Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) ve Halkın Hukuk Bürosu’ndan (HHB) avukatların yargılandığı davanın bugünkü oturumunda yargılanan avukatların müdafileri beyanda bulundu. Mahkeme Başkanı 5. müdafiden sonra başka müdafiye söz vermeyeceğini belirterek salonu terk etti.
Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) Genel Başkanı Selçuk Kozağaçlı, Oya Aslan ve Barkın Timtik’in tutuklu olduğu, toplam 22 avukatın yargılandığı davanın 4. oturumu Silivri Hapishane Kampüsü duruşma salonunda görüldü. Davanın bugünkü duruşmasında müdafi avukatlarda beyanda bulundu.
Avukat Fikret İlkiz, suçlamaların bir “bastırış” malzemesi olduğunu belirterek şunları söyledi:
“Çağdaş Hukukçular Derneği’nin tüzüğünün 2. maddesinde insanlığa yönelen her suça karşı mücadele edilir, deniyor. Bu derneğin yöneticisi, bu derneğin üyeleri bu tüzüğe bağlıdır. Bu derneğin başkanı Selçuk Kozağaçlı da bu tüzüğe bağlıdır.
19 Aralık katliamı döneminde Ceza Tevkifevleri Genel Müdürü olan Ali Suat Ertosun hakkında, HSK önünde katliamdaki sorumluluğuna ilişkin bir basın açıklaması yapmış. Yine propagandadan ceza vermişsiniz Selçuk’a, Anayasa Mahkemesi bu karara ilişkin ihlal vermiş. Anayasa Mahkemesi kararında deniyor ki; Genel Müdür düzeyindeki insanlar ağır eleştirilebilir. 19 Aralık Katliamında sorumluluğu olduğu iddiasıyla ağır eleştiri yapılmış.
Yargıtay 16. Ceza Dairesi verdiği bir kararda diyor ki, ‘avukatım diyerek suç işleyemezsin’. Sizden imtiyaz isteyen kim? Kimse bize avukatlığı öğretemez. Bu kadar hamasetin içinde Yargıtay’ın bize “ne kadar iyi avukatlık yaptınız” demesini beklemiyoruz. Kendinize göre bir usul, kendinize bir Ceza Kanunu oluşturuyorsunuz yani. Bize sorumluluk hatırlatmaya kalkıyorsunuz ya; dönün Ceza Kanunu’na şuradan bakın: “Hakkını kullanan kişiye ceza verilmez.”
Siyasi davaların bu usulü, siyasi davalarda avukatlık yapanlara yönelik siyasi zorbalıktır. Siyasi avukatlığı bilmediğini anlıyoruz. Size savcıların ve hakimlerin görevlerini, Havana Kurallarını da tekrar anlatmanın anlamı yok, bilmediğiniz gibi dinlemiyorsunuz da. İddianamede, cenazeye katıldıkları için ‘örgüt propagandası yaptılar’ deniyor. Onlar “ölülerin avukatıyız” diyorlar. Şöyle düşünün, eskiden idam cezasına çağrılan avukat gelmediğinde infaz ertelenirdi. Bizsiz ölüm olmadığına göre, ölüleri savunmak da suç değildir. Onlar yoksulların avukatı olduğunu söylüyorlar, bizler de yoksulların avukatlarının avukatıyız.
Yargıtay’ın şunu anlamadığını düşünüyorum: Onlar yoksulların avukatı olduğunu iddia ediyorlar. Onlar yoksulların avukatıyız dediğinde, bunu kabul ettiğinde yoksullar da onları avukatları olarak seçer. Kimin avukatlığını yapabileceklerini söylüyorlar. Siz ise ısrarla tam tersini söylüyorsunuz. İddianameyi istediğiniz kadar tersine çevirin bu iddianameden başka bir şey çıkmaz. Kapattığınız avukat meslektaşlarımızın özgürlüklerini iade edin. Tek bir kararınız, 1000 yıl sonra bile, yargıç teminatının örneklerinden olacaktır. Burada yargılanan avukatların tarihidir bu yargılama. Ancak hüküm kuranın tarihi yoktur. Sizin tarihinizi bile biz yazarız.”
