9.3 C
İstanbul
29 Nisan Salı, 2025
spot_img

Boğaziçi Üniversitesi Afrin protestosu olayları kronolojisi

19 Mart Pazartesi

Saat 13.00’da ‘Afrin İşgali’ni “kutlamak” amacıyla herhangi bir kulüp adına izin alınmamış bir şekilde ancak içinde BİSAK’lı (İslam Araştırmaları Topluluğu) öğrencilerinin çoğunlukta olduğu bir grup tarafından masa açılıyor. ‘Afrin Lokumu’ yazısı ile açılan masadan birisi tarafından provokatif bir tweet paylaşılıyor: “Keyif cuagarası içiyorum… nasıl mutluyum bilemezsiniz.” Kısa süre içerisinde devrimcilerin de içinde olduğu, işgal güzellemesi yapılmasından rahatsız öğrenciler standın kaldırılması talebiyle toplanmaya başlıyor. Büyük ölçüde sözlü münakaşa seviyesinde kalan olaylar birkaç defa hafif itiş kakış şeklini alıyor; bu sırada lokum da yere atılıyor. Ülkeyi ve Ortadoğu’yu kan gölüne çeviren faşistlerin, siyasal İslamcıların, “Şehit masasına saldırı” dediği şey yere atılan bir lokum ve kendilerine doğru fırlatılmış bir su şişesi. Muhalif öğrenciler; “Katil AKP, işbirlikçi ÖSO”, “Katil AKP, işbirlikçi BİSAK”, “Savaşa hayır, barış hemen şimdi” ve “Biji bıratiya gelan” sloganları atarak, “İşgalin, katliamın lokumu olmaz” pankartı açıyorlar. İşgal kutlaması yapan masa, okul dışından gelen faşistler, özel güvenlik ve sivil polis tarafından da korunmasına rağmen öğrencilerin artan tepkisiyle kaldırılıyor. Masanın kaldırılması sonucu iki taraflı olarak kalabalık dağılırken, okuldan çıkan üç muhalif öğrenci polisler tarafından alıkonuluyor. İçerideki protestonun tamamen dağılması yönünde bir tehdit olarak tutulan öğrenciler, bir süre sonra resmî gözaltı uygulaması yapılmaksızın, GBT uygulaması yapılarak bırakılıyor.

‘Afrin lokumu’ masasındakiler tarafından çekilen videoların Saray medyasına servis edilmesiyle, ana akım medya ve sosyal medyada hedef gösteren haberler hızla yayılıyor.

 

20 Mart Salı günü, YÖK Başkanı basın açıklaması yapıyor. Olayları bahane ederek, muhtemelen AK Parti’nin uzun süredir üniversiteleri teslim almak için düşündüğü muhalif öğrencileri üniversiteden atmayı mümkün kılacak mevzuat değişikliğini dilegetiriyor. Aynı gün ana haberlerde olaylar çarpıtılarak “şehit anması yapılan masaya saldırı” şeklinde yansıtılmaya devam ediliyor.

 

21 Mart Çarşamba

AK Parti Gençlik Kolları provokatif bir eylem olarak üniversite kapısına kadar gelerek Türk bayraklarıyla basın açıklaması gerçekleştiriyor.

Boğaziçi Üniversitesi Rektörlüğü, muhalif öğrencileri hedef gösteren bir bildiri yayımlıyor:
“Üniversite idaremizin onayı dışında gerçekleşen söz konusu gösterilere emniyet güçleri müdahale etmiştir. Üniversitemizin ilgili birimleri bu saldırgan eylemle ilgili sorumlular hakkında gereken inceleme ve disiplin işlemlerini başlatmıştır. Konu hakkında Emniyet Müdürlüğü tarafından yürütülen soruşturma da ayrıca devam etmektedir. Bu saldırıyı gerçekleştiren birkaç kişi 20.000 nüfuslu üniversitemizi temsil etmediği gibi, Boğaziçi Üniversitesi bütünü olarak bu menfur saldırıyı ve Zeytin Dalı Operasyonu Şehitlerimize yönelik bu saygısızlığı şiddetle kınıyoruz.”

Bildiri, üniversitedeki hocalar ve öğrenciler arasında bir huzursuzluk yaratsa da Rektörlüğe yönelik açık bir tepki gerçekleşmiyor.

