Bundan 8 yıl önce, Diyarbakır’da çalıştığı inşaatta vince bağlı bir halat kopması sonucu Duran Baysal ölümsüzleşti. 2016 yılından bu yana sorumlular hala yargılanmadı. Yoldaşları, Duran Baysal nezdinde tüm iş cinayetlerinde hayatını kaybetmiş kişileri mücadelelerinde yaşatmaya devam ediyor.
“Duran Baysal ölümsüzdür”
İşçi Birlikleri Sendikası ve Kaldıraç Hareketi’nin Kadıköy’de düzenlediği etkinlikte Dev-Yapı İş’ten Şahin Uçar ve Kaldıraç Hareketi’nden Avukat Semra Demir konuşma yaptı. Saygı duruşuyla başlayan etkinlikte ilk olarak Şahin Uçar söz aldı.
3 Mart’ın tarihsel anlamıyla söze başlayan Uçar, 1992’de Zonguldak’ta gerçekleşen işçi katliamını ve ‘İş Cinayetlerine Karşı Mücadele Günü’nün ortaya çıkışını şu sözlerle anlattı:
“Yer Zonguldak, tarih 3 Mart 1992… Ülke tarihinin o güne dek yaşanmış en büyük işçi cinayeti bu tarihte yaşandı. Türkiye Taşkömürü Kurumu’na (TTK) bağlı Zonguldak Kozlu işletmesinde yaşanan grizu patlamasında 263 maden işçisi hayatını kaybetti.
22 yıl sonra, 13 Mayıs 2014’te sadece ülke tarihinin değil, dünya madencilik tarihinin en büyük cinayetine tanık olacaktık. Devletin resmi verileriyle 301 maden işçisi Soma’da göz göre göre gelen katliamda yaşamını yitirecekti.
Türkiye Mühendis ve Mimarlar Odalar Birliği (TMMOB), Kozlu’da yaşanan bu katliamın ardından iş cinayetlerine dikkat çekebilmek için, 3 Mart tarihini ‘İş Cinayetlerine Karşı Mücadele Günü’ olarak ilan etti…”
Bir inşaat işçisi: Duran Baysal
Daha sonra Kaldıraç dergisi ve İşçi Gazetesi’nin aktif emekçilerinden olan Duran Baysal hakkında konuşan Uçar konuşmasında pandemi sürecinde yine iş cinayetinde kaybettiğimiz Hasan Oğuz’u da andı: “Duran Baysal, aynı zamanda inşaat işkolundaki başlıca iki mücadeleci sendikamız olan İnşaat-İş ve Dev Yapı İş’in de aktif emekçisi… Burada anmak istiyorum; Duran gibi emektar, onun gibi inançlı ve kararlı bir devrimci işçi Hasan Oğuz’u da selamlıyorum. İnşaat İş’in kuruluşunda yer alan, daha sonra Dev Yapı İş sendikamızın Avrupa yakası temsilcisi olan Hasan yoldaşımızı da 13 Nisan 2020 tarihinde çalıştığı İstanbul Galataport şantiyesinde yitirdik.
Bu vesileyle, Duran ve Hasan yoldaşlarımız nezdinde iş cinayetlerinde yaşamını yitiren tüm işçi kardeşlerimizi saygıyla anıyoruz; bu köhnemiş sömürü düzeni yıkma kararlılığımızı bir kez daha vurguluyoruz.”
“Neden kaza değil, iş cinayeti?”
Son dönemde yaşan İliç katliamına da değinen Uçar, neden bu yaşananlara kaza denilmesi gerektiğine değindi: “Bir olaya “kaza” diyebilmek için, önceden öngörülememiş ve planlanmamış olması gerekir. Bu tanım, iş kazaları da dahil tüm kaza türleri için geçerlidir. Ülkemizde yaşanmış ve işçilerin hayatlarını kaybettikleri olaylara baktığımızda ise, bunların neredeyse tümünün öngörülememiş nedenlerden gerçekleşmediği, büyük çoğunluğunun da göz göre göre yaşandığı alenen ortada…
Hala resmi açıklamayla 9 işçinin toprak altında olduğu İliç’e yaşanan katliam yeterince açık bir örnek -ki sadece işçileri öldürmekle kalmadılar, etkisi zamanla daha fazla açığa çıkacak büyük bir doğa katliamına da imza attılar. Kim buna ‘kaza’, ‘kader’ diyebilir… Diyenler bizzat asli katillerdir.”
