Egemen, “iç cepheyi” güçlendirmekten söz ediyor. Saray, hep bir ağızdan savaş nakaratını söylüyor. İçeride ve dışarıda savaş politikası, Saray Rejimi’nin temel politikası olarak yaşamın her alanına siniyor, egemen kılınmaya çalışılıyor.
Saldırıyorlar, yetmiyor.
CHP eli ile, “sol”u ve kitleleri kontrol altına almaya çalışıyorlar, her bir hamleleri, iki günlük ömrü olan canlılar gibi hızla çöküyor.
Saray Rejimi, devlet, gerçek yüzünü giderek daha açık bir hâlde ortaya koyuyor, yüzleri maske tutmuyor, maskeler tek tek düşüyor.
Seçimi bekleyin, diyorlardı. Ama kendileri seçimleri çalıyor, seçim sonuçlarını tanımıyor. Saray Rejimi’nin yaptığı hiçbir seçim meşru değildir. Seçimi bekleyin, sesinizi çıkartmayın, evde durun, ışık açıp kapatın diyenler, şimdi kayyum uygulamaları ile “şaşırmış” gibi yapıyorlar. CHP, nasıl Saray Rejimi’nin ortağı olduğunu ortaya koymuştur. Hepsinin maskesi düşmektedir.
Bir yandan da sürekli yeni baskı yasaları çıkartıyorlar. Etki Ajanlığı Yasası, bugün geri çekilmiş olsa da yarın devreye sokulacaktır. Dahası, zaten uygulanmaktadır. Bekçilere sokakta fiilî arama yetkisi vermeleri, yeni saldırı planlarının içindedir.
Artık Saray Rejimi, tam bir halk düşmanı, tam bir işçi düşmanı olarak çıplak hâldedir.
Evet, işçi sınıfı cephesi, tüm gücü ile, örgütlü bir güç olarak, iç cephenin diğer tarafında, bir dev gibi varlığını göstermekten çok uzaktır. İşçi sınıfı örgütsüz, siyasal bilinçten yoksun, siyasetten uzak durmaya çalışan, kendi sendikalarına bile sahip olmayan bir durumdadır. Yani, örgütsüzdür.
Ama işçi sınıfının örgütsüzlüğüne rağmen, sınıf savaşımı tüm gerçekliği ile devam ediyor. İşçiler, kira yükü altında eziliyorlar. İşçiler açlıkla karşı karşıyadır ve çoğunlukla pazarlardan atık sebze ve meyve toplamaktadırlar. İşçiler, son derece ucuz bir biçimde çalıştırılıyorlar. İşçilerin çalışma koşulları daha da kötüye gidiyor. İşçiler daha uzun süre çalışmak zorunda kalıyorlar. İşçiler işyerlerinde, işyeri cinayetlerine kurban gidiyorlar. İşçiler sağlık ve eğitim hizmetlerinden yararlanamıyorlar. Ve en çok vergiyi ödeyen, soyulan, haraca bağlanan, borçlandırılan da onlardır.
Sınıf savaşımı, tüm çıplaklığı ile devam ediyor. Kapitalistlerin, işverenlerin artan sömürüsü, baskı ve şiddetle birleşiyor ve işçi sınıfı nefes alamaz duruma itiliyor.
Ve elbette işçi sınıfının bu duruma karşı tepkisi, örgütsüz de olsa, kendiliğinden de olsa gelişmektedir, gelişmek zorundadır.
Gezi Direnişi’nden bu yana, toplumun her kesiminde bir direniş sürmektedir. Öğrenciler, gençler, kadınlar, işçiler, köylüler, tüm emekçiler, sisteme, Saray Rejimi’ne karşı bir direnişi, parça parça da olsa sürdürmektedirler.
Sendikalar, artık doğrudan sendika mafyasının denetimindedir ve işçilerin en küçük bir ekonomik hakkını dahi savunmamaktadırlar. Sendikalar, işçileri denetim altında tutmak için, devlet görevlileri olarak davranmaktadırlar.
Artık işçilerin haklarını savunmak için, işçi sınıfının en önemli silahı olan grev, sendikaların gündeminde hiçbir biçimde yoktur.
İşçisiz sendika olur mu? İşte var.
Grevsiz sendika olur mu? İşte var.
Grevsiz toplu sözleşme olur mu? İşte var.
Tüm bu duruma rağmen, ülkenin her alanında, direniş sürmektedir. Evet, direnişler örgütsüzdür, kendiliğinden karakterdedir. İşçiler, bıçak kemiğe dayanınca, ancak o zaman harekete geçmektedirler.
Buna rağmen, bu direnişlerin tümü, biz devrimci işçiler için, biz devrimci sosyalistler için çok önemlidir.
Her direniş, her eylem, öğrenmek, hazırlanmak, pasif durmaktan kurtulmak, seyirci olmaya son vermek demektir. Her eylem, her direniş, güzelleşmek, insanlaşmak, kendini işçi sınıfının mücadelesinin bir parçası olarak hissetmeye başlamak demektir.
Her eylem öğreticidir.
Devrim, devrimci mücadele, baş öğreticidir.
Ankara’da Çayırhan Termik Santrali’nde işçiler, işi bırakarak, yerin altına indi ve madeni işgal ettiler.
