Kays Said’in farklı bir ekonomik ve siyasi programı olmadığı açık. Şimdiye kadar ortaya koydukları yolsuzlukla mücadele iddiasından ibaret ve bu tek başına siyasi bir program teşkil etmez.
Tunus; son on yılda özgürlükler, demokrasi ve sosyal adalet için devrimin sembolü haline geldi. Egemen sınıfların hırslarını kırmak için ittifak kurmalarına rağmen, bir halkın iradesini gerçekleştirebildiği, demokrasiyi inşa edebileceği ve onu tamamlamaya çalıştığı “umut ve örnek” olarak özelde Arap halklarının ve genelde dünyanın vicdanında yaşadı. Ancak, son on yılda siyasi süreç, halkın taleplerinin gerçekleşmesini engellemek için bir dizi müdahaleye de tanıklık etti. Cumhurbaşkanı Kays Said, onu destekleyen bölgesel ve uluslararası aktörler tarafından demokrasiyi baltalayacak bir dizi önlem alması için ya da onların deyimiyle süreci yeniden düzeltmek için görevlendirildi.
Said, ülkede Cumhuriyet günü olarak anılan 25 Temmuz’da, “Ülkenin içinde bulunduğu olağanüstü koşullar nedeniyle” meclisin tüm yetkilerini dondurduğunu, milletvekillerinin dokunulmazlığını askıya aldığını belirterek, mevcut Başbakan Hişam el Meşişi’yi görevden aldığını duyurdu. Tunus’un siyasi sürecinde yeni bir durum ortaya çıkaran Said’in açıklamasının arka planı nedir? Ve nasıl ortaya çıktı? Bu nispeten uzun makalenin amacı, ortaya çıkan verilere dayanarak Tunus siyasi sahnesinin tahlili ve gelecekte en olası yönelimlerin neler olabileceği üzerine odaklanmaktadır.
Cumhurbaşkanlığı
Tunus hükümet sistemi, Tunus Anayasası’nın 80. madde uyarınca öngördüğü yakın tehlike halleri dışında Cumhurbaşkanının sınırlı yetkilere sahip olduğu bir parlamenter sistemdir. Son kararları alan Kays Said; altmışlarında bir adam. Bir politikacı değil, bir halk figürü, anayasa hukuku konusunda uzmanlaşmış bir akademisyen. 2019 Cumhurbaşkanlığı Seçimlerine katıldı ve karizması sayesinde çeşitli akımlardan rakiplerine karşı yarışı kazandı. Dürüstlüğüne ve başkanlık ve diğer işlerinin yönetimindeki katılığına ek olarak “zarif konuşma tarzı” ve klasik Arap dilini diğer Arap politikacıları ve liderleriyle kıyaslanamaz bir beceriyle kullanmasıyla tanınırdı. Bu da onu özellikle Arap ve Tunus halkları arasında halkçı ve sevilen bir şahsiyet haline getirdi. Bu avantajlarla Tunusluların oylarının kazanmayı; Ennahda’nın adayını ve Tunus’un Kalbi Partisi Lideri Nebil el Karvi’yi saf dışı bırakmayı başardı.
Parlamento ve hükümet
2011 devriminden sonra ortaya çıkan Tunus demokrasisinde, kitlesel halk hareketinin ortaya çıktığı diğer Arap ülkelerinde olduğu gibi İhvan’ın bir kolu İslamcı Ennahda Partisi en örgütlü güç olması vesilesiyle 217 sandalyeli mecliste 90 milletvekili kazanmayı başardı. Lakin Ennahda hareketi, uyguladığı ekonomik ve siyasi politikalar yüzünden girdiği her seçimden zayıflayarak çıktı. En son 2019’da gerçekleşen parlamento seçimlerinde Ennahda Hareketi kan kaybetmesine rağmen 52 milletvekili çıkararak seçimleri birinci tamamlarken onu sırasıyla Tunus’un Kalbi Partisi (38 milletvekili), Demokratik Akım (22), Onur Koalisyonu (21), Özgür Anayasa (17), Halk Hareketi (16), Yaşasın Tunus (14) ve Tunus Projesi (4) partileri izledi.