“Dava, kumpas olamayacak kadar kaba yalan”
Avukat Hasan Fehmi Demir ise beyanında şunları söyledi:
“Bir iddianame fiil ile faili ayırıyorsa burada ciddi bir sorun ortaya çıkar. Burada fiil günah gibi değerlendirilir. Suç kollektifleştirilir, normdan ayrılınır. Bu durumda da bir ceza muhakemesinden söz edilemez. Bu durum iddianamemizde fazlasıyla var.
Bu davaya kumpas davası diyebilir miyiz, bir bakalım buna. Bu dava bence bir kumpas davası değildir. Kumpas, içinde hileyi zorunlu kılar, değerli ile değersiz karıştırılır. İddianamede ise değerli hiçbir şey yok, kumpas olamayacak kadar kaba yalan.
Neden kaba yalan olduğunu iki olayla size anlatayım. 2013’teki iddianame 600 küsür sayfa. 2017’deki iddianame ise 500 küsür sayfa. Çok laf yalansız olmaz. Toplam 1100 sayfa olamaz mı iddianame? Olur, ama 1100 sayfalık iddianamenin 3 sayfalık mütalaası olmaz. 1100 sayfalık iddianame 5 sayfalık mütalaa, 3 sayfalık ek mütalaa ile özetlenebiliyorsa, iddianamenin geriye kalan sayfaları yalandır.
İkinci olay ise şu. Ebru için tasarlayarak adam öldürme suçlaması, iddia neye dayanıyor? İ.Ö. isimli tanığın itiraf ifadesine. İ.Ö. yardımcı istihbarat elemanıydım, demiş. Emniyet Genel Müdürlüğü evrakları da sabit. 10 yaşından beri öyleymiş.
Mart 2006 tarihinde, verdiği bilgiler tutarsızlaşmaya başladığı için “istihbarat elemanı” olmaktan çıkarılmış. Ebru hakkındaki iddiasını da Ocak 2006 tarihinde üretmiş. Yıllar sonra FETÖ üyeleri yargılanırken 33. ACM’de diyor ki, bu polisler bana “vur” talimatı vermişti. Adamı “dengesizdir” diyerek “yardımcı istihbarat elemanı” olmaktan çıkarmışlar 2006 tarihinde. Bunu savcılık biliyor, emniyet biliyor. Ama siz gidip bu çocuğun ifadeleriyle 2013 tarihinde dava açıp Ebru’yu tutukladınız. Bunu nasıl açıklayacağız?
İstanbul 18. ACM’deki dava sürerken gidip 37. ACM’deki davayı açtılar. Soruşturma aşamasında savcı ile görüştük, dedi ki bize, “o iş öyle değil, çok yeni delillerim var.” Bir baktık ki, aynı tanıklar, aynı dijitaller, üzerine birkaç tane tanık ekleyivermişler. Bunu gören 18. Ağır Ceza Mahkemesi birleştirilerek görülmesini istiyor davayı. 37. ACM hemen reddediyor, itiraz merci reddediyor, 37. ACM de dosyada koşa koşa karar veriyor. İki yıl boyunca bu birleştirme talebi, itiraz süreçleri devam ederken koşa koşa nasıl karar verilmiş 37. Ağır Ceza Mahkemesinde?
Siz de şimdi dosyayı karar çıkarmaya çalışıyorsunuz. İddianamelerde toplam 21 tanık göstermiş, mahkemenizde dinlenen hiç yok, talimatla dinlenen iki tane var. Geri kalanların hiçbirini ne bize sormuşsunuz ne siz dinlemişsiniz. Tüm iddianame bunun üzerine kurulmuş.
Diyeceksiniz ki “Sen ne anlatıyorsun? Yargıtay da biliyor 19 tanığın dinlenmediğini, hiç tartışmamışlar bile. Artık biz de bakmayacağız.” Buna ilişkin tek şey diyeceğim. Sadece avukatların değil, aynı zamanda hakimlerin de sorumluluğu vardır. Bunu üzerinizden atmayın.
İ.Ö. isimli tanıktan bahsettim az önce size. Savcı talep bile etmeksizin, o dönemki heyet başkanı Akın Gürlek resen getirip gizlice dinledi. Bu duruma birazdan tekrar değineceğim. 2017 yılında arkadaşların tahliye edildiği döneme dönelim. Kararda, ‘bunlar avukat, suç vasfı değişebilir’ denilmişti. Karardan sonra arkadaşların bir kısmı 8 saat, bir kısmı 6 saat sonra sabaha karşı salındılar. Hiç gördünüz mü böyle şey?
