Seçim süreci, bir kez daha, umutları ile oynanmış insanların yeniden umutsuzluğa, çıkışsızlığa, çaresizliğe hapsedilmesi girişimidir.
Seçim sürecinin kendisindedir mesele.
Saray Rejimi, seçim ve sandık meselesini, usulünce çoktan gömmüştür. 2015 yılından bu yana, tüm seçimler, değil “demokratik” olmak, yasalara da uygun değildir, hilelidir. Bu nedenle, 2015 yılından bu yana, seçimler sonucu oluşturulan tablo, meşru değildir. 7 Haziran seçimleri ile iktidardan düşmüş olan AK Parti-Erdoğan, seçimleri iptal etmiştir ve Kasım seçimlerine kadar her türlü katliam devreye sokulmuştur. Suriye savaşında İslamî çetelerle kurulan ilişkiler, içeride meyve vermiştir. Tüm bu bombalamalar, devletin tüm organları ile, bu çeteler kullanılarak yapılmıştır. Ardından, 15 Temmuz müsameresi, ardından referandum, ardından 2018 seçimleri ve şimdi 2023 seçimleri, hepsi hilelidir.
Bugün, CHP eli ile, Millet İttifakı eli ile umutları ile oynanmış olan okuryazar takımı (OYT), bu duruma düşmek konusunda kendi hatalarına da dönüp bakmalıdır. O burnu havada tutan tutumları yerine, başlarını birazcık eğip, devlet konusunda bu denli önyargıya nasıl sahip olduklarını bir kere daha düşünmelidir.
Bizim için değil bu düşünme daveti, elbette kendileri için.
Bu OYT ne kadar umutsuzluğa düşerse, o denli kendi umutsuzluğunu çıkışsızlık olarak sunmakta, o denli “bu halktan adam olmaz” teranesini tekrarlamaktadır. Bu nedenle, düşünme yeteneklerini de kaybetmeye başlamışlardır. Her durumda kendilerini haklı görecek açıklamalar yerine, gerçekte devlet denilen iç savaş makinasını tanımadıklarını anlamaya başlamalıdırlar. Zira, sıra onlardadır. Hapishaneler, savaş meydanları, onlara kucaklarını açmış durumdadır. Kaçışları yoktur.
Şimdi, işçiler ve emekçiler, samimi olarak çıkış yolu arayanlar, direnenler, kadınlar ve gençler, bu “umutsuzluk” teranelerine kulaklarını tıkamalıdırlar.
Önümüze, mücadeleye bakmamız gerekir.
Biz, yoldaşlarımız, devrimciler, bugün, çıkış yolu direniş hattını büyütmekte, örgütlemektedir, çıkış yolu bir sosyalist devrimdedir dediğimizde, bize ilk verilen yanıt, “bu imkânsız, hayal.” Belki de “hayal”dir, iyi ama daha iyi bir fikri olan yoksa, bu hayal için dövüşmeye değerdir.
Bu ülkede sınıf savaşımı mı bitti?
Bu ülkede emek-sermaye çelişkisi mi ortadan kalktı?
Bu ülkede, tarihsel materyalizmin kuralları mı işlemiyor?
Elbette gerçekçiyiz.
Bu ülkede, onlarca yıldır her türlü savaş devreye sokulmuş olduğu hâlde, bastırılamayan bir Kürt devrimi var, hemen yanı başımızda.
Bu ülkede, Gezi’den beri, 10 yıldır durdurulamayan, onca baskıya, onca şiddete, iç savaş hukukuna rağmen ve daha bunca örgütlülük zayıf iken, durdurulamayan bir direniş var, bir toplumsal direniş.
Bu direniş, işçi sınıfının, kadınların, çevrecilerin, gençlerin direnişi olarak sürekli farklı yerlerden ortaya çıkmaktadır.
Elbette bu direniş, aynı anda ülkenin her yanında ortaya çıkmamaktadır. Ama normal olanı da budur. Direniş, örgütlü de değildir. Kendiliğinden karakteri daha gelişmiştir. Ama bu direnişe katılan kitleler, işçiler, kadınlar, gençler, yaşlılar, devleti biraz daha yakından tanıma olanağı elde etmekte, direniştekilerin kendi dava yoldaşları olduğunu, yalnız olmadığını görmektedir.
Direnenler, her an ve her direnişte, yeni şeyler öğrenmektedir.
