Bir sosyo-ekonomik sistemde, bir toplumda, o andaki egemen bilinç egemen sınıfın bilincidir, o andaki egemen kültür, egemen sınıfın kültürüdür. Elbette ki o toplumda, verili bir anda, farklı bilinçler ve farklı kültürler vardır. Ama nihayetinde bunlardan biri egemendir. İşte bu, egemenin kültürü ya da bilincidir.
Toplumsal bilinç, aslında, bizim karşımıza bir maddi güç, bir nesnel varlık olarak çıkar. Yani, ona toplumsal bilinç derken, “bilinç” denmesi nedeni ile, onu, öznenin bilinci anlamında bir bilinç olarak algılamamak gerekir. Zaten bu nedenle, özellikle vurgulanır, insanın kendi düşüncesi dışındaki her şey, maddi varlıktır. Bir duygu ve düşüncenin, tüm öznellikleri ile, kâğıda dökülmesi, maddileşmesi de demektir. Kişi, yazdıklarını, bir süre sonra okuduğunda, onlardan da etkilenir, daha az ya da daha çok. Söyledikleriniz de böyledir, daha az kalıcı olsalar da. Bu nedenle, seslere dökülmüş düşünceler, bazan size, “senin söylediğini kendi kulağın duyuyor mu” şeklinde sorular sorulmasına olanak verebilmektedir. Siz dinlerken de, aynı süreç, bu sefer karşı taraf adına işler. Birinde iki kulak etkindir, diğerinde bir dil. Belki bu nedenle derler ki, bir kere konuş, iki kere dinle.
Konumuza dönersek, demek ki, bir toplumda, belli bir tarihsel anda var olan ortalama kültür, egemenin kültürüdür. Velev ki, o toplumda bir altüst oluş, bazılarının adını duymaktan korktuğu bir ayaklanma gerçekleşmiyor olsun. Bir ayaklanma hâlinde, bu egemen kültür de yerle bir edilmek üzere meydanın orta yerine getiriliyor demektir.
Bu egemen kültür, egemenin baskısı, şiddeti, ideolojik aygıtları, basını, okulu, camisi vb. toplumsal kültür hâline sokulur. Egemen, yönetebilmek için buna ihtiyaç duyar. Sadece baskı ve cop, sadece hapishane ve işkence, sadece yargı sistemi ve jandarma, yönetmek için yeterli olmaz. Bir de kör inançlar, alışkanlıklar, gelenekler, hurafeler, boş inançların devreye sokulması gerekir. Bu arada ise, eğitim sistemi ile bir form yaratılır ve bu formun dışına çıkanlar, deli, uyumsuz vb. ilan edilir. Toplum bu durumu, bu değerleri kabul etti mi, işte size, coptan daha sert bir “maddi” güç. Egemen, bunlara dayanarak da yönetir.
Kapitalist toplumda meta, yani mal, her alana siner. Her ilişkisi, bir al-sat ilişkisine, bir meta ilişkisine döner. Meta her gün kapitalist mülkiyet ilişkileri altında alanını genişletir ve derinleştirir. Genişletir, en ücra kırsal alanlarda bile değer sistemi, para ve onun gerekleri devreye girer. Derinleştirir, çünkü her gün, metaları alanları, tüketim toplumunun bireyleri hâline sokar ve onların değer sistemlerini yıkar. Mutluluk, daha çok alışverişte aranır, yanındakinden farkın kullandığın ürünün markasından gelir, herkes birbiri ile rekabet eder hâldedir. Bir cep telefonu için, gece yarısından başlayarak kuyruğa giren insanlar, artık bu meta ilişkileri ile yön bulan insanlardır. Kendini daha şanslı hissetmek, 12,5 dolara üretilen bir ürünü 1000 dolara alırken ortaya çıkan akılsızca, salakça durumu örtecek şekilde, bir başkasından erken o ürüne sahip olmak demektir. Acaba kim kime sahiptir, siz mi ona sahipsiniz, yoksa o mu size sahip? Son model cep telefonunu kaybetme korkusu, bir AVM’de çocuğunu kaybetme korkusundan daha baskın olabilir mi?