 

22 Mart Perşembe

Sabaha karşı 5.30 sularında, kolluk kuvvetleri, çoğunluğu terörle mücadele ekipleri tarafından gerçekleştirilen bir dizi ev baskını yapıyor. Videodan tespit edilebilen 17 protestocu öğrencinin evi basılıyor. 5 öğrenci evinde ya da yurdunda, 1 öğrenci kampüsten çıkarken gözaltına alınıyor.

Öğlen 12.30’a doğru öğrenciler, “Gözaltılar serbest bırakılsın” eylemi gerçekleştiriyor. Sivil polisler üniversite içinde saldırı gerçekleştirerek 7 kişiyi gözaltına alıyor, diğer öğrencilerin tepkisinin büyümesi üzerine kısa süreli olarak çevik kuvvet üniversite içine giriyor. Gözaltına alınan öğrenciler üç saati aşkın süre kampüsün karşısındaki otoparkta gözaltı aracında tutularak sözlü ve fiziksel işkenceye maruz bırakılıyor.

 

23 Mart Cuma

Erdoğan, 6. Parti Kongresi’nde olaylardan bahsediyor, muhalif öğrenciler terörist ilan ediliyor.

Kuzey Kampüs içerisine ve kapısına sivil polis ekipleri konuşlandırılıyor, karşısındaki otopark polislerin geçici karakolu gibi kullanılmaya başlanıyor. Bundan sonra olaylarda olduğu tespit edilen öğrencilerin kampüste olduğu anlaşıldıkça, kampüs içinde takip edip kapıdan çıkar çıkmaz gözaltına almalar başlıyor (1 yeni gözaltı).

 

24 Mart Cumartesi

Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler öğrencileri, baskıları ve polis şiddetini kınayan bir dayanışma bildirisi yayımlıyor.

 

25 Mart Pazar

İkinci dalga şafak operasyonları gerçekleştiriliyor. Yurt ve evler basılıyor. 3 öğrenci daha gözaltına alınıyor.

Polisler okul kütüphanesinin yanındaki sesli çalışma alanına girip GBT uygulaması yapıyor.

Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü öğrencileri baskıları ve polis şiddetini eleştiren, barış ve özgürlük mücadelesine destek çıkan bir bildiri yayımlıyor.

 

26 Mart Pazartesi

Üç öğrenci Kuzey Kampüs kapısından, bir öğrenci kendi ifade vermeye gittiği yerde gözaltına alınıyor.

İki kampüs arasındaki alanda sivil varlığı ve GBT tacizi artıyor.

 

27 Mart Salı

Öğrenciler kampüsteki olumsuz havayı dağıtmak için alternatif bir yöntem olarak ağaçlara ve kampüsün farklı yerlerine renk renk kurdeleler asmaya başlıyor. Fotoğraflar sosyal medyada, “Boğaziçi Özgür Kalacak” etiketiyle yaygınlaşmaya başlıyor.

Boğaziçi Üniversitesi için Mezunlar Girişimi, polis müdahalesini ve baskıcı ortamı eleştiren bir bildiri yayımlıyor.

 

28 Mart Çarşamba

Sosyal medya gündemleştirme hedefiyle açılan #boğaziçineözgürlük hashtag’i Türkiye’de “trend topic” oluyor.

 

29 Mart Perşembe

Gözaltında bulunan öğrencilerin gözaltı süresi bir hafta daha uzatılıyor. İki öğrenci daha kampüs civarından gözaltına alınıyor.

 

30 Mart Cuma

Aralarında Etienne Balibar, Judith Butler, Nancy Fraser, Naom Chomsky, Michael Hardt, Angela Y. Davis, Seyla Benhabib, Bertell Ollman gibi dünyaca ünlü akademisyenlerin de bulunduğu bir grup tarafından; muhalif öğrencilere destek çıkan, polis müdahalesini ve devletin baskıcı tavrını eleştiren bir metin imzalanıp dolaşıma sokuluyor. Şu ana kadarki imzacı sayısı 2.000’i geçmiş durumda.

