4.9 C
İstanbul
23 Kasım Cumartesi, 2024
spot_img

CHP nasıl bir partidir ya da devlet konusunda önyargılar – Aysun Sadıkoğlu

Vaka sayısı bir değildir. İlkin Ekmeleddin vakası vardır. İkincisi, İnce vakasıdır.

Her ikisi de cumhurbaşkanlığı adaylığına Kılıçdaroğlu ve CHP tarafından gösterilmiştir. Ve her ikisi de, AK Parti’den aday gösterilseler kimse şaşırmazdı. Her ikisi de sağcıdır. Ama sağcılıkları, bir “özellik” değildir. Ekmeleddin’in bağlantılarını bilmiyoruz. Ama Erdoğan seçilsin diye aday yapılmıştır.

İnce’nin birçok bağlantısı biliniyor. MİT bağlantısı kadar, dershaneler yolu ile bağlantıları, Erdoğan’ın elindeki kasetleri vb. biliniyordu. Bugün değil, o zaman da bunlar konuşulan şeylerdi. İnce de Erdoğan seçilsin diye aday yapılmıştır.

Her ikisini de aday yapan CHP’dir ve CHP, açıkçası Erdoğan için çalışmıştır.

Kılıçdaroğlu, “sanki kazanmak istemiyor” dediğimizde bize kızgın bakışlar atanlara, Kılıçdaroğlu’nun aslında Erdoğan için çalıştığını anlatmamız oldukça zor oluyordu.

Üçüncü vaka, Kılıçdaroğlu’dur.

Geçmişteki bu vakalara baktığımız zaman, kendisi konusunda ilave bir şey eklemeye ihtiyaç duymuyoruz. Alevi’yim demişti, doğru kabul etmeliyiz. Eklemişti, “insan ailesini seçemiyor,” ciddiye almalıyız, demek ki seçebilse, Hanefi mezhebinden olması muhtemeldir. Alevi olduğunu bu kadar utançla söyleyen bir kişinin, gerçekten de, “renksiz bir cumhurbaşkanı” olma ihtimali yüksek olurdu. Ama aslında, plan bu değil idi.

Oğan, sanki kertenkele cinsine uygundur, Nagehan Alçı’ya, “plana uyun” demiştir. Seçim sürecindedir.

Artık sadece biz söylemiyoruz, bu tiyatro demeye bin şahit ister, bu ilkokul müsameresine benzeyen seçim oyununda, aslında arkada bir “plan” vardır. Bunu sadece kertenkeleler itiraf etti diye söylemiyoruz, ama CHP’nin davranışları da bunu gösteriyor.

Demek ki CHP, Erdoğan’ı seçtirme partisidir.

Kızdınız mı? Peki sizi biraz daha rahatlatalım.

Tüm burjuva muhalefet, aslında Saray Rejimi’nin bir parçasıdır. Saray Rejimi, sadece Erdoğan değildir. Saray Rejimi sadece MHP değildir. Bu nedenle, “Erdoğan ve Bahçeli faşizmi” işi karikatürize etmektir. Oysa durum son derece ciddidir. Egemenler, tekelci polis devleti, TC devleti, kendini olağanüstü bir tarzda örgütlüyor ve bunun adı Saray Rejimi’dir. Bu Saray Rejimi, CHP’nin de, Akşener’in de içinde olduğu bir rejimdir. Saray Rejimi, muhalefetin de görevlerinin belli olduğu bir rejimdir. Yani sadece CHP, Erdoğan’ı seçtirme partisi değildir, hepsi öyledir. Umarım şimdi içinize bir dirhem su serpilmiştir.

Biz, CHP üzerinden tartışıyoruz, çünkü sol hareketimiz, CHP’yi sol bir parti olarak görmekte, öyle de görmek istemektedir. CHP’nin sol bir parti olmadığını anlatmak için, bunun üzerine duruyoruz. Yoksa mesela Davutoğlu Partisi üzerine konuşmayı gerekli bile görmüyoruz, Babacan’ın partisi üzerine de konuşmayı gerekli bulmuyoruz. İnce ve kertenkele konusunda söylediklerimiz ise, cumhurbaşkanlığı seçimi de dâhil, seçimi aşırı biçimde “demokratik” bir olay, “halkın iradesini ortaya koyması” olarak görenlere bir uyarıda bulunmak, onları uyandırmak üzere dürtmek içindir.