Belki de bu yüzden, her yıl on binlerce çocuğun kaçırıldığı/kaybolduğu bir ülkede, çocuk kaçırma, organ kaçakçılığı haberleri, hiç gündeme gelmez, ne tweetlenir, ne haberlerde çıkar.
Egemenin ideolojisi, toplumun ortak düşüncesi hâline geliyor. Böyle olunca, egemen kültür, diğer tüm kültürel öğeleri bastırıyor.
Bu sadece, örneğin, bilim alanında işlemiyor. Mesela dünyada uzay istasyonları faaliyetleri ile öne çıkan ülkelere nispet eder tarzda, milliyetçi bir tutumla, gökbilimin “üstadı” bir Selçuklu dönemi insanını, “suya vuran gökyüzü görüntülerini, ayın şavkı altında inceleyen ilk Türk” diye öne çıkartmak gibi. Bu, bilimde, komedinin ne kadar gerekli olduğunu da gösteren bir örnektir. Buna gülenlere, şunu hatırlatmalıyız; iki Türk, Almanya’da Biontech aşısını buldular denildiğinde Türklük damarları kabaranlar, sonra, bu aşının Covid aşısı olmadığı, hiçbir biçimde bağışıklığa olanak vermediği, başka bir işe yarasa bile bu işe yaramadığı ortaya çıkınca, asla damarlarındaki kabarmayı söndürmediler. Öyle gereklidir, yalan ya da doğru, bir Türk dünyaya bedeldir.
Bu, bilimde sınırlı kalan bir hâl değildir. Egemenin bilincinin egemen bilinç hâline gelmesi, okulda, sırada, ninnide, yalanda, dinde vb. de işliyor. Bu işleme otomatik mekanizmalarla da gitmiyor. Otomatik mekanizmalar, egemenin egemenliğinin sağladığı olanaklar demek olsa da, egemen, bunun için her gün, daha etkili, daha özel bir ideolojik karartma uyguluyor.
Bu nedenle, mesela bir satılmış gazeteciler, kiralık veya satılmış aydınlar grubu, her gün, bir yol bulup, egemenin istediğini topluma doğru ve gerçek diye sunmak için çalışıyor. Onlara sorun, “alınterlerinin karşılığını, o yüklü dolarlarla almasalar, bu iş hiç çekilmez” diye iç çekeceklerdir. Ama ne iç çekiş, sanırsınız ki, bir miadı dolmuş varlık, bir canavar, haz için, sanki çimenmiş gibi halkın üzerine sırt üstü yatarak, keyifle çürümüş yerlerinin kaşınmasını onlara, yani bu satılmış/kiralık aydınlara borçlu gibi. Oysa bir gün sıra, bu miadı geçmiş varlığın, bu canavarın ayaklarının altını kaşımak da gerektiğinde, o zaman, işin sırrının kendi “alınterleri” ile yazdıkları yalanlarda olmadığını anlayacaklar.
Her hizmetçi, egemene hizmet ederken, egemen memnun oldu mu diye kontrol eder. Bunlar da. Ve her hizmetçi, hizmetinden memnun efendinin, kendisi olmadan artık yaşayamaz olduğunu, kendisinin hizmetlerine muhtaç olduğunu düşünür. Hizmet alanı ne kadar onursuzca ise, bu düşünce o kadar derin olur. Onun için bunlara, özel hizmet denir. Bunu yapanlara da “özel hizmetli” denir. Yaşı 30’un üzerinde olanlar (kadın ya da erkek), İstanbul’da Karaköy’ün “genelev”i ile meşhur olduğu dönemleri bilirler. Genelevler “halk” içindir, efendiler için “özel hizmetli”ler (kadın veya erkek) vardır. Ve biliniyor, sadece bugün Saray için değil, her zaman, her dönem egemen adına yönetenler için, “özel hizmetli amirliği” vardır. İsmi nedir bu kurumun bilemiyorum. Belki de her dönem değişmektedir. İşte bizim sözünü ettiğimiz, kendini egemene satmış veya kiralamış bu aydınlar, tam olarak, “karanlık özel hizmetli”dirler.
