürt halkının ulusal demokratik talepleriyle arasına kalın çizgiler çeken bir politik nitelik taşıdığını görüyoruz”
Okay, HDP ve HDK’nin, Kürt halkının olmadığı bir ittifakın adına ne denirse densin sosyal şoven bir niteliğe sahip olacağının açık olduğunu söylüyor.