Ennahda hareketi adayı Habib Cemli başkanlığında tek başına bir hükümet kuramadı. Bu yüzden sözde düşmanı Tunus’un Kalbi ile ittifak kurdu. Sonuç olarak İlyas Fahfah başkanlığındaki bir hükümet kurulurken Ennahda’nın lideri Raşid Gannuşi parlamento başkanı seçildi. Lakin kısa bir süre sonra farklı partiler ve bağımsızlardan 105 milletvekilinin ortak dilekçeyle Fahfah hükümetinden güvenoyunun çekilmesini talep etmesiyle Tunus tarihinin en kısa süreli hükümeti düşmüş oldu. Daha sonra Kays Said, hükümeti kurmak için Hişam el Meşişi’yi görevlendirmiş ancak görevden alındığı 25 Temmuz tarihine kadar bir türlü güvenoyu alabilen bir hükümet tesis edememişti.
Tunus siyaset sahnesi, siyasi partilerin kendi aralarındaki çıkar ittifakları ve yolsuzluğun en açık örneği. Ennahda’nın, Tunus’un Kalbi ile olan ittifakı, programatik bir yakınlaşma sonucu ortaya çıkmadı. Daha çok, Ennahda’nın seçim kampanyasında aldığı yabancı fonları örtbas etmesi karşılığında Tunus’un Kalbi’nin liderinin peşinde olan kara para aklama dosyasının ve şüpheli anlaşmaların takibinin durdurulmasıyla kendini gösteren ortak çıkarları yönetmek içindi. Milletvekili Abir Musa’nın liderlik ettiği meclis bloğuyla beraber Ennahda’nın siyasi hayata hâkimiyetini protesto etmek için meclis çatısı altında oturma eylemi gerçekleştirirken utanç verici dayak sahnelerini hepimiz hatırlıyoruz. Gerçi Abir Musa, anti demokratik eğilimlerini ortaya koymuş ve eski rejimin tesisi için çalışmada bulunmuştur. Ama yine de Ennahda milletvekiline şiddet hakkı vermez.
Tunus Anayasasının 80. Maddesi nedir?
Tunus Anayasası, merhum Tunus Cumhurbaşkanı Habib Burgiba döneminden bu yana yürürlükte olan 1959 anayasasının kaldırılmasının ardından 2014 yılında hazırlandı. Yeni anayasa; Ennahda hareketinin anayasanın hazırlanma ve kaleme alınma sürecindeki hâkimiyeti de dahil olmak üzere eleştirilerden kurtulamadı.
Kays Said, yeni anayasa hakkında yasal gözlemlerini sunmak üzere davet edilen uzmanlardan biriydi. Böylece Said, taslağın hazırlanmasından bu yana ayrıntılarını ve tüm yasal boşluklarını öğrenme fırsatı buldu. 80. madde, “Cumhurbaşkanı, ülkenin bütünlüğünü ve ülkenin güvenlik ve bağımsızlığını tehdit eden yakın bir tehlike durumunda, devletin çarklarının normal işleyişinin imkânsız olduğu bir süreçte, bu istisnai durumun gerektirdiği tedbirleri almayı” içeriyordu. Bu tedbirler, başbakan ve meclis başkanı ile istişare edildikten ve Anayasa Mahkemesi Başkanına bilgi verildikten sonra alınabilir ve sonrasında halka açıklanabilir. Dolayısıyla Said, yalnızca Anayasa Mahkemesi kararıyla uygulanabilecek; prosedürleri belirlemeyen boşluktan yararlandı.
Anayasa Mahkemesi
Anayasanın yürürlüğe girmesinden bir yıl sonra, yani 2015 yılında kurulması gereken Anayasa Mahkemesi, Ennahda hareketi meclis çoğunluğuna sahipken daima tesisinden kaçındı. Anayasa Mahkemesi, 12 hakimden oluşmaktadır. Bunlardan dördünü Cumhurbaşkanı, dördünü Yüksek Yargı Kurulu belirlemekteydi. Ancak Ennahda, anayasayı maniple etme süreci mümkün kalsın diye o dönemde adayları göndermekten kaçınmış ve böylece pratikte üstünde yetkiye sahip Anayasa Mahkemesinin denetiminden kurtulmuştu. Ennahda hareketi, Tunus sokaklarındaki yerini kaybedip çoğunluğu yitirdiğinde, diğer milletvekili blokların çoğuyla arasındaki farklılıkların derinleşmesiyle, meclisin anayasa mahkemesine gönderilecek dört aday üstünde mutabık kalması zorlaştı.
Said, meclisin önerisini mutlak çoğunluk tarafından desteklenmediği için kabul etmedi ve tasarıyı yeniden gözden geçirmek üzere meclise geri gönderdi. Said böylece Anayasa Mahkemesinin kurulmasını ve dolayısıyla ancak bu mahkeme kararıyla gerçekleşebilecek olan görevinden alınması olasılığını engelledi. Ennahda’nın aradığı şey de buydu ve Anayasa Mahkemesinin yokluğunda onun adına hareket etme ve yorumlama hakkını da kendisine garanti etti.