Okuyucu affetsin, bu “karanlık özel hizmetli”yi anlatabilmek için, onun yanında tertemiz bir alan olarak ele alınabilecek olan “genelev”lerden söz etmek zorunda kaldım.
Şimdi artık elimizde “karanlık özel hizmetli” var. İşte, efendilerine hizmet eden bu “karanlık özel hizmetli”lerin, hangi kurumda olurlarsa olsunlar, kendilerinin, hizmetleri nedeni ile, efendileri gözünde vazgeçilmez olduklarını düşünmeleri, oldukça olağandır.
Bir rejim ne kadar olağanüstü rejim ise, bu “karanlık özel hizmetliler”in hem sayısı artar hem de hizmetleri olağanüstü ölçüde olağanlaşır.
Bir makale ya da bir konuda halkı uyutacak bir “ninni” söylemelerinin kıymeti, çok ama çok kıymetli hâle gelir. Bu olağanüstü kıymetli hizmetleri, elbette, olağanüstü paralarla, olağanüstü bütçelerle karşılanır. Bu da onların “karanlık özel hizmetli” olmalarının anlamını çok ama çok yükseltir.
Bunlara hakaret edemezsiniz. Zira efendileri onlara o kadar hakaret etmektedir ki, “olağanüstü dolarlar almayacak” olsalar, bu hakaretler çekilir değildir. Hem para kutsaldır hem de “vatan için yaptıkları bu fedakârlık.”
Kaldı ki, siz bunlara hakaret etmek isterseniz ve onları mesela bir hayvana benzetseniz, inanın o hayvana büyük haksızlık yapmış olursunuz. Mesela onları bir meslek grubuna benzetseniz, mesela hırsız gibi, bu mesleği düzgünce yapanlara büyük haksızlık yapmış olursunuz. Mesela bunlara “saray soytarısı” derseniz, eğer sarayın farkını anlatmazsanız, tarihteki tüm saray soytarılarını üzmüş olursunuz. Bu nedenle, izin verin onlara, “özel hizmetli” ya da “karanlık özel hizmetli” diyelim.
Nasıl ki, egemenin ideolojisi, toplumda egemen ideoloji hâline geliyorsa, aynı biçimde, egemenin tüm çürüme ve kokuşmuşluğu da, toplumsal çürüme ve kokuşmuşluk hâline geliyor.
Bu özel hizmetlileri dinleyerek, onların yazdıklarını okuyarak, siz de öylesine kirlenmeye başlıyorsunuz ki, bir süre sonra, onların düşünceleri ve davranışları normal hâline geliyor.
Hırsızlık, bizim “modern saray”ımızın temel karakteristik özelliklerinden biridir. Bu nedenle, hırsızlık, tüm toplumu, egemenden başlayarak sarmış ve sarmalamıştır. “Çalıyor ama çalışıyor” atasözümüz hâline gelmektedir. “Karanlık özel hizmetliler” güruhu, bu hırsızlığı, olağan şey hâline getirmişlerdir.
Hırsızlık sadece bir örnektir. Bir AK Parti mitinginde, bu gerçekten yaşanmış bir olaydır, cüzdanı çalınan bir kişi, “hırsız var” diye bağırınca, adam akıllı dayak yemiş, neyse ki kendini tanıyanlar sayesinde ölümden kurtulmuştur. Bu trajikomik olay, aslında, hırsızlığın, nasıl bir çürüme hâline gelmiş olduğunu da anlatır herhâlde.
Egemenin egemenlik tarzı, bir süre sonra, kendini kopyalar ve “paste” yaparak, her alana yapıştırır.
Saray’daki ilişkiler mesela, kendini, toplumsal hayatın her alanında “egemen” hâle getirmektedir.