Gece yarısı savcı itiraz etmiş, olağandışı ama olabilir, diyelim. Kabul edilemez olan 12 saat önce arkadaşları tahliye eden heyet, 12 saat sonra tutuklamaya yönelik yakalama kararı çıkarıyor. Kanunda bile yok böyle bir yakalama kararı. Yakalamayı gerçekleştiriyorsunuz ancak o heyet de tutuklamıyor. Akın Gürlek o dönem bir başka heyetin başkanı. Ne yapıyorlar, getiriyorlar 37. ACM Başkanıymış gibi tutuklama gerçekleştiriyor. 3 gün sonra da resmi kararname ile 37. Ağır’ın resmi başkanı oluyor.”
“Dijital delil grubu orijinal değil, sahtedir”
Avukat Derviş Emre Aydın ATK raporu hakkında inceleme yaptıklarını ifade etti ve mahkemeye slaytla sundu. Aydın sözlerine şöyle devam etti:
“Öncelikle ATK raporu, uzmanlardan istenen soruların sunumuyla başlıyor. Bizim taleplerimiz vardı, bunları reddetmiştiniz ve sorulacak sadece dört başlık belirlemiştiniz. Bu sorular şunlardı, dosyadaki belgeler ile dijitaller içindekiler aynı içerik miydi? Buna hemen cevap vereyim: Hayır, aynı değil.
Ben size daha çok bulgular ve sonuç kısmını anlatacağım. Şunu yapmışlar, kelime listesi oluşturmuş ve bunları excel dosyası haline getirmişler. Biz listeyi yaptık, eşleştirmeyi siz yapın demişler. İmkansız olsa da biz sizin için inceledik, 3 ay içinde. Bir vaka inceleme uygulaması oluşturmuşlar ayrıca. Kullanımı çok zor ve işlevsiz bir program. Biz yenisini oluşturup inceledik.
Üç adet de DVD boş çıkmış. Yazılabilir ve silinebilir olduğunu da belirtmişler. Ancak ne zaman yazıldığını, ne zaman silindiğini hiç ama hiç yazmamışlar. Bakın çok önemli bir şeye de değinmişler. Dosyadaki belgeler ile orijinali olduğu söylenen 6 adet hard diski karşılaştırıp hiçbir eşleşme olmadığını söylemişler.
Raporun son başlığında, sizin bahsettiğiniz 7. sayfada da bir başka CD içerisindekilerle dosyadaki belgeler arasında eşleşme olduğu söylenmiş. Başka dijitallerde yok bu CD’de var: Bize düşen de bu CD’nin nereden geldiğini araştırmak oldu. Bu CD’ye ilişkin ne zaman oluşturulduğunun tespitini yaptığımız zaman 2005 yılı olduğu açıkça ortaya çıkıyor. Kısmi eşleşme olduğu söylenen evraklar 23 Kasım 2005’te oluşturulmuş. ATK bu tespiti yapabilirdi, yapmamış.
Yani savcılığın iddia ettiği gibi 2004’te ele geçirilmemiş bu CD, 2005 tarihli ilk işlem, başka işlemleri de görüyoruz. Bu CD nasıl buraya geldi, adli istinabe evraklarına bir dönelim öyleyse. Bakın tüm yazışmaları ortaya koyuyoruz. Bir ton yazışma var. Ancak hiçbirinde bu dijitallerin nasıl alındığı, kimden alındığı, ne zaman alındığı yazıları yok. Delil zinciri ancak bu adli istinabe evrakları ile takip edilebilir. Ancak yok bu evraklar.
İlk “elde olduğuna ilişkin” yazıyı 10 Ocak 2007’de görüyoruz. Savcı, Emniyet İstihbarat Daire’ye yazmış, demiş ki, “2005’te bir DVD aldığınızı öğrendik ama bize söylememişsiniz. Lütfen gönderir misiniz?” Savcılık bu DVD’nin Emniyet’te olduğunu da Belçika’dan öğreniyor.
Yazıya lütfen dikkatle bakın. Savcı bir tane DVD olduğunu söylemiş, bunu istemiş. Bakalım 1 DVD daha sonra ne hale gelmiş. Emniyet İstihbarat Daire Başkanı Ramazan Akyürek, bir cevabi yazı yazmış. 1 DVD istenmesine rağmen, 6 adet HARDDİSK, 4 adet DVD, 1 adet CD göndermiş. Burada delil zinciri kopmuş ama size detaylı şekilde anlatayım sonrasını.