Demek ki, “tek parti vardır, o da devlet partisidir” derken, aslında içine CHP’yi de koyuyoruz ve diğerlerini vurgulama gereği bile duymuyoruz.

Saray Rejimi demek, öncelikle parlamentonun rafa kaldırılması demektir. TİP’in mesela parlamentoda etkin bir muhalefet yürütmesini önemsemiyor değiliz. Ama parlamentoda 4 yerine 20 milletvekili olacağız diyerek, bu “büyük adım” için, seçime HDP ve ittifak dışında girmeyi, siyasal körlük olarak görüyoruz. Zira, TBMM artık bir siyaset merkezi değildir. Saray Rejimi’nin ana organlarından değildir. Sadece eski alışkanlıklar gereği varlığı sürdürülen, göstermelik bir organdır. Ve eğer sistemin bir ana merkezi aranıyorsa, NATO ve ABD merkezleri dışında bu yer, Saray’dır. O nedenle diyoruz, TBMM’ye yürümenin bir anlamı yoktur, yollar Saray’a çıkmaktadır. İller bazında valilik ve belediye binalarından daha önemlisi, AK Parti merkezleridir, belki valilik, birçok yerde bunun dışında tutulabilir çünkü zaten valilik artık bu gözle organize edilmektedir. Ama örnek olsun, Rize’de valilik, AK Parti başkanlığından elbette ki sonra gelir. Kitleler zaten bunu bilmektedir ve Rize’de yürümek isteyenler, AK Parti merkezine yürümeyi seçerler.

Saray Rejimi, sadece parlamentoyu devre dışı bırakmadı. Onunla birlikte, siyasal partileri de yeniden formatladı. Artık, AK Parti diye bir partiden söz edilemez. Elbette, bir siyasal parti anlamında, yoksa orada öyle bir çete vardır. Artık, MHP bir parti değildir ve CHP de bu yolda epeyce yol almıştır.

Saray Rejimi, mesela “kuvvetler ayrılığı” ilkesini, burjuva demokrasisi ya da burjuva devlet örgütlenmesinin bir gereği olarak var olan bu ilkeyi de ortadan kaldırmıştır. Tekelci polis devletinin, TC devletinin olağanüstü örgütlenmesinden söz ediyoruz. Saray Rejimi budur. Bu durumda zaten kuvvetler ayrılığı gibi, şeklî sorunlarla uğraşmalarına gerek, hatta zaman yoktur. Olağanüstü dönemlere uygun, olağanüstü yollar devreye sokulur.

Bizim solcu hukukçularımız, akademisyen hukukçularımız bizi affetsinler. Ama ortada “hukuk yok” demek yanlıştır. Biz onların söylemek istediğini anlıyoruz. Onlar diyorlar ki, hukuka göre kararlar verilmiyor. Evet doğrudur. Onlar diyorlar ki, savunma hakkı yok edilmiştir. Evet doğru. Onlar diyemiyorlar ama demek istiyorlar; savcı devleti temsil eder ama hâkim devleti temsil etmemeli, hukuku temsil etmeli. İyi ama bu zaten kapitalist devlet örgütlenmesinde hep böyledir. Bu son noktayı bu nedenle bir yana bırakalım. İşte sizin “hukuk yok” dediğiniz bu şeye, biz “iç savaş hukuku” diyoruz. Yani ortada bir hukuk var, ama yasalar da dâhil, yasaların uygulanması da dâhil, andan âna, durumdan duruma, kişiden kişiye göre değişmektedir. Mesela Gezi Davası’nda, bir kişi, ikinci kere aynı suçla yargılanamaz ilkesi çiğnenmiştir, demek ki “hukuk yok” diyorsunuz. Biz de diyoruz ki, evet çiğnenmiştir, işte bu “iç savaş hukuku”dur.

Demek ki, Saray Rejimi, devletin baskı aygıtlarında, yani, polisi, ordusu, yargısı vb. bir yeni ayarlama demektir. Yargı, polis teşkilâtının bir uzantısıdır, bu açıkça ortaya çıkmaktadır.