“Sessiz işçi soykırımı”
İşçi Sağlığı ve Güvenliği Meclisi (İSİG)’in de verilerinden faydalanan Uçar, her 2 ayda bir Soma’da ölen işçi kadar işçinin sessizce öldürüldüğünden bahsetti: “İSİG’in geçtiğimiz yıl sonu raporuna göre; 2023’te en az 1932 işçi yaşamını yitirirken, AKP’nin iktidara geldiği Kasım 2002 tarihinden bugüne -2024 Ocak ayı dahil- iş cinayetlerinde hayatını kaybedenlerin sayısı ise en az 32 bin 636’ya ulaştı.
Türkiye bu ölüm verileriyle, dünya sıralamasında en fazla işçi ölümlerinin yaşandığı ilk üç ülkenin içerisinde, Avrupa’da ise birinci sırada yer alıyor.”
“Özellikle 2000’li yıllardan başlayan; 2002’de Ak Parti’nin başa getirilmesiyle hız kazanan ‘neoliberal’ politikalar, çalışma yaşamının, -Özal’lı yıllar ve sonrasındaki hükümetlerden geriye kalan- tüm yerleşik yapısını da yok etti.
Uluslararası tekeller ve onlarla iç-içe olan ‘yerli’ sermayenin bir dediğini ikiletmeyen, ülke ekonomisini yağma-rant ve savaş politikaları üzerine inşa eden AKP/Saray Rejimi, ülke tarihinin en emek düşmanı hükümeti olarak; işçilerin ve halkların düşmanı olarak haklı bir ün kazandı!
Özelleştirme, taşeronlaştırma, sendikasızlaştırma, esnek istihdam biçimleriyle iş güvencesinden ve denetimden muaf bir çalışma yaşamı hakim kılındı. İşçiler her yerde düşük ücret, ağır çalışma koşulları, kayıt dışı çalışmayla karşı karşıya kaldılar.”
“Peki ne yapılmalı?”
Konuşmasının sonunda da ne yapılmasına dair fikirlerini belirten Uçar, konuşmasını mücadeleyi büyütme çağrısıyla sonlandırdı: “İşçi sağlığı ve güvenliği; çalışanların sağlığına zarar verebilecek hususların önceden belirlenerek gereken önlemlerin alınması, iş kazası geçirmeden, meslek hastalıklarına yakalanmadan, sağlıklı ve güvenli bir ortamda çalışmalarının sağlanması, çalışanların ruhsal ve bedensel bütünlüğünün korunması esasına dayanmalıdır.
Yürürlükteki 6331 sayılı “İş Sağlığı ve Güvenliği” kanunu ise, bu alandaki sorunların çözümüne değil biçimine dair bazı düzenlemelerle sınırlıdır. Yürürlüğe girmiş ancak iş cinayetleri hız kesmemiştir.
Denetimsizlik, İSG çalışanlarını işverene tabi kılan istihdam biçimi, ‘kaza’ halinde, sorumlu tutulacak kişilerin yine aynı işyerinde ücretli olarak çalıştırılan mühendisler-amirler olması, caydırıcı ceza olmaması ve işin asıl sahibinin sorumluluğunu ortadan kaldıran düzenlemeler iş cinayetlerine açık davetiye niteliğindedir.”
“İş cinayeti raporlarına baktığımızda, ölümlerin yüzde 98’i örgütsüz, sendikasız, kuralsız çalışmanın egemen olduğu işkollarında, işyerlerinde yaşanıyor. Yani, işçiler olarak sadece ekmeğimiz için değil, ölmemek için de örgütlenmeye ihtiyacımız var.”
“Oto boyacı, tornacı, garson olarak çalıştı”
Daha sonra söz alan Semra Demir ise sözlerine Duran’ın hikayeleriyle başladı: “Asimilasyona uğramış, yozlaşmış bir kültürün olduğu bir köyde doğdu. Yoksulluk nedeniyle çok küçük yaşlarda çalışmaya başladı. Dergiye yazdığı mektubunda 13 yaşından beri çalıştığını söylüyor. Ülkedeki çok sayıdaki çocuk işçi gibi ağır çalışma koşulları bulunan bir işyerinde ustabaşının hakaret ve küfürlerine maruz kalarak çalışıyordu. Oto boyacı, tornacı, garson olarak çalıştı.
Emeğiyle yaşamını kurmak için durmadan çalıştı. Garson olarak çalıştığı işyeri müdürünün değişmesiyle alevi olduğu için işten çıkarılınca Ankara’ya gelerek inşaat firmalarında çalışma başladı.
Çok uzun yıllar inşaat işçisi olarak çalıştı. Uğradığı haksızlıklar, insana yaraşmayan yaşam koşulları nedeniyle örgütlü mücadeleye katıldı.”
