4.7 C
İstanbul
24 Kasım Pazar, 2024
spot_img

Cevahir- 1: Nezaket ve devrimcilik – Ertuğrul Bilir

“Aşkla Sana” adlı belgeselde 1968 kuşağının devrimci önderlerinden Hüseyin Cevahir’in yaşamı anlatılıyor. Belgeselde Cevahir’e kendi devamcıları aracılığıyla da olsa düşüncelerini savunma olanağı sağlanmıyor

2023 yılında Hüseyin Cevahir Hakkında “Aşkla Sana” isminde bir belgesel yapıldı ve “Hüseyin Cevahir. Yaşamı- Mücadelesi-Yazıları”[1] ismiyle bir kitap yayımlandı. THKP-C’nin önderlerinden Hüseyin Cevahir hakkında 2020 yılında Hüseyin Solgun’un “Cevahir” adlı çalışması yayımlanmıştı. Yazının bu bölümünde “Aşkla Sana” belgeseli ve belgeselin danışmanı Bülent Küçük’ün iddiaları üzerinde durulacaktır. Yazının ikinci bölümünde ise “Hüseyin Cevahir. Yaşamı-Mücadelesi-Yazıları” kitabı ve Cevahir’in yazılarından hareketle Hüseyin Cevahir üzerinde durulacaktır.

2022 yılı Kızıldere’nin 50. yıl dönümüydü. Türkiye devrimci hareketinin kavgayı dişe diş veren önderlerinin öldürüldüğü tarihin 50. yıl dönümünde kitaplar yayımlanması, geniş kapsamlı toplantıların yapılması, büyük çaplı anmaların yapılması beklenirdi. Olmadı. Hikmet Kıvılcımlı’nın 50. ölüm yıldönümü olan 2021’de, ne iyi ve güzel ki, kitaplar yayımlandı, toplantılar düzenlendi. 6 Mayıs 2022 civarında 3 fidan için de nispeten yaygın şekilde bazı etkinlikler yapıldı. Ancak Kızıldere’nin yıldönümü etkinlikleri çok zayıf oldu. Bu durum Mahirlerin devrimci mirasının devamcısı olduğunu iddia eden tüm siyasal oluşum, çevre ve kişiler açısından bir olumsuzluğun yansımasıydı.

Öncelikle Arin İnan Arslan’ın yönetmenliğinde yapılan “Aşkla Sana” belgeseli ve belgesele danışmanlık yapan Doç. Dr. Bülent Küçük’ün 9 Temmuz 2023 tarihinde Gazete Duvar’da yayımlanan söyleşisi üzerinde kısaca durmak yararlı olacaktır. Ama öncesinde bir konuyu netleştirmekte yine yarar var. Elbette ki herkes istediği konu üstünde, buna devrimcilerin yaşamları da dahil, kendi yorumlarıyla kitaplar yazabilir, filmler yapabilir, röportajlar verebilir, bu tartışmasız. Ancak sosyalistlerin, devrimcilerin de bunları eleştirme hakkı vardır. Hatta bazıları için, özellikle anlatılan devrimcinin geleneğinden geldiğini iddia edenler için, bu aynı zamanda bir görevdir.

“Aşkla Sana” belgeseli ilk olarak 1 Haziran’da Dersim’de gösterildi. Daha sonra 16 Haziran’da İstanbul’da bir gösterimi yapıldı ve 7 Ekim’de de Kartal’da kitlesel bir gösterim yapıldı. Ben belgeseli 7 Ekim’de izledim. Belgeseli tekrar izleme şansım olmadığı için, gösterimden hemen sonra tuttuğum notlara dayanarak belgesele ilişkin bazı noktalar üzerinde durmak isterim.

Aynı hattın devamcıları nerede?

“Aşkla Sana” belgeseli, Bülent Küçük’ün röportajının verdiği izlenimin aksine, liberal iddialarla dolu bir belgesel değil. Belgesel Hüseyin Cevahir’in ailesinin, yeğenlerinin aktif desteğiyle gerçekleştirilmiş. Cevahir’in doğup büyüdüğü yerleri, ailesini görmek, onların anlatımlarını dinlemek önemli.