Demek ki Saray Rejimi, parlamentonun göstermelik varlığını kabul eder, buna bağlı olarak siyasi partiler, tek devlet partisinin çeteleri hâline gelirler.

Ve bizim ülkemizde olağanüstü devlet yapılanması denildi mi, içine efendileri ABD, Almanya, İngiltere, İsrail, Fransa gibi güçleri de katmanız gerekir. Yani, yargıdan basınına kadar tümü, bu efendilerin isteklerine, aralarındaki ilişkilere göre düzenlenmektedir.

Demek ki, olağanüstü devlet örgütlenmesi, yani Saray Rejimi denildi mi, devletin tüm ideolojik üretim sisteminin buna göre ayarlanması gerekir. Bu nedenle, binbir çeşit tarikatı ile İslamî örgütlenmeye ve birçok çeşidi ile milliyetçiliğe özel bir önem verilmektedir. Sen solcu musun, peki ol, ama önce bir ton milliyetçilik alacaksın, yoksa olmaz. İşte tutum tam da budur.

CHP üzerine konuşacaksak, tam da bu çerçeve içinde olmak üzere konuşmak zorundayız.

1

CHP, sanıldığı ya da ona atfedildiği ya da zaman zaman onun “ben böyleyim” dediği gibi bir sosyal-demokrat parti değildir.

Biliniyor, şeylerin varlıkları, zaman ve mekân içinde gerçekleşiyor. Bu nedenle özellikle toplumsal varlıklara, tarihsel ve toplumsal boyutu ile bakmak gerekir.

Sosyal demokrasi, aslında Avrupa kökenlidir ve çoğu Birinci Dünya Savaşı öncesindeki sosyalist partilerdir. Birinci Dünya Savaşı döneminde, Kautsky ihanet edip, işçi hareketinin kendi burjuvazisini savaş boyunca desteklemesi gerektiğini savunduğunda, Alman Sosyal Demokrat Partisi içinde bir yol ayrımı ortaya çıktı. Bu, tüm dünyada görünen bir süreç oldu. Sosyal demokrat işçi partisi isimlerinin yerine, sosyalist veya komünist parti isimleri ortaya çıkmaya başladı.

Demek oluyor ki, mesela Almanya’daki sosyal demokrat işçi partisi, gerçekten bir işçi partisi idi. İhanet edene kadar da öyle kaldı. Ama CHP, hiçbir zaman işçi davası ile ilgili bir parti olmadı, öyle de kurulmadı.

CHP, bilindiği gibi, Atatürk tarafından, bir “devlet” partisi olarak kurulmuştur. Atatürk’ün, “komünist partisi lazımsa, onu da biz kurarız” yollu sözleri biliniyor. CHP, Atatürk tarafından, bir sosyal demokrat parti olarak da kurulmuyor. Devlet partisi olarak kuruluyor

Zaman zaman, CHP kadrolarının, biz devletin kurucu partisiyiz, zaman zaman biz Atatürk’ün partisiyiz, zaman zaman da biz sosyal demokrat bir partiyiz dediklerini duyarsınız. Oysa bunların içinde gerçekler olsa da, CHP hiçbir zaman devlet partisi dışında bir şey olmamıştır.

Sosyal demokrat partiler, Avrupa’daki geçmişlerinde, devletle karşı karşıya gelmiş, işçi haklarını savunmuşlardır. CHP’nin hiçbir zaman böyle bir tutumu ve duruşu olmamıştır. CHP, en fazla, seçim meydanlarında, o da temkinli bir tarzda işçi sınıfından söz eder.

12 Eylül öncesinde, sol CHP’nin peşine takılırken, en azından bir dönem, CHP de bir anlamda sola eğilim göstermiştir. 12 Eylül, bu eğilimi tamamen yıkmıştır. Baykal ve ardından Kılıçdaroğlu liderliğinde CHP’de yerleşik devlet güçleri, bu görevi yerine getirmiştir.

CHP, hiçbir zaman sosyal demokrat bir parti olmamıştır. Hiçbir zaman, işçi ve emekçilerin haklarını savunmamıştır.