Ramazan 6 adet Harddisk, 4 adet DVD, 1 adet CD göndermişti ya; adli emanete bakıyoruz, 6 adet Harddisk, 3 adet DVD ve 2 adet CD kayda alınmış. Daha sonra ATK eşleşme bulurken bu CD üzerinde bulmuş. Ne tesadüf, değil mi?
Toparlayalım; Hollanda 1 adet DVD yolluyor; savcı 1 adet DVD istiyor; Ramazan [Akyürek] 6 adet Harddisk, 4 adet DVD, 1 adet CD gönderiyor; Adli Emanete 6 adet Harddisk, 3 adet DVD ve 2 adet CD kayda alınıyor, ATK eşleşmeyi son CD’de buluyor.
Bakın, emanete alınan dijital delil grubu orijinal değildir. Açıkça sahtedir.
Başka bir şeyden daha bahsedelim. Sizden tevsi tahkikat taleplerimiz vardı, hepsini reddetmiştiniz. Birine değineceğim, sizin dün sorduğunuz soruya cevap vermek istiyorum aynı zamanda: Neden sahte delil üretsin bu dosyada FETÖ’cüler?
İlginç bir eşleşme bulduk yaptığımız araştırmada. FETÖ’cülerin İstihbarat’ta uyguladığı ilginç bir pattern (model) varmış. Hrant Dink dosyasında gördük.
14. ACM’de gerekçeli kararda, “Ramazan Akyürek’in örgütün çıkarına çalıştığı, sahte evrak tanzim ettikleri, yardımcı istihbarat elemanları çalıştırıp çalışma kapsamının dışına çıkarttıkları, kullandıkları kişilerin soruşturma dosyalarını da gizlemeye çalıştıkları” yazıyor.
Bizim dosyadaki İ.Ö. ile birebir aynı. O dönem Emniyet İstihbarat tamamen bu modeli kullanıyormuş anladığımız üzere. Ve gizlemek için de ekstra bir şeyler yapmışlar. İ.Ö. anlatıyor, hapishaneden alıp Ali Fuat Yılmazer ile görüştürmüşler.
33. Ağır Ceza Mahkemesinin iddianamesinde de gerekçeli kararında da var, bu anlatım. Talimatı aldıkları kişiler belli. Bu ajanların nasıl kullanıldığını kim ortaya çıkarabilir? Avukatlar. Avukatlar bu dosyaları incelediklerinde bunlar ortaya çıkacaktı.”
“Delil denilenler sahte dijitalde bile yok”
Avukat Oğuzhan Topalkara talepleri reddedildikten sonra heyet olarak mahkemeyi reddettiğini hatırlatarak devam etti:
“Neden reddettiğimiz meselesini biraz konuşmak istiyoruz. Biz sizi reddederken şunu söylüyoruz, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme değilsiniz. Her ne kadar kararlarınızda yalnızca Türk milleti adına karar verdiğinizi belirtseniz de…
Şöyle anlatalım: Hollanda ve Belçika belgelerinin bu dosyanın esası olduğu anlaşılıyor, kararınızı bunun üzerine inşa edeceksiniz. Anlattık sahteliklerini, çürük olduğu açık ama devam edelim.
Elimde bir flash bellek var. Örnek olsun diye, içine birtakım belgeler koydum. İçinde size dair açık kaynak araştırmaları var, bir kısmı doğru, bir kısmı da açıkça yalan. Daha sonra gidiyorum ve bir başka Mahkemeye diyorum ki, tamamını uydurdum ve şizofrenim, bizim dosyamızdaki durum tam olarak bu.
Şimdi buradan çıkacağım yukarı doğru. Asansöre doğru giderken beni gözaltına aldıklarını var sayalım. Niye sizi gözaltına alsınlar, avukat değil misiniz? diye soracaksınız. İşler sonra başlıyor zaten. Savcı aldı dosyayı sordu Emniyet’e, bir bakın bakalım bu avukat kaç tane DHKP-C dosyasına girmiş diye. Ben size söyleyeyim, hani Kozağaçlı üyeliğinden yargılanıyor ya, ben de son 1 ayda 22 kere kendisiyle görüşmüşüm. Alın size bir pasta dilimi delili daha.