Said’in 25 Temmuz arifesinde yaptığı tam olarak budur. Said, kararlarında başbakana ve parlamentoya danıştığını belirtirken, Gannuşi kendisine danışıldığını yalanladı. Bu nedenle yukarıdaki veriler ışığında, üç devlet kurumu (parlamento, hükümet, cumhurbaşkanlığı) veya iktidar sistemi olarak bilinenler arasında derin bir çatışma olduğu anlaşılmaktadır.
Said’in kararları darbe mi?
Tek kelimeyle “evet”. Said’in kararları tüm ölçülere göre bir darbedir. Bunun nedeni, Said’in siyasi durumu çözmek için acil önlemlerle yetinmemesi, çözüm için bir program sunmaması ve hükümeti feshederek metnin müsamaha göstermediği yorumlarla anayasayı kötüye kullanmasıdır. Meclisin bir ay süreyle toplanmasını engellemek, dokunulmazlığı kaldırmak ve yasama, yürütme ve yargı yetkilerini üstlenmek kararında olduğu gibi…
Çözümün gerçekleşmemesi halinde sürenin uzayıp uzamayacağını bilmiyoruz. Said, kararlarını uygulamaya koymak için askerileri ve güvenlik teşkilatını kullandı. Nitekim Said, seçildiği günden beri parlamento ve hükümetin dışında karar almada tekelleşmek ve Arap dünyasında yeni bir diktatörlük kurmak için mücadele etme hedefi doğrultusunda adım atmıştı. Öte yandan, Said’in seçilmiş bir cumhurbaşkanı olması, ordunun yardımıyla iktidarı ele geçirmemesi ve temiz geçmişi, Ennahda hareketinin siyasi hayattaki baskınlığı ve gizli aygıtı gibi resmi polis aygıtına paralel olması, bazı gözlemcileri Said’in hareketini darbe olarak nitelendirmekte tereddüt ettirdi.
Bununla birlikte Said’in, seçilmediği makamlardan sorumlu hale gelmesi nedeniyle, otoritenin taraflarından birinin görevi kötüye kullanarak gücü zorla ele geçirme sürecini haklı çıkarmaz.
Dış müdahaleler ve Said’in kararları
Tunus’a dış müdahaleler ilk günlerden ve haftalardan bu yana durmadı. Batılı güçler, Tunus sokağının hareketinden şok olduktan sonra açıkça devrime karşı çıktılar. Ancak değişimin kaçınılmaz olduğunu anladıktan sonra kısa sürede pozisyonlarını değiştirdiler. Halk hareketini; kendi çıkarlarını güvence altına almada bir araç olarak kullanabilmek için medya ve istihbarat örgütlerini devreye soktular. Devrimin gidişatını toplumsal ve ekonomik hedeflerinden saptırmak için harekete geçtiler. Aslında hem Tunus’ta hem de bir hedefle başlayıp yıkımla sonuçlanan çeşitli Arap devrimlerinde olan da budur.
Tunus’taki son olaylar, Arap devletleri arasında bölgesel bir çatışmayı da yansıtıyor. Bu çatışmanın bir tarafında her türlü destekle ve medya kanalıyla siyasi İslam’ı yönetme çabasında olan Katar, diğer tarafında Arap dünyasında nüfuzlarını arttırmaya çalışan BAE ve Suudi Arabistan mevcut. BAE’nin Said’in kararlarıyla ilgili bilgisinin olduğunu gösteren kanıtları arasında Dubai Polis ve Güvenlik Müdürü Dahi Kalfan’ın birkaç gün önce attığı “Müslüman Kardeşleri güçlü bir darbe bekliyor” tweetidir.
Katar Emiri, Kays Said ile temasa geçmek için acele ederken, hiçbir taraf görüşmenin içeriğini açıklamadı. Ancak Özellikle Gannuşi’nin taraftarlarını meclis binası önündeki oturma eylemi için harekete geçiremeyince ve yakın destekçilerinden sadece birkaçı onun çağrılarına yanıt verdikten sonra, Katar Emiri’nin durumu sakinleştirmeye ve Nahda hareketine mümkün olan en az kayıpla bir çıkış yolu sağlamaya çalışması beklen bir tutumdu.
Darbede ABD’nin rolü
Tunus’taki gelişmelerin uluslararası bir boyutu da mevcut. Görünen o ki ABD, Ortadoğu ve Arap dünyası ile ilişkilerini yeniden gözden geçiriyor. Müttefiklerini değiştirme ve onları başkalarıyla tekrar değiştirme sürecinde.