Belgeselde çok sayıda kişiyle görüşülmüş. Görüşülen kişilerin çok büyük çoğunluğu Cevahir’in okul veya mücadele arkadaşları. Görüşülen siyasal kişiliklerden ismini hatırladıklarım İlkay Demir, Necmi Demir, Necati Sağır, Ömer Laçiner, Ülkü Ahmet, Bingöl Erdumlu, Gün Zileli, İlhami Aras, Kemal Kaçaroğlu, Tuğrul Eryılmaz. Belgeselde, ayrıca Oktay Etiman’ın bir söyleşisinden, ele alınan konuyla ilgili parçalar sunuluyor. Daha sonraki kuşaktan MLSPB’li bir kişiyle de, Cevahir’i vuran asker olan Cihangir Erdeniz’in vurulmasıyla ilgili olarak görüşülmüş. Görüşme yapılan kişiler arasında Cevahir’in içinde bulunduğu siyasal yapının ideolojik-politik hattının devamcısı olma iddiasında olan hiç kimse yok. Görüşülenlerden daha sonra siyasal faaliyete devam etmiş olanların çoğunluğu 1974 sonrasında ya Aydınlıkçı ya da TKP’li olmuşlardır. PDA’cı olan Gün Zileli’yle yolları daha 1970’te ayrılmıştır. İlhami Aras ve Kemal Kaçaroğlu ise THKP-C’nin siyasal hattıyla aralarına kalın çizgilerle mesafe (“Yol Ayrımı”) koymuş sosyalistlerdir. Bilindiği gibi o dönem mücadele içinde olan, THKP-C ve Dev-Genç davalarından yargılanan, Cevahir’le değişik düzeylerde teması olan, sonrasında onların siyasal çizgisini devam ettirme iddiasında olan, belgeselin hazırlandığı dönemde de halen hayatta olan epey sosyalist vardır. Elbette ki, belgeselde yer alan kişilerle de, Cevahir’in siyasal hattına eleştirel yaklaşan başkalarıyla da konuşmak belgeseli yapanların bileceği iştir. Ancak bir devrimci hakkında belgesel yaparken onun siyasal düşüncelerini sahiplenerek aktarabilecek başka kişilerle de görüşmelerini beklemek de bizim, doğal olarak, hakkımızdır.

Bu konuda, 7 Ekim gösterimi sonrasındaki söyleşi sırasında da ifade ettiğim, bir örneği paylaşmakta yarar var. Belgeselde Kemal Kaçaroğlu mealen “1970’te biz Söke dağlarında gerillacılığa hazırlanırken 15-16 Haziran direnişi oldu, işçi sınıfı isyan ederken biz başka bir yöne gidiyorduk” diyor. Bu düşünce tabii ki Kaçaroğlu’nun o dönemdeki düşüncesi değildir. Kaçaroğlu 15-16 Haziran direnişinden sonra, o dönemde “işçi sınıfına” yönelen ekiplerde yer almayıp, oluşum süreci hızlanan THKP-C’yi oluşturan ekip içinde yer almış ve 1970 Aralık ayında silahlı bir eylem hazırlığındayken yakalanmıştır. 15-16 Haziran direnişinin değerlendirmesi ayrı yazı konusu olmakla birlikte Mahir ve arkadaşlarının o dönemde bu direnişten çıkardığı dersin “düzenle politik olarak cepheden mücadeleye girecek bir öncü savaşçı örgüt olmazsa işçilerin kitle hareketinin düzenin duvarlarına çarpıp sönümleneceği” şeklinde özetlenebileceğini düşünüyorum. Elrom eylemi, Maltepe, Arnavutköy, Kızıldere direnişleri 15-16 Haziran’da işçi sınıfının aşamadığı, kendiliğinden aşamayacağı sınırların aşılmasını sağlamak için girişilen bir mücadelenin parçasıdır. Dolayısıyla 15-16 Haziran’la Kızıldere birbiriyle çelişen değil, birbirini sürdüren mücadelelerdir. Kaçaroğlu ve arkadaşları ise 1971-72 yenilgisinden sonra fikirlerini değiştirmiştir. Tarihsel süreç Mahir ve arkadaşlarının yaklaşımının haklı olduğunu göstermiştir. Bu belgeselde ise Mahir ve Hüseyin’e kendi düşüncelerini, devamcıları aracılığıyla da olsa, savunma olanağı sağlanmamıştır.

Unutulmuş mu?