Mesela muhalefet denilen, en son “6’lı masa” denilen (6 kişilik pişti olsa, 6’lı pişti diyeceğiz ama) muhalefet, Saray’ı her alanda kopyalamaktadır. Mesela her bir siyasi parti, birer AK Parti kopyasıdır. Mesela Kılıçdaroğlu, sanki Erdoğan âşığı gibi, ona benzemek için çok uğraşmaktadır. Sanki, benim neyim eksik der gibidir. “Tek adam rejiminden” söz ediyor. Ama kendisi onun kopyasıdır. Din tüccarlığından söz ediyor, kendisi onun kopyasıdır. Allahtan “teke adam rejimi” demiyor, yoksa tekenin kopyası, bir felaket olurdu.
Artık, her siyasi parti, yok hükmünde, çürüyerek, AK Parti’ye benzemektedir. Tüm siyasi arenayı doldurmuş liderler, her biri, az da olsa Erdoğan kadar hırsızlık yapmak istiyor. Tüm belediyeler, hep birlikte, AK Parti belediyeleri olmaya can atmaktadır.
Saray Rejimi, çürümüş burjuva egemenliği sürdürebilmek için organize edilmiştir. Efendiler, bir sömürge ülke olan Türkiye’de, kendileri için olağanüstü bir rejim organize etmişlerdir. Emperyalist efendiler, kendi çürümüşlüklerini de bu rejime enjekte etmişlerdir. Başka yolu yoktur, çürümüş varlıklar, kendine bağlı varlıkları da çürümüş hâle getirirler. Biden’a bak, Erdoğan’ı al hesabı. Ve burjuva muhalefet de buna benzemektedir.
Kılıçdaroğlu, “ben yüzde 48 aldım, başarılıyım” diye oturup kalkıp bunu söylemektedir. Gerçekten de buna inanması hâlini, çürüme dışında nasıl açıklayabilirsiniz. Ve şimdi CHP kadroları, tıpkı Erdoğan’ı her koşulda savunmak için tepinen özel hizmetliler gibi, Kılıçdaroğlu’nun zaferini açıklamak için tepinmektedirler. Denklem şudur: Kılıçdaroğlu kazanmıştır, ama Erdoğan kaybetmemiştir.
Sizce bunu savunanlar, buna inanmak için, ne ölçüde çürümüş olmalıdır?
Demek ki, muhalefeti anlatmak daha faydalı.
İktidar, çürümenin ana odağıdır. Ama egemenin her kurumu çürümeden payını almaktadır. Bu öyle bir çürümedir ki, Saray’ın hesabına iş yapan muhalefet, bu çürümeyi örtmek için, kendi çürümüşlüğünü tüm yönleri ile, ölçüsüzce ortaya koymak zorunda kalıyor.
Bir iktisat profesörü, “zamlar, haraçlar, vergiler” artıyor, çünkü maaşları ödemeleri gerekiyor, diyor. Ona sorsanız, o “eleştirmekte”, “muhalefet” yapmaktadır. Sizin muhalefetinizi sevsinler diyemeyeceğiz, sizin aklınızın çürümesini sevemeyeceğiz. Bu çürümedir. Çürüme, acaba, söz konusu olan insan olunca, akıldan arınmak, düşünce sistemlerini kaybetmek olarak tarif edilebilir mi? Bay profesör, anladık, bir şey söylemen gerekiyor, iyi ama, zaten ha bire para basan bir MB var. Daha fazlasını basar ve maaşları öder. Evet bu para basma, ekonomiyi düzeltmez. İyi ama, kimin ekonomisini düzeltmez? Para babalarınınkini mi, holdinglerinin ekonomisini mi, uluslararası sermayenin ekonomisini mi, kimin ekonomisini düzeltmez? Enflasyon, kime dokunur, mesela zenginlere mi? Doların artışı, dolar milyarderlerini mi olumsuz etkiler? Bay profesör, sizi böyle konuşturan, özel hizmetli olmanız mı, özel hizmetlilere duyduğunuz saygı mı? Yoksa, gerçeklerden mi korkuyorsunuz? Savaş ekonomisi nerede? Unuttunuz mu? Bunca askerî faaliyetin ucuz olmadığını, bunun parasının vergilerden, haraçlardan çıkması gereğini mi unuttunuz? Bir insanın cinsel ilişki için karşı cinsten birine para vermesi, karşı cinsten olanın geçimini sağlaması için değildir, çürümedir. Hem o parayı alanı, o hâle getirmiş bir toplum vardır ve başka yolla geçimini sağlamasının yolları yok edilmiş, meta-zoru, şiddetle birleşerek devreye sokulmuş demektir hem de parayı veren için de bu bir çürümedir, çünkü cinsel ilişki hayvanî seviyenin altına indirilmiştir. Ancak çürümüş bir toplumda bu “zevk” olarak sunulabilir. Bir insanın köle edinmesi de böyledir. Devlet, Saray Rejimi, vergileri, haraçları, emekçilerin, memurların maaşlarını ödemek için artırmaz, tersine, onların maaşlarını artırmış gibi yapıp onları susturmak üzere akıllarını bulandırır, ama haraçları, vergileri, savaş da dâhil, özel bütçeler için artırır, bu haraç ve vergiler, kapitalistlere aktarılır. Bunun çok çeşitli yolları vardır. Deprem vergilerinden, işsizlik sigortası vb. fonlardan da mı bunu öğrenmediniz?