Afganistan’da seksenlerde Taliban ile ittifaktan 2001’de düşmana ve ardından Katar’ın aracılık ettiği sürece geçti. Suriyeli muhalif savaşçılara müttefikten düşmana, Kürt savaşçılarla ortaklık bulmaya evrildi. Mısır’da İhvan ile müttefiklikten, Trump’ın en sevdiği diktatör Sisi’nin iktidarına darbeyle geçiş yapıldı.
Tunus’ta Said’in kararlarını açıklamasından birkaç gün önce kendisi ve ABD Büyükelçiliği arasında, yoğun temaslar da kaydedildi. Ayrıca Washington’un IMF ile müzakerelerde Tunus’sa destek vereceği basına yansıdı. IMF ile müzakereler dört milyar dolar için geçen mayıs ayından beri devam ediyordu. Ancak fon borcu vermek için bir siyasi istikrar ortamının mevcudiyetini şart koşmuştu. ABD’li Hazine Müsteşar Yardımcısı Eric Mayer’in geçtiğimiz hafta başkentte Merkez Bankası Başkanı Mervan Abbasi ile görüşme yapması, ABD’nin Tunus’ta yaşananların arkasında olduğu yönünde güçlü kuşkular uyandırmaktadır. Bugün Tunus’ta, Ennahda’nın Amerikan tarafını gerektiği gibi tatmin edememesinin ardından, yeni müttefiklerin kim olabileceği araştırılıyor gibi görünüyor.
Kısa vadede ne bekleniyor?
Said’in Ennahda hareketine ve ona yakın olanlara cehennem ateşi açması bekleniyor. Milletvekillerinin dokunulmazlıkları kaldırıldıktan ve hükümet feshedildikten sonra, ev hapsi kararı verilmese bile milletvekillerinin seyahatlerinin engellendiğine dair haberler var.
Said’in savcılığın yetkilerini kendisine devrettiği göz önüne alındığında, Ennahda’nın dahil olduğu yolsuzluk dosyalarının, seçim kampanyası için dış finansman dosyasını ve gizli aygıtının dosyasını açılması bekleniyordu. Sokağın gündemi haline gelen ve gizli polisin görevlerini fiilen yürüten ve başta Şükrü Belaid ve Muhammed Brahmi gibi politikacıların suikastla gizli örgütü tarafından öldürülmesi dosyasının da açılması muhtemeldir. Ennahda, aslında cumhurbaşkanı ve dışişleri bakanlığına ait olan yetkileri kötüye kullandı. Terör dosyası ve Suriye’ye savaşçı gönderilmesinin kolaylaştırılması, ilk defa duyabileceğimiz diğer konular durumunda. Bu da en sonunda Ennahda hareketinin liderlerinin çoğunun yargılanmasına ve Tunus’ta Ennahda faaliyetinin tamamen yasaklanmasına yol açabilir. Said’in parlamenter sistemi başkanlık sistemine çevirecek yeni bir anayasa taslağı sunması mümkün. Böylesi bir değişiklik, demokrasi değerlerinin, kuvvetler ayrılığının, basın ve medya özgürlüklerinin tam olarak yerleşmediği bir ülkede kazanımlar için büyük tehlike oluşturabilir.
Sonuç olarak
Kays Said’in; Ennahda ve Tunus’un Kalbi’nden farklı bir ekonomik ve siyasi programı olmadığı açıktır. Aksine, şimdiye kadar ortaya koyduğu yolsuzlukla mücadele iddiasından başka bir şey değildir ve yolsuzlukla mücadele başlı başına bir görevdir ve siyasi bir program teşkil etmez.
Said, cumhurbaşkanlığını üstlendiğinden bugüne kadar hiçbir zaman tartışılmak üzere parlamento’ya ekonomik veya siyasi bir yasa tasarısı sunmadı. Dolayısıyla Tunus halkının yaşadığı ve Covid-19 salgınının şiddetlendirdiği derin ekonomik, sosyal, kültürel ve hatta sağlık krizleriyle ilgili Said’in bir çözümü yok gibi görünüyor. Buna göre Tunus’ta yakın zamanda egemenlerin eliyle bir gelişme beklemek mümkün değil. Değişim ordunun eliyle veya dış müdahaleler gelmez. Aksine bu sözde çözümler daha fazla krize yol açacak ve çıkış yolu olmayan bir uçuruma düşecektir. Daha iyi bir yaşam için değişim, Tunus halkının kendi iradeleriyle yaptığı çözümle mümkündür.