Belgeselin proje danışmanı Bülent Küçük’ün Hüseyin Cevahir hakkında “Türkiye 68’inin Unutulan Simgesi: Hüseyin Cevahir” başlığını taşıyan bir de makalesi[2] yaz aylarında yayınlanmıştır. Yazının başlığını görür görmez “Unutulmuş mu?” sorusunu sormamak mümkün değil. 1968’in etkisinin bugün geçmişe göre çok daha az olduğu hepimizin malumu ama 1968 dönemi hakkında fikri olanların çok büyük çoğunluğunun hatırlayacağı 5-10 isimden birisi için “unutulmuş” ifadesini kullanmak başlı başına abartılı ve yanlış bir dramatizasyon. Ölümünden 52 yıl sonra bile ismi sloganlarda, şiirlerde, marşlarda, anmalarda bu kadar sık geçen, hakkında kitaplar yayımlanan kişilerin sayısı çok azdır. Ve o, hakkında “Ve Cevahir’imi kalbime gömüp dönerim hain hücreme” (Mahir Çayan) dizeleri yazılan devrimcidir.

Bülent Küçük’ün bu yazısında Cevahir’in nezaketi, düşünceliliği, sanat ve edebiyata ilgisinden söz ederek sorduğu “… böyle bir kişi nasıl olur da bir banka soyguncusu ve hatta bir gangster olarak insanları rehin alarak öldürmek ve öldürülmek için hayatını riske atmıştır?” sorusu yanlış bir sorudur.

Soru yanlıştır çünkü sayılan bu özellikler devrimcilikle, militanlıkla çelişen özellikler değildir. Devrimcilik sanat ve edebiyata ilgisiz kişilerin yaptığı bir tercih değildir. Milyonlarca insanın sanattan, edebiyattan, insanlığın binlerce yıllık tarihinin sağladığı olanaklardan, yaşamın geliştirilmiş zevklerinden yararlanamayacak kadar kötü şartlarda ve sömürü altında yaşatılmasına isyan da devrimciliğin gerekçelerinden birisidir. Küba devriminin ilham kaynaklarından olan José Marti, şair ve yazardır. Marx’ın yazıları derin bir tarih ve edebiyat ilgisini, bilgisini yansıtır. Ayrıca Türkiye, Nazım’ın memleketidir. Şiir, edebiyat ve sanata olan ilgiyle devrimciliği çelişkili görmek ise, en azından, cehalettir.

Bülent Küçük Hüseyin Cevahir’in yaşadıklarının “gönüllü bir seçim olmadığı, olumsal bir zorunluluğun zorunlu seçimi olduğu” şeklinde değerlendirme yapıyor. Girdikleri siyasal yolu bilinçle seçmediklerini düşünmek onlara karşı çok küçümseyici bir değerlendirmedir. Cevahir’in Küba devrimi üzerine değerlendirme ve polemik yazısı vardır. Yazıda Küba devrimine yapılan “fokoculuk” ve “Debrayizm” eleştirisi cevaplanmakta, devrimde sınıfların durumu değerlendirilmekte, Türkiye’deki devrimcilere görevler tanımlanmaktadır.[3]

DEV-GENÇ Başkanı olacaktı

Söz konusu mücadeleye girişen kadronun neredeyse hepsi 2 yıldır “halk savaşı” ve silahlı mücadele gereğini savunuyor. İçlerinde Filistin’e gidip gerilla eğitimi alanlar (örn. Yusuf Küpeli), Söke, Antalya, Karadeniz dağlarında kamp yaparak tecrübe kazanmaya çalışanlar vardır. Hüseyin Cevahir 1970 Nisan ayında, devrimcilerin yaptığı ilk organize silahlı saldırı eylemlerinden olan, Amerikan Yardım Örgütü (AID) deposunun yakılması eylemine katıldıktan sonraki birkaç ay aranır durumda kalıp ardından tutuklanmıştır. 1970 Ekim ayında yapılan Dev-Genç kongresi için başkan adayı olarak düşünülmüş, ancak o tutuklanınca başkanlığa Ertuğrul Kürkçü önerilmiştir. Birkaç ay sonra serbest kaldığında yeni oluşmakta olan THKP-C’nin kuruluş, örgütlenme, eylem sürecinde yer almaya devam etmiştir. Onların silahlı mücadeleye, yeterli hazırlık yapmadan başladıkları, tabii ki, açıktır. Ama devrimcilerin nerede ve ne zaman tam olarak hazırlanıp mücadeleye girmek gibi bir seçenekleri olmuştur ki? Hazırlıksızlık, tecrübesizlik nedeniyle birçok hata yapıp kısa sürede bir yenilgi almışlardır. Elrom olayında bile arkalarında bıraktıkları çok sayıda ipucu vardır. Ama bunlara rağmen onların, giriştikleri mücadelenin muhtemel sonuçlarını bilmediklerini söylemek gerçekliği tümüyle baş aşağı yapmak olur. Onlar sadece başarılı devrimlerden değil, yenilgiyle biten mücadelelerden de haberdardır. Onlar düzenle silahlı bir mücadeleye başlamadan önce Bolivya’da Che Guevara (1967), Brezilya’da Carlos Mariguella (1969), Bolivya’da İnti Peredo (1969) öldürülmüştür. Elbette Mahir, Hüseyin, Ulaş ve mücadele arkadaşları bu mücadeleye öldürülmek için girmemişlerdir ama öldürülmelerinin kuvvetle muhtemel bir sonuç olduğunu bilerek bunu göze almışlardır.