Okulun Kayıt İşleri hesabından bütün maillere (öğrenci, hoca, çalışan) direniş mesajı gönderiliyor: “… Bu baskıcı ortam devam ettiği sürece ders verilmesi, araştırma yapılması ve bilimsel ilerleme sağlanması mümkün değildir. Tüm akademisyenleri ve öğrencileri zedelenmiş olan Boğaziçi kültürünü tekrar ayaklandırmak için birlik olmaya davet ediyoruz.”

Hemen ardından yine Kayıt İşleri’nden bir önceki mailin bir karışıklıktan dolayı atıldığını, Rektörlüğün onayına sunulmadan atılmış olup Üniversite’nin düşüncelerini temsil etmediğini belirten bir mail atılıyor. Yaklaşık bir saat sonrasında, doğrudan Rektörlük imzası ile iki mailin de yönetim tarafından atılmadığı ve siber saldırı olduğunu iddia eden bir mail gönderiliyor.

İki öğrenci daha okul kapısından çıktıktan sonra gözaltına alınıyor.

 

2 Nisan Pazartesi

Bir öğrenci daha kampüs civarında gözaltına alınıyor.

 

4 Nisan Çarşamba

Bir öğrenci daha kampüs kapısından gözaltına alınıyor.

 

9 Nisan Pazartesi

Kendisi ifade vermeye giden bir öğrenci daha gözaltına alınıyor.

 

10 Nisan Salı

Bir öğrenci daha kampüs kapısından gözaltına alınıyor.

 

12 Nisan Perşembe

İki öğrenci daha kampüs çıkışında gözaltına alınıyor.

Mezunların çağrısıyla Güney Meydan’da öğrenci ve akademisyen ağırlıklı “Boğaziçi Bir Arada Şenliği” düzenleniyor. Şenliğin sonunda üniversitenin özerkliğin vurgulayan “Akademik İlkeler” metni alkışlar eşliğinde okunuyor.

* Toplamda iki ayrı seferde 13 öğrenci tutuklandı, 8 öğrenci adlî kontrol şartı ile serbest bırakıldı.

γ

Neden oldu? Önceleyen süreç

Saray ve onun bekçileri kendisine biat etmeyen, onun çıkarlarına hizmet etmeyenlere karşı her gün içeride ve dışarıda yeni saldırılar gerçekleştiriyorlar. Boğaziçi Üniversitesi bu dalgaya son eklenen odaklardan. Bunun bir nedeni, Boğaziçi Üniversitesi’nin son dönemlerde, öğrencisi, akademisyeni ve diğer bileşenleriyle genelde ülkede, özelde üniversitelerde saldırılara karşı ses çıkarmaya cüret eden bir üniversite oluşu ise diğer bir nedeni de Saray’ın bir süredir kırmızı çizgisi olan Afrin işgali meselesine dair bir söz, eylem üretmiş olmasıdır.

Olayları daha iyi anlayabilmek adına filmi biraz geri saracak olursak; Boğaziçi Üniversitesi, siyasal geleneği, gençlik hareketindeki yeri, örgütlülük vb. açılardan İstanbul Üniversitesi, ODTÜ, Ankara Siyasal gibi bir sol ağırlığa sahip olmasa da zaman zaman daha radikal, politik denebilecek eylemlerle (örneğin 1990’lardaki Rektörlük işgali) ancak daha ağırlıklı olarak ise Kampüs’ün devletin ve iktidarın baskılarından mümkün olduğunca uzak, görece özerk ve özgürlükçü bir alan olarak tutulması ve bunun mücadelesiyle kendini öne çıkarmış bir üniversite. 12 Kasım 2016 tarihinde Mehmet Özkan, öğrencilerin deyimiyle “Kayyum Rektör”, Saray tarafından atanana değin Boğaziçi Üniversitesi diğer birçok üniversitenin maruz kaldığı atamalı rektör durumunu birinci olan adayların dışındaki tüm adayların geri çekilmesi ile aşıyor ve kendi rektörünü yalnız öğretim üyelerinin katıldığı bir seçimle de olsa kendisi seçiyordu. Bu zamana kadarki süreç aynı zamanda Kampüs içerisinde sol, sosyalist güçler ve Kürt Hareketi’nin çalışmalarını görece rahatça yürütebildiği belli bir güce ve meşruluğa sahip olduğu bir dönemi işaret ediyor. Okul meydanında kutlanan Nevrozlar, okuldan toplu gidilen çeşitli gösteri ve yürüyüşler, Suphi Nejat Ağırnaslı’nın (Paramaz Kızılbaş) Kobani’de şehit düşmesinin ardından okul içinde gerçekleştirilen, Boğaziçi tarihi açısından görkemli denilebilecek, hem biçim hem içerik açısından radikal ve geniş katılım anma ve Boğaziçi’nin 80 küsur öğretim görevlisi ile Barış İçin Akademisyenler listesinde en üstte yer alması vb.