Görüldüğü gibi, muhalefet, iktidarı savunmak için vardır. Saray Rejimi’nde burjuva muhalefet, Saray’ın emrinde, özel hizmetli grubunun içindedir. Kılıçdaroğlu’nun, Abdülkadir Selvi’den farkı, sadece çalışma alanlarıdır, onun dışında ikisi de özel hizmetlidir.
Akbelen’de, Limak Holding, ağaç kesmektedir. Yangınlar çıktığında bir yıl önce, o kargaşa içinde de Limak, bu ağaç kesme işine soyunmuştu. Yani yeni değil. Bunca zaman “beşli çete” diye sözler söyleyen Kılıçdaroğlu, seçim sonrasında (seçim zaferi sonrasında mı demeliyiz) Akbelen’i ziyaret etmiştir. İlgiye değer bir ziyarettir. Çünkü onca yalandan, seçimlerde ortaya konan “travmatik” hâlden (travma Kılıçdaroğlu’nun kullandığı sözdür) sonra, Akbelen gibi bir doğa katliamı alanına gitmek az iş değil diye düşünür insan. Bu nedenle ilgiye değerdir. 10 kişilik bir grup ile gitmiştir. Demek ki, CHP’de insan kıtlığı vardır. Ve orada kime konuşmuş ise onlara, “biz arkanızdayız” demiştir. Yere yatırılmış ağaçlar, artık cansızdır ve kütük, tomruk gibi adlarla anılırlar. Kılıçdaroğlu iyice bakabilseydi, insanların arkasında, kütükler, cansız ağaçlar olduğunu görürdü. Arkanızdayız derken, Kılıçdaroğlu, bir kütük bile değildir. Direnişçilerin önündeki barikatın bir parçasıdır. Öyle gitmiştir oraya. Görevlidir ve Limak Holding, ona ücret vermelidir. Öyle ya, neden oraya mesela 100 bin CHP’li ile gitmemiştir. Hazır seçim sonuçları ortada iken, hazır “kazandım” diye düşünüyorken, neden doğa katliamının bu bölümüne son vermek üzere, oraya insan seli hâlinde gitmemiştir?
Çürüme budur.
Kılıçdaroğlu, oraya görevli olarak gitmiştir. “Sen git, şunların bir gazını al, bitti bitecek zaten” emrini almış gibi oraya gitmiştir.
Doğrusu, oradaki halktan da, hak ettiği ilginin bir bölümünü görmüştür. Saray Rejimi’nin politikaları ile yüz yüze kalıp direnişe geçenler, gelenin Saray adına geldiğini anlamak konusunda bir adım ilerlemiş olduklarını göstermişlerdir.