“İnşaat-İş Sendikası’nın kuruluşuna katıldı”
“Son olarak inşaat iş kolundaki inşaat-iş sendikasının kuruluşuna katıldı, ilk üyelerinden oldu. Heyecanla sendika tüzüğünü incelememizi istiyordu.
Biz Duran’ı mütevaziliği, samimiyeti, adanmışlığı, emektarlığı, sınıf kinini, haksızlığa olan öfkesiyle hatırlıyoruz.
Yolda bir arkadaşı ile karşılaşıp onun arkadaşının evini taşımaya gidecek samimiyetle davranışlarından biliyoruz. Bu hikâyeyi de Duran için yaptığımız anmada gelip eşyaları taşınan arkadaşla öğrendik.
Adanmışlıkla her işe koşan, derneğin boyasından, barikata, gazete satışına kadar her işe canla başla koşan halinden biliyoruz.
Bulunduğu her yerde sömürüye, ezilmişliğe son vermek için mücadele edendi Duran. Onu kaybettiğimizde köyüne gidince her yerin yazılamalarla dolu olduğunu gördük. 2015 seçimlerindeki çalışmalarını Tokat’a, köyüne HDP yazılamaları yaptığını biliyoruz.
Barikatın en önünde öfkeyle gülerek savaşından biliyoruz.
Gülmediğini görmediğimiz bir an pek hafızalarımızda yok.
Gülerek kavgaya giren, neşesini hiç eksik etmeyen, öfkesini hiç azaltmayan, çokça dostu, arkadaşı olan, herkesin hayatına bir yerlerden dokunan haliyle hatırlıyoruz.
Elinde fotoğraf makinesi ile emekçileri, çocukları çekti.”
“Onu bizden kapitalizm gibi çürümüş bir halat aldı”
Daha sonra Diyarbakır’a gidiş sürecini ve orada iş cinayetinde katledilişini anlatan Demir, mahkeme sürecine dair de detaylar verdi: “Duran, serüvenciydi, Sur, Cizre’deki hendek süreçlerini merak ettiği için Diyarbakır’daki işi kabul edip poşusuyla fotoğraf çekmeye koştu. Hem direnişteyiz’e haber gönderecek hem oraları izleyecekti.
Onu bizden kapitalizm gibi çürümüş bir halat aldı.
Diyarbakır’da çalıştığı cami inşaatındaki vince bağlı bir halat koptu. 2016 yılından bu yana sorumluların yargılanması için çabalıyoruz. Savcılık tarafından yürütülen soruşturmanın tamamlanması tam tamına 3 yıl sürdü. Tüm soruşturma sürecinde bizim takip edebildiğimiz kadarıyla 4 savcı değişti.
Soruşturma aşamasında önce bilirkişiye başvuruldu. İş güvenliği uzmanı bilirkişi tarafından düzenlenen raporda; “olayın bir iş kazası olarak tehlikeli hareket ve davranış sonucu oluştuğu, asıl işveren olan Karakoç Grup firmasının iş güvenliği alanında yeterli denetim yapmadığından %10 tali kusurlu olduğu, Doğan Cephe Yapı Elemanları Ltd. Şti’nin iş güvenliği alanında faaliyet yürütülmediği, işçi sağlığı ve güvenliği tedbirleri alınmadığı gerekçesiyle %60 asli kusurlu olduğu, Duran Baysal’ın usta işçi sayılmalarına rağmen hareketli yükün altında bulunarak can güvenliğini tehlikeye attığından %20 tali kusurlu olduğu belirtildi.
Rapora yapılan itiraz üzerine alınan ikinci raporda, Karakoç Grup isimli şirketin müdürü Ekrem Karakoç, alt işverenlerden TE Proje Tasarım Mimarlık Danışmanlık Şirketi müdürü Erdem Şencan, bir diğer alt işveren Doğan Cephe Yapı Elemanları Ltd. Şti’nin müdürlerinden Şahin Doğan ve Duran’ın iş arkadaşının asli kusurlu, Duran’ın ise tali kusurlu olduğu ifade edilmiştir. Bu rapor üzerine düzenlenen iddianame ile Diyarbakır 10. Asliye Ceza Mahkemesi’nin E.2020/169 sayılı dosyasında kayıtlı dava açıldı.
Mahkeme süreci başladı
Davanın ilk duruşmasında işçi cinayetlerinin, işverenler yönünden taksirli bir davranışla gerçekleşmediği, bilerek, öngörerek işçilerin ölmesinden korkmadan hareket edildiği, işçi sağlığı ve güvenliği önlemlerinin alınmadığı; kişinin, suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen, fiili işlemesi olan olası kastın söz konusu olduğu ve görevsizlik kararı verilerek dosyanın Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderilmesi talep edildi.