Hem Kampüs içindeki bu sürecin hem de ülke genelinde Gezi İsyanı’nın bakiyesi, Saray’ı kabul etmeyen yüzde ellinin karşılığı olarak Kayyum Rektör atanması sonrasında okulda kitlesel protesto eylemleri başladı. Yarıyıl tatiline kadar belirli bir seyirde devam eden eylem-etkinlik süreci daha sonra pratiğe nadiren dökülen yaygın bir hoşnutsuzluk olarak devam etti. Kayyum Rektör’ün atanmasının ardından, ülkede 15 Temmuz sonrası görülen süreç -ilk dönem okul içi muhalefetin gücüyle geri dursa da o güç geri çekildiğinde hızla- işlemeye başladı. Yavaş yavaş üniversitenin geleceği olan özgürlükçü ortam ve sol güçlerin (örgütlü veya örgütsüz) eylem ve etkinleri sınırlandırılmaya, yer yer yasaklanmaya başladı. Daha önceki yıllarda rahatlıkla yapılabilen; medyada sansür etkinliği, arasında HDP milletvekillerinin de bulunduğu konuşmacılar olan paneller, sempozyumlar polis tehdidi ve güvenlik gerekçe gösterilerek Rektörlük tarafından engellendi. Afiş asan öğrencileri belli afişlerin asılmaması yönünde uyarmaya varan, her türlü eylem ve etkinliğin hâlâ Rektörlük’te görevli olan “sol görüşlü” akademisyenler tarafında “şunları yapmayın da şöyle daha yumuşak olsun, malum üniversite zor günlerden geçiyor” denilerek kısıtlandığı bir sürece girildi. Bu süreçte TGB’li öğrenciler başta olmak üzere belli iktidar destekçisi, milliyetçi, siyasal İslamcı öğrenci gruplarının Rektörlüğe ve zaman zaman doğrudan emniyete ihbarlarının etkili olduğu biliniyor. Aynı süreçte, son yıllarda okulda etkinlikler yapan, ama kitlesel eylemliliklerle pek kendini göstermeyen faşist güruh rahatlıkla eylem yapabilir hâle geldi. Solcu, devrimci, demokrat, barış yanlısı öğrencilere uygulanan baskılar ve “iyi niyetli telkinler” belli ki meydanı boş bulduğunu düşünüp gövde gösterisi yapmak isteyen milliyetçiler ve savaş çığırtkanları için geçerli değildi. Solcular etkinlik yapmakta zorlanırken, onlar ellerinde Türk bayrakları ve sloganlarla Güney Kampüs’ten Kuzey Kampüs’e hiçbir güvenlik, Rektörlük, emniyet uyarısına, engellemesine maruz kalmadan yürüyebiliyordu. Bütün bu duruma rağmen, doğrudan eylem ve yürüyüş yapmakta zorlansa da öğrenci etkinlikleri ve stantlarla ama daha çok sessiz ve derinden bir şekilde okulda AK Parti karşıtı ve barış yanlısı toplumsal muhalefet üstünlüğünü sürdürüyor, Kampüs belli ölçüde özerk bir alan olarak varlığını devam ettirebiliyordu.