Değil mi, halk nedense bir travma yaşamıştır, umutsuzluğa kapılmıştır (Nedense, çünkü Kılıçdaroğlu’na göre o başarılıdır. Kazanacağız, bakın bu son seçim, ya herro ya merro, ya demokrasi ya diktatörlük vb. diyen kendisi değilmiş gibi, kazanmıştır), madem bu umutsuzluğa yer yok, buyur, sen umutsuzluk içinden direniş çıkartan halkın yanında ol ve oraya 100 bin kişi ile git. Böylece umutsuzluğu yenmek için adım atmış olursun.
Çürüme budur işte.
Saray’ın yanında dururken, halka kendini sevdirmen artık mümkün değildir. Ve dahası sen bunu fark edecek hâlde de değilsin. Çürüme hâli, başka bir boyuta geçme hâlidir. Mesela kimisi mesih oluyor, kimisi bu durumda peygamber, kimisi eşi benzeri bulunmaz bir çekicilik elde ediyor, kimisi “seçilmiş” kişilerden biri hissediyor kendini, kimisi kendini dünya lideri sanıyor, kimisi de kendini muhalefet lideri. Çürüme hâlinde gerçek, önemini kaybediyor olabilir mi? Gerçek anlamda gerçek, olduğu yerde duruyor, ama egemen için o başka bir anlam ifade ediyor. Onun “gerçeği” farklıdır. Kimisi Saray’da gerçeklikten kopuyor, kimisi elinde kukla olduğu efendilerinin yanında gerçeklikten kopuyor.
Kılıçdaroğlu, halka, “arkanızdayız” diyor. Oysa seni, bir kere önümüzde görmek isterdik tutumunu görünce, bunlar “terörist”tir diyen devlet aklı devreye giriyor. Kılıçdaroğlu, tez elden tövbe etmelidir. Dinî ritüellere uygundur. Direnişçiler için ise bu ilk olsun, bundan sonra, tüm bu Saray Rejimi ve onun eklenmiş muhalefeti, özel hizmetlileri, hepsi karşımızdadır ve onların arkamıza geçmesine asla müsaade etmemeliyiz.
Bir tarikatın lideri ölünce, Menzil tarikatından söz ediyoruz, iki şey oldu, birincisi, tüm devlet erkânı, cenaze töreninde yerini aldı. Uygundur. İkincisi ise, içeride yeni şeyh için tartışma çıktı. Eskiden, MİT, devlet, yeni şeyhin kim olacağına kolaylıkla karar verirdi. Ama şimdi, her biri devletin içindedir, bu bir, ikincisi her bir tarikatta İngiliz, ABD, Alman, Fransız, İsrail grupları vardır ve karar vermek, NATO ilişkileri içinde bile kolay değildir. Bu durumda, tarikat, “tövbeler iptal edilmiştir” dedi. Uygun mu, bilmiyoruz. Ama tövbelerin iptal edilmesi, yeni şeyhin kim olacağı meselesi ile bağlantılı görünüyor. Menzil Holding, üç holdinge bölünecektir.
Çürümedir.
Hem din açısından öyledir, ki bu çoktan var. Hem de kapitalist mekanizmalar açısından öyledir, zira Menzil tarikatı, birçok holdingden çok daha büyük bir holding hâline gelmiştir. Tekelci yapıda derin çürümenin ortaya çıkış yerlerinden biridir.
Kılıçdaroğlu tarikatı, tövbeleri iptal etmiş midir bilmiyoruz. Ama tez elden, Akbelen gibi yerlere bir daha gitmeyeceğini beyan etmeli ve gittiği için, tövbeler olsun demelidir.
Çürüme, egemen ideolojinin toplumun ideolojisi hâline gelmesi gibi, egemenden başlayıp, tüm topluma yayılmaktadır. Gerçekte bu, sistemin çürümesidir. Emperyalizme bağlı, sömürge bir ülkedeki tekelci yapının çürümesidir. Emperyalizmin istekleri doğrultusunda oluşturulmuş, devletin olağanüstü örgütlenmesi demek olan Saray Rejimi’nin çürümesidir.
Bu çürüme tüm toplumu sarmaktadır.
Saray Rejimi, kendini her ailede bir tarz ortaya çıkartmaktadır. Artık bu ilişki biçimleri, olağan ve yaygın hâle gelmektedir.