Doç. Dr. Bülent Küçük’ün Gazete Duvar’da 9 Temmuz 2023 tarihinde yayınlanan söyleşisinin, bu yazıda sadece Hüseyin Cevahir’le ilgili bazı bölümleri üzerinde duracağız.[4]

“Politikleşme sürecini, insanlarla bağ kurabilme nezaketini, bilincini, yarasını, cesaretini ve öfkesini şekillendiren şeyler, ‘bu egemen kimlikten gelen her solcunun sahip olmadığı gündelik bilgi stokudur’ diyebiliriz. Ne var ki, ne güvenlik aparatları ne de birlikte mücadele ettiği arkadaşları, bu cevherin farkında.”

Bülent Küçük; sosyalistleri, devrimcileri “egemen kimlikten gelen” ve “egemen kimlikten gelmeyen” şeklinde ayırmadan onların davranışlarını da hiçbir şekilde değerlendiremiyor. Sınıf, sınıf bilinci, sınıf öfkesi gibi olgular onun dünyasında yok. Liberaller nezaketi, bilinci, yarayı, cesareti ve öfkeyi sadece ulusal vd. kimlikler ile ilgili olunca kabul ediyorlar.

Küçük bir de “ne güvenlik aparatları ne de birlikte mücadele ettiği arkadaşları, bu cevherin farkında” diye yargı dağıtarak güvenlik aparatlarıyla devrimcilerin “farkındalıklarını” eşitliyor. Güvenlik aparatları bu cevherin farkında olsalar yaptıklarının dışında ne yaparlardı anlamak mümkün değil. Öldürmezler de ödüllendirirler miydi? Birlikte mücadele ettiği arkadaşları da Cevahir’in cevherinin farkında değilmiş. Mücadele arkadaşları SBF Öğrenci Derneği Başkanı, THKP-C’nin kurucularından ve Genel Komite üyesi olan kişinin cevherinin farkında değillermiş. Cevahir’deki cevheri fark etseler ne yaparlardı acaba? Mücadeleden uzak mı tutarlardı? Yurt dışına mı gönderirlerdi? Önder kadrolardan birisi olarak mı değerlendirirlerdi?

Gelişme sürecindeki devrimci

“Mesela 1971 Mayıs’ında Maltepe’de kuşatıldığı evde, teslim olmanın onu yaşatmayacağını Seyit Rıza’nın akıbetinden biliyor. Seyit Rıza müzakereye/anlaşmaya davet edilirken ipe yollanmıştı.”

Bülent Küçük, anlaşıldığı kadarıyla, insanların sadece ulusal kimliğinden doğru bazı şeyleri öğrenebildiğini sanıyor. Ortak hafıza, siyasal bilinç vb. olgulardan haberdar değil. Bu bakışla, Mahir Çayan’ın “Cumhuriyet’in kolonyal/ırksal karakterini görmek istemeyen” “Türk Solu”ndan birisi olarak Maltepe’de ve daha sonra Kızıldere’de teslim olmak isteyen birisi olduğunu sanıyor muhtemelen. Benzer şekilde Ulaş’ı, Koray Doğan’ı, Kızıldere’de kahramanca hayatını kaybeden diğer devrimcileri sadece “egemen kimlikten” gelip gelmemesiyle anlamanın mümkün olduğunu sanıyor muhtemelen. Yanılıyor!