Saray Rejimi, TSK ve ÖSO kuvvetleriyle Afrin işgalini başlattığı 20 Ocak 2018 tarihinde, ülkede var olan OHAL koşullarına savaş da eklendi. Devlet, bunu toplumsal muhalefete daha da pervasızca saldırmak için eşsiz bir fırsat olarak kullandı. Daha önceki OHAL pratiklerinin bile ötesinde, sadece barış bildirisi dağıttığı ya da barış eylemine katıldığı iddia edildiği için insanlar gözaltına alınmakla kalmayıp, anında tutuklanıp hapishanelere gönderilmeye başlandı. Tabipler Birliği’nin halk sağlığı çıkışı sonrasındaki gözaltı sürecinde görüldüğü üzere, farklı toplumsal çevrelerden savaşa karşı, hatta yalnızca şüpheyle bakan sesler bile teröristlik ve hainlikle suçlanıp doğrudan ‘suç’laştırılmaya, ‘gayrı meşru’laştırılmaya çalışıldı. Boğaziçi Üniversitesi’nde Afrin protestosu ya da ‘lokum olayları’ şeklinde anılan olaylara, Saray Rejimi bu refleksiyle müdahale etmek zorunda kaldı! Toplumda, örgütlü örgütsüz, en ufak işgal karşıtı sese tahammül edememesi, bir saman alevi gibi büyümesinden duyduğu korku; bu farkındalık ve korku, muhtemelen uzun süredir hedefinde olan Boğaziçi’ne müdahale gayesiyle denk düşerek bu sürecin fitilini ateşlemiş oldu.

 

Bugünkü durum – Ortaya çıkan süreç

Saldırının bu ölçekte gerçekleşmesinde; kuşkusuz Erdoğan’ın çok kısa süre içerisinden olaya dâhil olarak, “terörist öğrencilerin” yakalanması ve öğrenim haklarının elinden alınmasına yönelik verdiği emir etkili oldu. Bugün TC sınırları içinde bir siyasi operasyondan, tatil edilmiş bir futbol maçının sonucunun ne yönde tescil edileceğine kadar her idarî, hukuk, fiilî karar Saray’dakinin iki dudağı arasındadır. Elbette ki bu zat yalnızca kendi kafasına estiği gibi karar vermemekte, siyasi ve ekonomik egemenlerin çıkarlarına göre hareket etmektedir. Ancak pratikte, devletin kurumları ya da “özerk” olduğu iddiasındaki kurumlar, Erdoğan’ın söylediğinin aksine bir karar alamaz hâle gelmiştir.

Bu “kraldan çok kralcılık” ve “kendine vazife biçme” hali Boğaziçi Üniversitesi ve çevresini terörize edecek şekilde ayarsız bir saldırıya neden oldu. Bugünün OHAL TC mantığında bile; açılan bir pankart ve yere dökülen bir kutu lokumun karşılığında bir üniversitenin haftalarca abluka altına alınması, etrafındaki barlardan, içindeki çalışma alanlarına kadar baskın GBT’ler yapılması, Kampüs içinde öğrenci, hoca, bir araya gelip konuşan 3-5 kişinin peşine bir polis takılması, iki kampüs arasındaki alanın sivil polisler tarafından GBT tacizi koridoruna çevrilmesi, yalnızca gözaltına alınanların serbest bırakılması talebiyle kampüs içerisinde yapılacak basın açıklamasına 8 yıl sonra kampüsün içerisine çevik kuvvet sokularak, öğrencilerin sürüklenerek gözaltına alınması ayarsızlıktır. Ancak ne yazık ki, kısa vadede bu ayarsız şiddet, terörize etme (şiddet yoluyla korku yaratarak sindirme) girişimi belli oranda onların isteyeceği sonuçlar doğurmuştur. Perşembe günkü eyleme, gözaltılar serbest bırakılsın eylemine gerçekleştirilen saldırıdan sonra kampüs içerisinde kitlesel bir eylem, basın açıklaması, yürüyüş gerçekleştirilememiştir. Her gün bir-iki kişinin daha gözaltına alındığı ortam, örgütlü gücün zayıf olduğu ve üniversite içinde ve çevresinde polis varlığı ve tehdidine alışkın olmayan Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin önemli bir kısmı için çekince ve korku hislerini öne çıkarmıştır. Bölüm öğrencileri tarafından yayımlanan bildiriler ve az sayıda devrimci öğrenci tarafından tutuklananlarla ilgili masa açma, bildiri dağıtma gibi girişimler olumlu tesirde bulunsa da bu havayı tamamen dağıtamamıştır. Özellikle 80’i aşkın barış imzacısı akademisyenin olduğu bir üniversitede, Erdoğan’ın açıklaması; “destek veren hocalar olursa onlara da gereğini yaparız” çıkışı etkili olmuş, bireysel olarak ya da toplantılarda, akademisyenler; hem kampüsteki muhalif öğrencilerle hem de tutuklanmış ya da gözaltındaki öğrencilerle dayanışma hâlinde olduğunu belirtse ve dayanışmacı bir pratik ortaya koymaya çalışsa da, kamusal alanda düşüncelerini eylem ya da bildiri ile dilegetirmekten imtina etmişlerdir. Tabii ki bu süreçte öğrenciler daha ön planda olmak üzere üniversite bileşenleri birçok farklı şekilde dayanışmayı ve tepkiyi örgütlemiştir. Ama bunu kalabalık ve daha önemlisi örgütlü bir şekilde kamusal alana yansıtmayı başaramamıştır. Bu açıdan en önemli girişim 11 Nisan Perşembe günü Güney Kampüsün Meydanı’nda gerçekleştirilen şenliktir, belirli saiklerle politik dozu bilerek az tutulsa da öğrencili, akademisyenli, çalışanlı, mezunlu toplamda birkaç yüz kişinin bir araya gelip şarkılar eşliğinde sohbet etme, birbirinden moral bulma imkânı olmuştur. Şenlik, akademisyenler tarafından birkaç sene evvel üniversitenin bütün kurumları tarafından onaylanmış, üniversitenin özerkliği ve siyasi baskılardan azade olması gerektiğini vurgulayan “Akademik İlkeler”in okunmasıyla son bulmuştur. Bu şenlik, politik dozu düşük de olsa ‘kalabalığız ve bir aradayız’ hissi yaratma potansiyeline sahip bir etkinlik olarak gerçekleşmiş oldu. Ancak iki gün sonrasında başlayan bir haftalık bahar tatili kampüsteki baskı ortamını da belirli ölçüde rahatlatmış olduğu için bu etkinliğin etkisi ölçmek de çok mümkün olamamıştır.