Yalan, hırsızlık, kendine özel hizmetli aramak, köle bulmak, kolpacılık, bedavaya konmak, rantçılık, yağma, başa çıkamadığını terörist ilan etmek, sana aykırı olanı vatan haini ilan etmek, her ilişkide düşmanlık aramak, manipülasyon, sahte gündemler yaratmak vb. Saray tarzı diyebileceğimiz davranışlar, her ilişkinin bir tarz içine girmektedir.
Çürüme, tüm topluma yayılmaktadır.
Bunun dışında kalmanın tek yolu vardır; direnmek.
Direniş, sadece el ve ayakları çalıştırmıyor, aklı açıyor, gerçeği görebilme olanağı yaratıyor, direniş kişiyi öğrenmeye açık hâle getiriyor, yanındaki kişi ile, çek ve senet olmaksızın, üzerindeki giysilerin, evindeki aletlerin markasından bağımsız bir ilişki kurulmasına olanak sağlıyor. Sadece kendi çıkarının dışında bir sürece girmek anlamını taşıyor. Senin gibi baskı, aşağılanma, horlanma, sömürü ilişkilerini yaşayanlarla bir arada olma olanağı yaratıyor. Kişinin kendini ve yanındakini başka bir gözle tanımasını, iş içinde tanımasını sağlıyor. Direnişçi, direniş boyunca, dayatılan “gerçekler”in yerine yaşamın gerçekleri ile bir arada oluyor. Kişinin kendisi olmasını, toplumsal mücadelenin bir parçası olarak varlık kazanmasını sağlıyor.
Direniş, üretilmiş sunî “gerçekliği” direniş sırasında aşabiliyor. Gözlere çekilmiş perdeler aralanıyor ve devlet denilen şey, egemenin tutum ve davranışları anlaşılır hâle geliyor. Bir şirketin kâr amaçlı faaliyetleri için kestiği ormanı savunanın karşısında devleti bulması, ona çıplak gerçeği görme olanağı sunuyor.
Ancak bu yolla, tüm toplumu sarmış olan, egemenden başlayan çürümenin dışında kalabilmek, insan olarak kalabilmek mümkün oluyor.
Artık, kim olursa olsun insan kalmanın yolu, işçi sınıfının mücadelesine, gelişmekte olan direnişe katılmaktır. Savaşsız ve sömürüsüz, insanın insana kulluğuna son veren bir dünya kurmanın zorunlu olduğu ortaya çıkıyor.
Bu mücadeleye katılmak, insan olarak kalmanın, çürümenin dışında kalmanın tek gerçek yoludur.
İktidarı, Saray’ı, muhalefeti, ordusu, polisi, yargısı, basını, satılmış aydınları, özel hizmetlileri ile tüm sistem çürümektedir.
Ortada bir pis koku vardır.
Bu pis koku, gitmekte olan bir sistemin çürüme kokusudur.
Egemen, bu nedenle çok korkmaktadır. Bunun için azgınca saldırmaktadır. Akbelen gibi bir direnişin, tüm toplumu sarmasından korkuyorlar. Bunun için, Akbelen’e görevli olarak Kılıçdaroğlu’nu gönderiyorlar. Bunun için orada jandarma halka cop sallıyor. Bunun için tutuklamalar devreye sokuluyor.
Bu nedenle tüm gerçekleri gizlemek istiyorlar. Bu nedenle deprem bölgesinden tek bir haber bile sızmasın istiyorlar. Herkesi yalnızlaştırarak, korkutarak, evine kapatmak, içine kapatmak istiyorlar.
Ama direniş sürüyor ve sürecektir.
Ülkenin her gün bir yerinde, yeni direnişler ortaya çıkmaktadır. Bu direnişleri geliştirmek, yaymak, büyütmek, örgütlü hâle getirmek için, işçi sınıfının devrimci mücadelesine katılmak bir zorunluluktur.
Bizi kurtaracak olan, efendilerine hizmet eden burjuva muhalefet değildir. Bu nedenle, birleşik emek cephesi bir gerçek çözümdür.