2

Şöyle düşünelim, birçok kapitalist ülkede, 1980 sonrası, özellikle de 1990’larda özelleştirme programları gündeme gelmiştir. Bu özelleştirme programlarına birçok burjuva parti, organize bir tarzda destek vermiştir. Zira bu özelleştirme dalgası, neoliberal bir saldırıdır ve işçi sınıfına dönük bu saldırı, çok boyutludur. Hem özelleştirme yolu ile tekellere büyük meblağlar aktarılmıştır ama hem de işçi ve emekçilerin sosyal hakları, sendikal örgütlenmeleri vb. gasbedilmiştir. Kısacası kapsamlı bir saldırıdır.

Özelleştirme dalgası boyunca birçok şirket, tekellere peşkeş çekilmiştir. Bu sırada, bazı burjuva partiler, bu özelleştirme programlarının bazı bölümlerine karşı çıkmıştır. Evet burjuva partidirler, ama buna rağmen, bu yağmanın bir parçasına olsun karşı durmuşlardır.

Siz, CHP’nin, bugüne kadar, yürütülen özelleştirme programlarına karşı bir kampanya yürüttüğünü gördünüz mü?

En son Kılıçdaroğlu liderliğinde “millet ittifakı” tarafından hazırlanmış olan programda, neoliberalizm dışında bir şey var mıdır? Tersine, Millet İttifakı’nın ve CHP’nin programı, tam da Şikago veletlerinin neoliberal politikaları ile bağlıdır.

Yanlış anlaşılmasın, CHP özelleştirme programlarına karşı çıksa idi, solcu olmayacaktı. Ama en azından, CHP’de sol bir şey arayanlar için birkaç veri sunuyor olacaktı.

CHP, neoliberal politikalara sonuna kadar bağlıdır.

CHP, tıpkı AK Parti gibi, uluslararası sermayenin, emperyalist efendilerin emrinde bir partidir ve hep öyle olmuş olması bir yana, tamamen buna göre formatlanmıştır.

3

Siz bu seçim sürecinde neler duydunuz ya da neler biliyorsunuz, bilmiyoruz. Ama bize gelen bazı bilgileri, oldukça anlamlı buluyoruz.

CHP veri merkezini yönetenin Tuncay Özkan olduğunu öğrenmiş bulunuyoruz. Doğrusu, belki de biz bunu en son bilenlerdeniz, çünkü çok da dikkate almamıştık. Tuncay Özkan’ın nasıl bir süreç yolu ile AK Parti ve Saray’a bağlı olduğunu artık herkes biliyor.

Ama izninizle, bizim, sizin yeni öğrendiğiniz bu şeyi, Kılıçdaroğlu’nun çoktan bildiğini bir kenara yazmaktan geri durmayacağız. Demek ki, aslında Kılıçdaroğlu bunu bile bile, onu orada tutmuştur.

Aynı şeyi, başka belediyeleri bilmesek de, mesela İstanbul’da Maltepe ve Ataşehir Belediyeleri için söylemekten geri durmayacağız. Ataşehir ve Maltepe Belediye Başkanlarının, Soylu ve Ağar ekipleri ile bağlarının olduğu herhâlde bir sır değildir. Ve her ikisi de, bizzat Kılıçdaroğlu ısrarı ile belediye başkanı olmuşlardır.

CHP, seçimlerden önce, seçim sonrasında olabilecek bir “kurultay” için, üye kayıtlarını sisteminde görünmez hâle getirmiştir. Demek seçimin sonucu önceden bilen CHP kadroları vardır. Oğuz Kaan Salıcı ve Erdoğan Toprak ile mi sınırlıdır bu kadro?

CHP, her zaman, devlet uzantısı olarak çalışmıştır. Buna uygun olarak birçok şeyin manipüle edilmesinde görev almıştır.

Son seçimlerden önce, CHP, arkasına aldığı rüzgârı büyütmek için bile olsa, mesela adaylarını delegelerine seçtirme yoluna bile gitmemiştir. Tüm milletvekili adayları, Kılıçdaroğlu imzası ile atanmıştır. Tıpkı AK Parti’de olduğu gibi. Ve bu adayları, NATO seçmektedir. Hiçbir tüzüksel işleyişi, “demokratik” bir özellik göstermeyen bir partidir.

4

CHP, NATO tedrisatına bağlı bir partidir.

Bu durum da yeni değildir.