Hüseyin Cevahir, Dersimli Alevi ve Kürt bir devrimcidir. Sosyalistler onun bu kimliklerini yok saymazlar ama onun bu kimliklerini içinde yer aldığı devrimci süreçlerin karşısına da koymazlar. Bu kimliklerin varlığı da insanları mutlaka devrimci ve önder nitelikli yapmaz. Dersim’in Alevi Kürtleri çok sayıda tutarlı, mücadeleci devrimcinin çıktığı bir topluluk olmakla birlikte düzenin parçası olan, düzene yamanan veya sosyalist olduğunda da birbirinden çok farklı geleneklerde yer alan insanlar da çıkarmıştır. Öte yandan Samsun doğumlulardan Mahir, Hacıbektaş doğumlulardan Ulaş, Fatsa doğumlulardan Ertan Saruhan ve ülkenin her yanından devrimciler yetişmiştir.

Sosyalist hareketi Bülent Küçük gibi değerlendirenler, “Türk Solu”nun sabit değişmez bir bakışı olduğunu sanıyor. Oysa Türkiye sosyalist hareketinin bir yandan kitleselleşip bir yandan hızlı şekilde teorik, politik gelişme yaşadığı bir dönemde (1965-1972) 1 yıl bile çok uzun bir süre. Bu kadar sürede kişiler ve hareketler niteliksel dönüşüm yaşayabiliyorlar. Hüseyin Cevahir’in 1970 Mayıs ayında Aydınlık Sosyalist Dergi’de yayınlanan (Bülent Küçük’ün de röportajında alıntı yaptığı) “Doğu Anadolu Raporu”ndaki kavramları vb. gelişme sürecindeki bir devrimciyi gösteriyor. Rapor Kürt köylülere yapılan baskı ve işkenceleri aktarıp değerlendirmesini yapıyor. Hüseyin Cevahir’in buradaki yaklaşımı büyük oranda “ana dil” ve varlığın tanınması ile sınırlı. Bu yazıdan 8 ay sonra yayınlanan “Aydınlık Sosyalist Dergi’ye Açık Mektup” yazısı ise milli meseleyi “ayrılma” hakkını da içerecek şekilde ele alan bir yazıdır. Bu yazıda Hüseyin Cevahir’in imzası yoksa da kolektif bir yazı olarak değerlendirmek yanlış olmayacaktır. Dolayısıyla Hüseyin Cevahir de, Türkiye devrimci hareketi de niceliksel ve niteliksel olarak gelişme içindedir.

Gelecek yazıda Hüseyin Cevahir üzerinde durmaya devam edeceğiz.

Dipnotlar:

[1] Suat Batur ve İlhan Şimşek (Haz.). Hüseyin Cevahir. Yaşamı-Mücadelesi-Yazıları. 2023. İstanbul: Su Yayınevi.

Bu kitap 2011 yılında Adalı Yayınları tarafından yayınlanan “Kavgamızın Cevahiri” kitabına yeni önsöz ve bazı eklemeler yapılarak hazırlanmıştır.

[2] Bülent Küçük. Forgotten Icon of ’68 in Turkey: Hüseyin Cevahir. Rethinking Marxism, 35:3, 404-414, DOI: 10.1080/08935696.2023.2215141

[3] Hüseyin Cevahir. “Kitleler, Küba Devrimi ve Yeni Oportünizm”. Aydınlık Sosyalist Dergi. 1970 Eylül, S. 23’den aktaran Suat Batur ve İlhan Şimşek. Hüseyin Cevahir. Yaşamı-Mücadelesi-Yazıları. İstanbul: Su Yayınevi. 2023.

[4] Hüseyin Cevahir’in hayatı film oldu: Aşkla Sana.

Son Haberler

ÇOK OKUNANLAR

ÖZGÜR BİR DÜNYA İÇİN!

KALDIRAÇ DERGİSİ'NİN KASIM SAYISI ÇIKTIspot_img

ARTIK TELEGRAM'DAYIZ!

spot_img

DÜNYAYI İSTİYORUZ!

İŞÇİ GAZETESİ'NİN 218. SAYISI ÇIKTI!spot_img

Bizi takip edebilirsiniz

369BeğenenlerBeğen
851TakipçilerTakip Et
14,108TakipçilerTakip Et
1,920AboneAbone Ol