İşler burada bitmeyecek tabi ki. ÇHD Genel Merkez Yöneticisiyim. Bir de kaç tane eyleme gittiğimi sorarsınız. 1 Mayıs’lar, grevler, basın açıklamaları, ohoo… Oldu mu size bir delil daha. Sonra bir de üzerimde bulduğunuz dijital var. Olmazsa olmazı. Geliyoruz işin son kısmına. İncelediniz dijitali, sayın Başkan sizin isminiz var, içinde de sizin isminiz yazıyor. Benim size bir tavsiyem var, Mahkemeye sizi çıkarırlarsa Adli Tıp Kurumuna sahte olup olmadığının tespiti için gönderilmesini isteyin.
Hatta şunu yapın, deyin ki, Oğuzhan tanık olarak gelsin. Çünkü diğer dosyada tüm bunların saçmalık olduğunu söylemiş ya… Hatta diğer tanıkların da gelmesini isteyin, hani aleyhinize beyanda bulunmuşlar ya… Ama Adli Tıp, bu dijitaller bunun içindekilerle eşleşti diyebilir. Kimin, ne zaman oluşturduğunu yazmaz. Neyse endişelenmeyin, bu flash bellek boş. Eşleşmeyi buradan da çıkarırız, eşleşme çok kolay işte. İşte bu yüzden sizi reddettik, diyoruz ki böyle yargılama olmaz.
İşin kurgu kısmını bir kenara bırakıp Hollanda Belçika belgelerine gelelim. Sizin binanızın temeli bu olacak çünkü. Bu belgelerle ilgili çok önemli bir şey var. Hiçbir zaman güvenmedikleri ellere bırakmamışlar. Fikret uğraşmış, Ramazan Akyürek uğraşmış; Mahkemeler 9 kere yazmış, hiç göndermemişler bile yıllarca.
Bir kere birisi fotokopi yollamış. Onu gönderen kim, İsmet Bozkurt. Sayın savcının mesai arkadaşıydı, yakın zamanda tanıdık biz kendisini. FETÖ borsacısı çıktı. Bir kere mi temiz el görmez bu Hollanda Belçika belgeleri?
Siz ne buldunuz, biz ne bulduk, ona bir bakalım bir de. Adem’in iddianamesine bakalım biraz. Halkın Hukuk Bürosu’nun örgüt ile bağını ortaya koyduğunu söylediği belgeyi rakamıyla yazmış Adem, 300 kalem evrakta aradık: Dijitalde yok bile. Sahte dijitalde bile yok.
İddianamede yazmış, kod ismi kullanıldığını tespit ettiği evrakı numarasıyla yazmış savcı Adem, 300 kalem evrakta aradık: Dijitalde bile yok. Sahte dijitalde bile yok. Çok sıkıcı bunları saymak, değil mi sayın Başkan? Siz Kozağaçlı ile Timtik’i en az 6 yıldır tutuklu tutuyorsunuz bu evrakla, Özgür’e hüküm verdiniz sayın Başkan.
İddianamede yazmış yine savcı Adem, yurtdışına rapor gönderiyormuş avukatlar. Numarasını da vermiş evrakın, aradık, sahte dijitalde bile yok sayın Başkan.
Yok, yok, yok. Avukatların örgüt ile bağlantısı olduğu fikrini kurduğunuz evraklar yok sayın Başkan. Hollanda Belçika belgeleri bundan ibarettir, şimdi çöktü bu dosya. Altında Ramazan mı kalacak? Siz yıkılan bu çatının altında nerede kalacaksınız, kararınızla onu vereceksiniz sayın Başkan. Ramazan’ın, Fikret’in, savcı Adem’in yanında mı yoksa dışında mı?”
“Soruşturma hiçbir kurala uymadan yürütüldü”
Avukat Several Ballıkaya şu şekilde konuştu:
“Ebru bu dosyada yaşanan adaletsizlikleri teşhir etmek için bedenini ortaya koydu. Sevgi, saygı ve özlemle anıyorum kendisini.
