Her konuda büyük bir yalanla, büyük bir zalimlikle karşı karşıyayız. Dilim döndüğünce sıralıyayım.
1) Haber: Gece gündüz tüm kanalların deprem haberi yaptığı büyük bir yalan. Tüm kanallar kameraların konulduğu yerlerden, canlı çıkarılan birkaç kişiyi (ki bu tabii ki güzel bir şey) haber yaparak, halkın öfkesini yumuşatmaya çalışıyor. Oysa en az 40 saat hiçbir kurtarma çalışması yapılmadı ve en az 5 bin küsür bina enkazının altında yaklaşık yüz bin civarında çıkarılmayı bekleyen, canlı veya cansız beden var.
2) Yardım: Deprem bölgesine yapılan müthiş bir yardımın olduğu da doğru değil. Çünkü yapılan yardımlar bölgeye ulaşmıyor, kameraların konduğu yerler dışında doğru düzgün yardım alınamıyor. Pek çok kurumun, siyasi partinin, belediyenin ve vakfın yardımı da eğer Ahbap değilse (onun özelliği nedir bilen yok) bölgeye sokulmuyor hatta akıbeti belirsiz şekilde el konuluyor.
3) Madenciler: Bölgeye pek çok madenci sevk edildi deniliyor ki bu da doğru değil. En az 5 bin yıkılmış binanın olduğu bir bölgede her enkaza 3 madenci göndersen, 15.000 madenci gerekiyor. Giden madenci sayısı ise sadece yüzlerle ifade ediliyor. Bunu maden işçileri kendileri söylüyor.
4) Barınma: Bölgeye şu kadar çadır bu kadar battaniye vb. sevk edildiği söyleniyor. Halbuki ne konteyner var ne çadır. Halk hala sokaklarda sabahlıyor.
5) Gıda: bir kamyonun yanaşıp simit ekmek dağıtması (o da bulursan) gıda yardımı diye yutturuluyor. Oysa şimdiye kadar çoktan, büyük sahra mutfaklar kurulmalı, halka sıcak yemek sağlanmalıydı. Bırakın sıcak gıdayı, pek çok yerde su bile yok.
6) Temizlik: Depremle birlikte tüm kanalizasyon sistemi de çöker. Yaşayan insanların sabun su ve seyyar tuvalet ihtiyaçları oluşur. Bununla ilgili hiçbir çalışma yok. Ne temiz su ne seyyar tuvaletler ne de başka bir şey ortada yok.
7) Siyaset: Konunun siyasete karıştırılmaması gerektiği de doğru değil. Aksine konu tamamen siyasidir. Birincisi; iktidarın deprem sonrası tüm söylemleri ve eylemleri siyasidir. İkincisi; depremin bu denli yıkıcı olmasının tek müsebbibi deprem öncesi uygulanan siyasettir. Üçüncüsü; tüm engellemeler, halkı yalnız ve kaderine terk etmeler, giden yardımları engellemeler siyasidir. Bunun da siyasi sonuçları olması ve siyasal yanıtlarının olması zorunludur.
8) Birlik olma zamanı: İktidar kendine benzeyen muhalefetle, öyle bir afet karşısında “birlik olmalıyız” diyor. Depremin büyük bir deprem olduğu gerçektir, ancak sonuçlarının bu denli büyük bir yıkım olmasına neden olan da devlettir. İşte bu devletle, bu iktidarla birlik olun demektir bu. Yani bu, suçlularla birlikte olup, onların suçunu gizlemek demektir. Aksine kendimizi onlardan ayıracağız. Biz halkla birlik olacağız. Halkın yanında olan siyasi veya değil, tüm kurum ve kişilerle birlik olacağız. Onlarla ise asla birlik olmayacağız. Halkın yanında, onlarınsa karşılarında duracağız.
9) Yardım kurumları: Bir kez daha anlaşılmıştır ki AFAD ve Kızılay gibi kurumlar yardım kurumu değil, İçişleri’ne bağlı olarak, bir iç savaş örgütü gibi halka karşı dizayn edilmiştir. Bu hem öz olarak böyledir hem de biçim olarak. Tamamen siyasi olarak dizayn edilen bu kurumların, bölgeye etnik ve inanç durumuna göre müdahalesinden tutun da yıkıntılarda tekbir getirip, slogan atmalarına kadar böyledir. Rejimin AFAD dışında bölgeye kimseyi sokmaması ise halka yapılan yardımın devlet eliyle önlenmesi değildir de nedir? (Tabii ki bir düzen gereklidir. Tabii ki sahtekarları engellemek önemlidir. Ama kendisi sahada yardımcı olarak bulunmayan bir kurumun bu işi adaletli yapacağına kimseyi inandıramazsınız. Üstelik yaptığınız işleri sonuçları ortadayken. İşin bir başka tuhaf yönü ise bazı vakıfların hem depremin ilk saatinden beri nakdi yardım toplamak için hiçbir izne tabi olmaması ve “sadece bize veya AFAD’a yardım verin” demesi, bu bazı vakıfların ve yardım kuruluşlarının da (vakıf görünümlü tarikatlar) devletle şaibeli ve girift ilişkileri olduğunu göstermektedir. Oysa hatırlayınız, deprem öncesinde Aziz Nesin Vakfı’nın yardım toplama yetkisi olmasına rağmen tüm topladığı parasına, proje bazlı yardım topladığı ve bunun iznini almadığı için el konulmuştu. İBB’nin pandemi sürecindeki yardımları da böyle engellenmişti.