Mahkeme talebi daha sonra değerlendirmeye karar verdi ve dosya üzerinde 3. bilirkişi incelemesi yaptırılmasına karar verdi. Bu karar üzerine alınan raporda da işverenlerin hiçbir işçi sağlığı ve güvenliği önlemini almadığı, eğitim ve koruyucu ekipman vermediği tespit edilerek asli kusurlu olduğu, Duran’ın ise yaşça erişkin, akli melekeleri yerinde olan, yaptığı işte yaşanabilecek kazaları öngörebilecek deneyime sahip olduğu ve dikkatli olmadığından tali kusurlu olduğu söylenmiş.
Raporun, asıl işveren olan sanıkların muhtemel neticeleri göze aldıklarını, bilerek, isteyerek hareket ettiklerini ortaya koyduğu, ülkede yaşanan işçi cinayetlerinin her geçen gün arttığı da belirtilerek eylemlerin olası kast olduğu, bunun kabul edilmez ise kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi hali olan bilinçli taksirin varlığından söz edileceğini ifade ettik. Aynı zamanda kapsam olarak Ağır Ceza Mahkemesinin görevli olduğunu belirterek yeniden görevsizlik kararı verilmesini istedik.
Mahkeme ise ihmallerin süreklilik arz etmediği, uyarılara rağmen tehlikeli çalışma yönteminin sürdürüldüğüne ilişkin bir durumun olmadığı belirtilerek görevsizlik talebi reddedildi.
Bu arada dinlenen tüm işveren/sanıklar suçu birbirine ve işçilere atmaktan çekinmedi. Her biri alt işverene işi devrettiğini, işçi sağlığı ve güvenliği önlemlerini almanın bir diğerine ait olduğunu ileri sürdü. En son ise Duran’ın iş arkadaşı ile yapılan usulsüz bir protokol gerekçe gösterilerek alt işveren olduğu, asıl sorumlunun da yine bir işçi olduğu söylenmeye devam ediliyor.
Üçüncü duruşmada SGK tarafından hazırlanan iş kazası dosyasının istenmesine karar verildi. Ayrıca Doğan Cephe isimli şirketin birden fazla müdürü olduğu belirtilerek onların da davaya dahil edilmesi istendi. 4. duruşmada Duran ile tüm işverenler arasındaki yazışmaları gösterir whatsapp kayıtları dosyaya sunuldu, Doğan Cephe isimli şirketin müdürleri hakkında suç duyurusunda bulunulması istendi. Mahkeme, Doğan Cephe’nin müdürlerinin bilgilerini istenmesine karar verdi. 5. duruşmada yazılan bu müzekkerelerin yanlış olduğu fark edilerek yeniden yazılması istendi. 6. duruşmada şirketin yetkilileri olduğu tespit edilen kişiler hakkında Cumhuriyet Başsavcılığı’na müzekkere yazılmasına karar verildi.
11 Mart’ta görülecek duruşmada savcının mütalaa vermesini, bir sonraki duruşmanın son duruşma olmasını bekliyoruz.”
“Kavgamızda yaşamaya devam edecek”
Son olarak iş cinayetlerine son vermek için örgütlenmeyi ve mücadeleyi yükseltmemiz gerektiğini vurgulayan Demir, sözlerini Bekir Kilerci’nin sözleriyle bitirdi.
“Bir işçi çocuğu olarak doğdum,
bir işçi olarak yaşadım
ve sınıfımın savaşçısı olarak öleceğim…”
Duran Baysal mezarı başında anıldı
Ölümsüzlüğünün 8. yıldönümünde Tokat Günevi Köyü’nde anılan Duran için şu sözler söylendi: “Sömürü ve zulüm düzenine karşı öfkeyle dolu, barikatların önünde kavga ederken; gezdiği bir yerin en güzel fotoğraflarını çekmeye çalışırken; yoldaşları ve dostlarına tüm içtenliğiyle gözleri parlayarak bakarken hatırlıyoruz onu.”
İzmir ve Ankara’da sokakta anıldı
İzmir Çiğli’de basın açıklaması gerçekleştirilirken, Kızılay’da afişleri asılan Duran için Tuzluçayır’da da pankart asıldı. “8 yıl önce işçi cinayetinde yitirdiğimiz canımız, yoldaşımız, ortağımız Duran Baysal kavgamızda yaşıyor! İşçi cinayetlerini örgütlenerek durduracağız! İşçilerin kâr uğruna ölmediği, sömürülmediği bir dünya kuracağız!” denildi.