Belki Atatürk dönemine göre tek farklılığı bu olabilir, zira Atatürk döneminde NATO henüz yoktu. Özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasında, CHP, tümü ile NATO tedrisatına göre ayarlanmıştır.

Son milletvekili seçimlerine bakalım, bu seçimlerde CHP’den seçilmiş olan adayların, yüzde kaçının, istenirse AK Parti’den de aday olamayacağını hesaplayın lütfen. Böyle bir şey yoktur. Seçilmiş tüm CHP adayları, belki yüzde 10’u hariç, kalan yüzde doksanı, AK Parti tarafından da seçilebilecek, aday gösterilebilecek kişilerdir. Zaten adayları, NATO belirlemektedir. Böylece, CHP’nin güçlü olduğu yerden seçilecek adayı CHP’den, AK Parti’nin güçlü olduğu yerden seçtirecekleri adayı AK Parti’den aday göstermektedirler.

Yaptıkları budur.

CHP, NATO’ya bağlılık konusunda son derece açık bir sicile sahiptir. Hem NATO’ya bağlı hem NATO’cu hem de solcu olmak, olsa olsa bizim gibi sömürge ülkelere özgüdür. Ülkemizdeki son 70 yıllık her katliamda NATO’nun parmağı vardır. Sadece darbeler değil, katliamlar da NATO mamulüdür. Sivas’tan Çorum’a, Maraş katliamından 1 Mayıs 1977’ye, hepsi NATO organizasyonudur ve bunu bilmeden, bu ülkede politika yapmak mümkün değildir. Bunları bilip de hâlâ CHP’de sol aramak, büyük körlüktür.

5

Aslında CHP’nin solcu ilan edilmesi, devlet hakkında beslenen önyargılarla da bağlantılıdır. Devletin, “iyi ve kötü” bürokratlardan, “iyi ve kötü” paşalardan vb. oluştuğunu düşünmek, ülkemizde oldukça derin bir köke sahiptir.

Devleti “baba” olarak görmenin devamıdır bu.

“Devlet baba”, aslında bir yandan, devletin şiddetini, her türlü işkence ve aşağılamayı meşrulaştırma deyimidir, öte yandan ise devletin içinde iyi paşa arayarak onlarla uzlaşma ve onlar aracılığı ile devlete biat etme yolunun ismidir.

Devlet baba anlayışı, devletin “şefkatli kollarına sığınma” aslında, devletin vahşi ve katliamcı yapısını da gözler önüne serer. Ama o gözle bakanlar için. Bu nedenle bu terim, “devlet baba”, zaman zaman, devletten birtakım haklar beklemeyi içerirse de, çoğunlukla, devletten korkuyu içerir.

Ama “devlet baba”, her durumda devletin kimliğini, devletin kimin devleti olduğu gerçeğini örter. Devleti, sanki herkesin ortak organı olarak gösterir. Devletin, egemen sınıf adına, para babaları, kapitalistler, tekeller adına toplumu baskı altına alma makinası olduğu gerçeğini örter.

CHP, her koşulda, her şart altında, devleti korumak için, toplumsal alanda biriken öfkeyi kontrol altına alarak, devlete yönelmesini önlemek için “sol”a yatma görevini üstlenmektedir. Bugün, gelişen tüm toplumsal tepkiyi, CHP, Erdoğan üzerine toplayıp, kitlelerin sistemi sorgulama ve devletle yüzleşme yollarını tıkamak işini yapmıştır. Doğrusu, solun CHP kuyruğuna takılması, bu görevi yerine getirme olanaklarını da güçlendirmiştir.

Devlet makinasının içinde “iyi” ve “kötü” kadrolar arama yolu, halkın her zaman devletten umudunu sürdürmesinin yollarından biridir. Bunun tersi, umudunu kesmek, isyana yönelmektir, ki bu durumlarda devletin baskı ve şiddetinin devrede olması gerekir.

Seçim süreci boyunca, bir yılı aşkın bir süredir, CHP, Saray’ın baskı ve şiddetinin işe yaramadığı yerlerde, “sokağa çıkmayın, bunlar katildir”, “eylem yapmayın provokasyona meydan vermeyin”, “sokağa çıkmayın zaten bunlar iç savaş için bahane arıyor”, “sakın bir şey yapmayın, olağanüstü hâl ilan ederler” tarzındaki söylemleri ile, korkunun egemen olmasında aktif rol oynamıştır.