10) Sermaye: Sermaye milyarlarca doları varken, yüz bin, yüz milyon gibi (o da reklam amaçlı) kimi gurup için günlük geliri kadar bağışları, bize yardım diye yutturmaya çalışıyorlar. Gerçek yardım ise halkın elindeki 100 liranın 50 lirasını göndermesidir. Burada Cengiz’in, Ahbap’a iğrenç bir şekilde, pazarlıkla yaptığı bağış, silinen vergi borcunun yanında devede kulaktır. Ne yapılırsa yapılsın, kim yaparsa yapsın kimse Cengiz’i bize sevimli gösteremez. Cengiz, elindeki kiri bir yardım yaptı diye halkın kanıyla silemez. Bu işe bilerek veya bilmeyerek vesile olanlar için de bir soru olarak hep duracaktır.
11) Yağma: Yağmacı, tekelci kapitalistin bizzat kendisidir. Karnını doyurmak için yiyeceği ve suyu, hijyen için sabunu, bebek için bezi, tekellerin marketlerinden parasız almak yağma değildir. Aksine bu marketler, tekelci karlarından ve direk ve dolaylı artı değer sömürülerinden ötürü, kendileri bizzat yağmacıdır. Eğer küçük bir bakkal işletmesinden de halk ihtiyacını karşılamışsa, o bakkalın veya büfenin zararı, toplanan yardımlardan tazmin edilmelidir. Tekelci marketler ise zaten halkın olmalıdır.
Halkın yıkılan binalarının enkazlarından, gıda ve ısınma harici alınan her şey ise yağmadır. Bölgede bulunan halk tarafından cezalandırılmalıdır.
12) Arama-Kurtarma: Depremin ancak 4. günü arama-kurtarma görevlilerinin 100 bini bulduğu resmi kaynaklardan dile getirildi. Bu doğru olsa bile, 100 bin kişilik personel, insan kurtaramaz. Onlara sadece enkaz kaldırtabilirler. Kaldı ki bu yüz bin personelin ne kadarı kazıcı, kırıcı kurtarıcı kaçı lojistik belli değil. Bölgede en az yüz bin kurtarma ekibine, 300 bin kişi de lojistik vb. ihtiyacı vardır.
Biliyoruz ki pek çok enkaza ise yeterli iş makinası ve ekipman olmadığı için halkın kendisi hatta sivil gönüllü kurtarma ekipleri, farklı ülkelerin ekipleri müdahale edemediler. 4 gün boyunca binlerce insan kurtarılmayı bekledi.
13) Sağlık: Sağlık ise başka bir fiyasko alanıdır. 9-11 büyüklüğünde depremlere dayanıklı olması gereken hastanelerin, kibrit çöpünden maketler gibi dağılmasının yanı sıra, enkaz başlarında sağlıkçı bile olmadığı biliniyor. Hastaneler sağlıkçılara mezar oldu. Bu kurtulanların ihtiyaç duyacağı acil tedaviyi yerelde almalarının da olanağını yok etti. Enkazdan canlı çıkartılan pek çok insan, deprem eğitimli doktor ve sağlıkçı eksikliği nedeniyle, yanlış müdahalelerden dolayı, crush sendromu vb. nedenlerle hayatını kaybetti. Depremin 4. günü biterken, bırakın 10 şehir için en az 20-30 sahra hastanesi kurulmasını doğru dürüst sıhhiye çadırı bile yoktur.
14) OHAL: OHAL kararı deprem karşısında etkin bir organizasyon yapmayı değil, aksine halka karşı giriştikleri bu zulüm uygulamalarına karşı, halkın isyanını önlemek için alınmıştır. Zaten deprem olduktan şu saate kadar teyakkuzda olan askeri gücü kurtarma operasyonları yerine halka müdahale etmek için kullanacaklarına hiç şüphe yoktur.
Halka karşı olduklarını göstermek için OHAL’de yapıp da normalde yapamadıkları bir şey yoktur. O zaman OHAL niye?
Sistem yalan üretmeye devam ediyor. Yağmacı da talancı da bizzat kendileridir. Dün gibi bugün de zalimdir. Zalimlikte geçmiş yüzyıldan bugüne kadar, bir milim geride değildir.