Evet, işçiler buna işgal demiyor olabilirler. Ama yerin altına inmek ve madenden çıkmamak bir çeşit işgaldir. Kasım 2024’ün 19. günü, işçiler işi bırakmıştır.
İş bırakma nedeni madenin özelleştirilmesidir. Maden özelleştirilince, işçiler tüm yaşamlarını değiştirmek zorunda kalacaklar, evlerini, işlerini kaybedeceklerdir. Bu koşullarda işçiler, gelişmiş bir örgütlülüğün sonucu olarak değil, gelmekte olan saldırıyı durdurmak için eyleme geçmişlerdir.
Şimdi, işçilerin öğrenme zamanıdır.
İşçilerle birlikte, bu direnişe gönül veren herkes de öğrenmektedir, öğrenecektir.
İşçilere, “kalbim seninle, gönlüm sizinle” demek yeterli değildir. Evet, önemlidir. Ama yeterli değildir. İşçiler için değil, sizin için de yeterli değildir. Çünkü “kalbim seninle” çok uzak bir selâmdır. Kalbini de yanına alıp, işçilerin direnişine gitmek, onlara bir somun ekmek götürüp onlarla birlikte yemek, onlarla bir gece olsun gecelemek, onları dinlemek, onların anlattıklarını basının karanlığında yaşayan insanlara anlatmak, her insanım diyenin yapabileceği bir şeydir ve bunu yapınca, siz de daha iyi olacaksınız, siz de öğreneceksiniz, siz de kendinize olan uzaklığınızı kıracaksınız.
Maden işçileri, evet kendileri için direniyorlar, ama sadece kendileri için direnmiyorlar.
İster kadın direnişi olsun, ister gençlerin direnişi olsun, ister madencinin direnişi olsun, ister Polonez işçilerinin direnişi olsun, ister Migros işçisinin direnişi olsun, ister bankalarda çalışan işçilerin direnişi olsun, ister Artvin’deki ekoloji direnişi olsun, her direniş kıymetlidir, önemlidir, öğretmendir, nefes almanın yoludur.
Ne yapmalı, sorusu burada bir kere daha gündeme gelmektedir.
Yanıt açıktır:
1- Her direnişi aktif, eylemli biçimde desteklemek gerekir.
2- Her direnişle yakınlaşmak, dayanışma içinde olmak gerekir.
3- Her direnişi yaymak, direnenleri desteklemek gerekir.
Tüm bunlar, işçi sınıfının daha da örgütlü ve kararlı hâle gelmesi ile bağlıdır.
Örgüt gelecektir.
Örgüt özgürlüktür.
İşçi sınıfı, en başta siyasal olarak örgütlenmek zorundadır. Bu nedenle, işçiler, devrimci sosyalistlerle ilişkiye geçmelidirler.
İşçiler, her eylemde yeniden ve yeniden, direnişi yaymayı düşünmek zorundadırlar. Bir genel direniş, bir genel grev örgütlemek zorundadırlar.
Bugüne kadar sendikalar, özelleştirmeye karşı ciddi hiçbir eylem yapmamışlardır. Demek ki sendikaları beklemek artık anlamlı değildir. Sendikaları doğru tutum almaya zorlamanın yolu, örgütlenmektir.
İşçi sınıfı, direnişi yaymak, direnişi topyekȗn bir direnişe çevirmek, direnişi düzgün ve kararlı bir biçimde sürdürmek için, birleşik emek cephesinde örgütlenmelidir.
Samimi olmak gerekir. Başka çıkış yolu yoktur. Bunu, birleşik emek cephesini örmeyi, bugün gerçekleştirmek gerekir, geleceğe bırakmadan, bugünden işe koyulmak gerekir.
Burada bir iç savaş hukuku uygulanmaktadır. Bu savaş hâli, egemenin “iç cepheyi güçlendirmek” planlarının da temelidir.
Öyle ise, işçi sınıfının de kendi cephesini örgütlemesi, mücadeleye örgütlü olarak girmesi gerekir.
Egemen, Saray Rejimi, işçi sınıfının, kadınların, gençlerin direnişinden korkmaktadır. Tek tek işçilerden, tek tek kadınlardan, tek tek öğrencilerden korkmuyorlar. Korktukları şey direniştir, kolektif eylemdir. Çünkü iktidarlarını yıkacak olan da budur.
İşçiler, Saray Rejimi’nin seçimle yıkılmayacağını biliyorlar. İşçiler, bildiklerini ortaya koymalıdırlar. Artık mesele, tüm saldırılara karşı, egemene karşı, Saray Rejimi’ne karşı, topyekȗn bir örgütlü direniş örgütlemektir. Gelin, birleşik emek cephesini hep birlikte örelim.
İşçi sınıfı, kendini siyasal bir güç olarak, bir sınıf olarak mücadele sahnesinde ortaya koymak zorundadır. İşçi sınıfı, toplumsal mücadelenin en önemli gücüdür ve buna uygun davranmasının yolu, örgütlenmesinden geçmektedir.
Haydi, birleşik emek cephesini örelim!
Haydi, Birleşik Emek Cephesi ile direnişi büyütmeye!