 

Yarını – Ortaya çıkan sonuç

Türkiye’nin en dokunulmaz gözüken üniversitelerden birisine dokunulduğunda dâhi, üniversite içinde açıktan, etkili, kitlesel bir direniş gerçekleştirilememiştir. Bunun elbette ülkedeki genel durumla bir alakası vardır. Ancak üniversite ve gençlik mücadelesine dair bize gösterdiği başka net ve önemli gerçeklikler de vardır. Belki de en neti ve önemlisi; isterse üniversitenin, akademisyeninden öğrencisine, çalışanından mezununa yüzlerce binlerce muhalif, barış yanlısı, solcu bileşeni bulunsun yeterli örgütlü yapıya sahip olunamadığında, devlet ceberrut bir saldırıya giriştiğinde, kendiliğinde eylemlerin cılız kalma ihtimali yüksek oluyor, bu cılızlık ve dağınıklık durumu oluştuğunda, örgütlü yapıdan yoksun bu kitle kendini silâhsız -yani direniş araçlarından yoksun- ve savunmasız hissettiği bir psikolojiye kolayca kapılabiliyor. Burada bugün üniversitelerde, özellikle toplumsal muhalefetin ve sol değerlerin bir ağırlığı olan ODTÜ, Ankara, İstanbul, Boğaziçi vb. alanlarda daha örgütlü olmaya ihtiyacımız olduğu bir kez daha görülmüştür. Burada bahsedilen, tek bir anlama indirgenmiş olarak devrimci örgütlerde örgütlülük değildir. Birincisi; üniversite için etkin, kapsayıcı kitle örgütlerine ihtiyaç vardır. Hem öğrenci kulüpleri anlamında (ki Boğaziçi’nde mevcut idi) hem de forum ve/veya dayanışma ağı şeklinde örgütlenmiş, örgütlü örgütsüz muhalif kesimi kitlesel olarak bir araya toplayabilecek bir mecra yaratılması anlamında (bu Boğaziçi’nde geçmişte yaratılmış ve şeklen yaşıyor olsa da aslında işlemez bir hâldeydi). İkinci olarak; bu kitlenin korkuya, pasifizme umutsuzluğa kapılması ihtimalini azaltacak, siyasi analiz becerisi ve eylem pratiği gelişkin, devrimci örgütlere mensup öğrencilerin sayısının artması gerektiği, gerek provokasyonları boşa çıkarmak, gerek kitlenin moralini yükseltebilecek yaratıcı eylemlilikleri bazen kendi başına bazen kitleyle birlikte örgütleyebilmek adına, bir kez daha açığa çıkmıştır. Üçüncü ve son olarak; bir koordinasyon örgütlülüğü ihtiyacı kendini göstermiştir. Önemli bir iletişim ve dayanışma ağını meşru şekilde sağlayabilecek bir araç olarak kulüpler arası koordinasyon gözükmektedir (kulüplerin varlığını devam ettiği üniversiteler için). Kulüp temsilciliklerinin ileri unsurların elinde bulunmaması ve bu süreçte harekete geçirilememesi (ki Boğaziçi özelinde yakın zamanda Kayyum Rektör’ün atanmasına karşı BİSAK hariç bütün topluluklar ortak eylem ve açıklama gerçekleştirmişti) önemli bir fırsatın değerlendirilememesi anlamına gelmiştir. Ama en az o kadar önemli olan bir başka koordinasyon eksikliği sol yapılar arasında görülmüştür. Bağımsız sol unsurları içine katarak ya da katmaksızın kolektif bir aklın üretilebileceği, kolektif veya koordine eylem süreçlerinin birlikte tartışılıp karara bağlanabileceği bir örgütlülük hâli, olayın doğrudan parçası olup hedef alınan siyasetler arasında bile yeterli düzeyde kurulamamıştır. Bütün bunlar üç farklı düzeyde (kitle-devrimci örgüt-koordinasyon) örgütlülüğe duyduğumuz ihtiyacı, o olmazsa en kalabalık olduğumuz en güçlü olduğumuzu hissettiğimiz yerde bile terörize edici saldırılara karşı yeterince güçlü durmakta fazlaca zorlanacağımızı göstermiştir.