Türkiye solcusu, devleti, sanki tüm toplumun üstünde, sanki kutsal bir şey olarak ele alan bir günlük reflekse sahiptir. Bunun ne derece yaygın olduğu bir ayrı tartışma konusudur. Ama bu durum, devletin sınıf niteliğinin gizlenmesinde önemli rol oynamaktadır.

Bu nedenle, “kötü” adamlar iktidara geldiğinde, devleti faşizm, “iyi adamlar” geldiğinde de devleti demokrasi olarak tanımlamaktan geri durmazlar. Oysa gerçek böyle değildir.

İster kötü adamlar, ister iyi adamlar işin başında olsun, devlet her zaman egemen sınıfın, tekellerin, burjuvazinin devletidir ve bizim ülkemiz söz konusu olunca, sömürge bir ülkede yaşadığımız gerçeğinden hareketle, devlet her zaman efendilerin devletidir.

Burjuva devlet, kişilerin niteliğine göre “kötü” ya da “iyi” olmaz, olamaz. Dünyanın her yerinde bugün, parlamentarizm gözden düşmektedir. Bunun nedeni, emperyalist cephenin, Batı’nın savaş politikalarıdır. İçinde bulundukları krizi, savaş politikaları dışında bir yolla aşabileceklerini düşünemez durumdadırlar.

Türkiye solu, bazı akademisyenler, sanki Türkiye bir sömürge ülke değilmiş gibi konuşmayı severler. Bağımsız bir ülkeyiz sözünü ağızlarından düşürmezler. Ama sıra ABD veya NATO’nun kararlarına geldi mi, hemen gereğinin yapılmasını, NATO ve ABD’ye karşı çıkılmamasını isterler. Bağımsız bir devlet olma hâli, sanki birilerinin isteğine bağlı imiş gibi davranırlar. Mesela, biz BM’de kendi ülkemiz adına oy kullanıyoruz, öyle ise sömürge değiliz tarzında düşünceleri vardır. Oysa bu ölçü olsa, dünyada sömürge ülke kalmaz. Dünyada sömürge ülke yok ise, dünyada emperyalist ülke de kalmaz. Öyle ya, sömürgesi olmayan emperyalist güç olur mu?

Bu durum, TC devletini, 1923’ten beri bağımsız bir ülke olarak tanımlama alışkanlığına da dayanıyor. Onlara göre, bizzat işgal altında değilseniz, demek ki bağımsız bir ülkesiniz. Ve bağımlılık meselesini de, zaten herkes birbirine bağımlı diye açıklamayı severler.

TC devletinin bir sömürge olduğunu kabul ettiniz mi, bu kez, devletin oluşumu ve niteliği konusunda daha gerçekçi yaklaşımlara yönelirsiniz.

Pratikte, bunu yaptıkları hâlde, yine de ülkemizin bağımsız olduğunu söylerler. Mesela derler ki AK Parti ve Erdoğan, bir ABD projesidir. Ki bu doğrudur. Bu durumda ülkenin “bağımsız” sömürge olmayan bir ülke olduğunu nasıl iddia edebilirsiniz?

İşte devlet konusundaki bu yanılgılı duruşlar, tarih konusundaki burjuva ideolojisine bağlılıklar, solun hem devlete yanlış bakmasına neden olmaktadır hem de bunun bir devamı olarak solun CHP içinde “sosyal demokrat” bir parti aramaktadır. CHP’yi solcu ve demokrasinin bekçisi ilan etmek, aslında ülkede yaşanan süreçlerden fersah fersah uzak yaşamak demektir.

Son Haberler

ÇOK OKUNANLAR

ÖZGÜR BİR DÜNYA İÇİN!

KALDIRAÇ DERGİSİ'NİN KASIM SAYISI ÇIKTIspot_img

ARTIK TELEGRAM'DAYIZ!

spot_img

DÜNYAYI İSTİYORUZ!

İŞÇİ GAZETESİ'NİN 218. SAYISI ÇIKTI!spot_img

Bizi takip edebilirsiniz

369BeğenenlerBeğen
851TakipçilerTakip Et
14,108TakipçilerTakip Et
1,920AboneAbone Ol