Ocak 2013’te bir sabah, silahlı ve kar maskeli polisler arkadaşların avukatlık bürolarının kapısını kırarak girdi, kendilerini gözaltına aldı, dosyalarına el koydular. Soruşturma işlemleri savcı tarafından başlatılmış görünse de, tüm işleri polis yürütmüştü. Kanun’da tanımlandığının tam tersi. 2012’de savcılığa bir başvuru yapmışlar, soruşturma açılmasını istemişler, cevap veren: Adem Özcan.
Savcı Adem aynı gün soruşturmayı başlatmış, hiçbir inceleme yapmadan hemen talebi kabul etmiş. Hiçbir usul kuralına uyulmaksızın bu soruşturmalar yürütülmüştür. Örneğin, meslektaşlarımız avukat olmalarından ötürü, avukatlara uygulanması gereken soruşturma usullerinin hiçbirine riayet edilmemiştir.
Adalet Bakanlığından izin alınması zorunlu olsa da, bu izin alınmamıştır. İstisna halinin dosyada bulunmadığı da açıktır. İzin sürecine tabi yürüseydi, izin alınana kadar ifade dahil hiçbir usul işlem yapılamayacak, soruşturma devam etmeyecekti. Ancak soruşturma tamamlanmış, şart tamamlanmadan dava açılarak kovuşturma aşamasına geçilmiştir. Meslektaşlarımız hakkındaki tüm iddialar avukatlık faaliyeti, yani görevleriyle ilgiliydi.
Dosya kapsamında yapılan tüm iletişimin dinlenmesi ve teknik takip kararları yasadışıdır. Bu kararları alan birçok hakim şu anda tutukludur. Her ne kadar iletişimin dinlenmesi kararlarının, suç işlendiğinin açığa çıkarılması için alındığı söylense de, bu kararlardan önce herhangi bir suçlamaya ilişkin delil bulunmamaktadır dosyada. İletişimin dinlenmesi, AİHM kararlarına göre son çare olmalıdır. Ancak öyle yapılmamış, doğrudan polisin talebi yerine getirilmiştir.
Kanuna göre, avukatlar ile müvekkilleri arasındaki görüşmeler kayda alınamaz. Ancak dosyada bulunan bir kısım kayıtlar bu niteliktedir. Bu kayıtlar hiçbir biçimde hükme esas alınamaz. Yine suçlama ile hiçbir ilgisi bulunmayan görüşmeler dosya kapsamına alınmıştır. Suç unsuru bulunmaması nedeniyle imha edildiği söylenen kayıtların HTS kayıtlarının alınması istenmiş savcı Adem Özcan tarafından, üstelik başka delil elde etme imkanı bulunmadığı söylenerek.
Mahkeme kararı olmaksızın teknik takip yapılmıştır. Teknik takip kararı sonradan alınmıştır. Dosyada bulunan birçok görüntü, mahkeme kararı olmadan yapılan teknik takiplerde çekilmiştir. Bu görüntüler hükme esas yapılamaz, hukuka aykırıdır.
Meslektaşlarımızın kendi aralarındaki işlerini organize etmek için yaptıkları görüşmeler dayanak gösterilerek, teknik takip ve iletişimin tespiti kararları alınmaya devam edilmiştir. Bu görüşmeler örgütsel görüşme kabul edilmiştir. Bu dosyada talep ettiğimiz şeyleri kabul etseydiniz belki de Ebru yaşıyor olacaktı. Sizden öncekiler de taleplerimizi kabul etmemişti, siz de kabul etmediniz.
Bu dosyada bir kan var, bir can var. Tüm bunları göz önüne alarak kararınızı verin. Bize tahliye ve beraat istemek zül geliyor. Bunu yapmalısınız.”
Mahkeme başkanı salonu terk etti
Avukat İlhan Cihaner’in beyanda bulunmasına müsaade etmeyen Mahkeme Başkanı, 22 sanıklı dosyada tüm sanıklar müdafi olarak 5 avukata söz verdiği gerekçesiyle başkaca müdafiye söz vermeyeceğini belirtti. Her bir sanık için 3 müdafi hakkı olduğu itirazlarını dinlemeyerek salonu boşaltması için jandarmaya emir vererek salonu terk etti.
Çağdaş Hukukçular Derneği duruma karşı “Savunma hakkımızı gasp eden mahkeme başkanı kanuna aykırı emirle Jandarma’ya müdahale emri verdi. Kabul etmiyoruz! Susmadık, susmayacağız!” dedi.