Hem süreç çok olumlu ilerlemediğinden hem de öncelikli olarak -daha iyisini yapabilmek için- çıkarılacak dersleri vurgulamak istediğimizden çizilen tablo genel olarak olumsuz duruyor olabilir, ancak bütün bunlara rağmen aslında enseyi karartacak bir durum yok. Boğaziçi’nde de, memlekette de Saray Rejimi’nden, onun savaşından, baskıcı politikalarından, kolluk saldırılarından, yol açtığı yoksulluktan bıkanlar çoğunlukta. Bu çoğunluk, şu anda gerekli araçlardan yoksun, hatta çoğu zaman gerekli araçların ne olduğuna dair bir tahayyüle bile sahip değil. Ancak bunları bilen, yaratılma ve sonrasında bir mücadele aracı olarak kullanılma sürecini emekleriyle örecek ileri unsurlar sayesinde mücadeleye çekilebilecek üniversitelerde yüzler, binler; dışarıda ise milyonlar beklemekte. Bugünün koşullarında çok kolay olmasa da emek koymaktan çekinmeyen, siyasi açıdan net, pratik açısından kararlı unsurlar bu kitleyi kendisiyle birlikte harekete geçirebilir. Üniversitelerde bunun imkânları daha fazla, zorluğu görece daha azdır. İhtiyaç duyulan ise yine kolektif aklın ve eylemliliğin üretilme sürecinin önünü açacak emek, kararlılık ve siyasi netliktir. Boğaziçi Üniversite’nde yaşanan son süreç, emeğimize, kararlılığımıza, netliğimize ve her düzeyde örgütlülüğe olan ihtiyacımızı bir kez daha göstermiştir. Bu mücadelenin belirleyeceği önümüzdeki durum şudur: Ya daha fazla korkarak, sinerek, öz saygısını yitiren bir gençlik ve akademi ya tarihine, geleneğine sahip çıkarak yarın için cüretle öne çıkabilen bir üniversite.

 

(Özgür Bir Dünya İçin Kaldıraç, Sayı 202, Mayıs 2018)

Son Haberler

ÇOK OKUNANLAR

ÖZGÜR BİR DÜNYA İÇİN!

KALDIRAÇ DERGİSİ'NİN ŞUBAT SAYISI ÇIKTIspot_img

DÜNYAYI İSTİYORUZ!

İŞÇİ GAZETESİ'NİN 222. SAYISI ÇIKTI!spot_img

ARTIK TELEGRAM'DAYIZ!

spot_img

Bizi takip edebilirsiniz

369BeğenenlerBeğen
851TakipçilerTakip Et
14,108TakipçilerTakip Et
1,950AboneAbone Ol