Öğrendiğimiz şey somuttur; eğer mücadele edersek, eğer daha örgütlü mücadele edersek, eğer direnişi yaygınlaştırırsak, eğer sınıf kardeşliğini geliştirebilirsek kurtuluş, devrim mümkündür.
Ve tersinden, eğer sürekli en yakın çevremize yakınmakla yetinirsek, eğer içinde kendimiz de yer aldığımız halka küfredersek, eğer sürekli bu halktan bir şey olmaz demeye devam edersek, eğer bizim gibi işçilere, bizim gibi kadınlara, bizim gibi gençlere güvenmezsek, eğer sürekli kendi postumuzu kurtarmakla uğraşırsak, eğer devletten dilenmeye devam edersek, eğer mücadele etmezsek, her gün daha da moralsiz, her gün daha fazla köle olacağız.
Mesele bu kadar açıktır.
Kimse kimseye, “ben seni kurtaracağım” demiyor. Biz, kendi ellerimizle, kendi irademizle kurtuluş yolunu örgütleyeceğiz.
Bu yol bellidir, sosyalist devrim ve komünizm yoludur. Dünyanın her ülkesinde yol budur ve dünya kapitalist sistemden temizlenene kadar bu mücadele devam edecektir. Bu yol, 1917’de de doğru ve geçerli idi, şimdi de doğru kurtuluş yoludur. Elbette mücadele etmek isteyenler için. Mücadele etmek istemeyenin, “kurtuluş yolu” arama isteği de olmaz.
Bugün, işçi ve emekçiler, ağır ekonomik kriz koşullarında, yaşam ve çalışma şartlarının sürekli kötüleşmesi ile karşı karşıyadır. Egemenler, içinde bulundukları ekonomik krizin tüm faturasını halka, işçi ve emekçilere yüklemek isteğindedir. Bunun için akıl almaz vergiler, zamlar devrededir. Sürekli olarak yoksuldan zengine servet aktarımı sürmektedir. Tüm vergiler, tüm kamu olanakları tekeller için, uluslararası sermaye ve onların ortakları için kullanılmaktadır.
Saray Rejimi, tüm bunları yapabilmek için daha fazla şiddet ve baskıyı artırmaktadır.
Saray Rejimi, içinde bulunduğu emperyalist bağlar, NATO ve ABD denetimi altında, savaş politikalarına hız vermektedir. ABD adına tetikçilik, TC devletinin her dönem yaptığı şeydir. Bugün, TC devleti, ABD ve NATO politikalarına uygun olarak, savaş hazırlıklarını geliştirmektedir. Binlerce yabancı savaşçıya yeşil pasaport verilmesi bundandır. Onlara ayda 2000 dolar maaş verilmektedir. İdlib ve Suriye’nin diğer yerlerindeki işgalci tutumları devam etmektedir. TC devleti, ABD tetikçiliğine, NATO tetikçiliğine çok da heveslidir. Kore savaşından beri, 50 cente asker satan bir geleneğin üzerine oturmaktadır Saray Rejimi.
Elbette bu savaş politikalarının içerideki yansıması, daha fazla vergidir, halkın çocuklarının, gençlerin savaş alanlarına sürülmesidir, kandır ve gözyaşıdır, baskıdır ve yalandır, yağmadır ve talandır.
Her işçi, her gün, daha zor şartlarda yaşamını kazanmak için fabrikaya, işe gitmek zorundadır. İşçiler, kadınlar, gençler artık daha net görmektedirler ki, gökten bir kurtarıcı gelmeyecek. Kurtarıcı biziz, kendimiziz, nasırlı ellerimizdir, zincir konulamaz düşüncelerimiz, zapt edilemez özgürlük ve mücadele bilincimizdir.
Öyle ise, somut konuşmalıyız.
Gerçekçi, ciddi ve somut konuşmaya ihtiyaç var.
Tüm işçileri, tüm kadınları, tüm gençleri, ülkenin tüm “insan” olmakta kararlı olanlarını, Saray Rejimi’ne karşı, sisteme karşı, kapitalist egemenliğe karşı, egemenin iktidarına karşı, para babalarının cennetlerini başlarına yıkmak üzere mücadeleye çağırıyoruz.
Bugün devrimcilerin görevi açık ve nettir: Birleşik Emek Cephesi’ni örmek, örgütlemek ve bu yolla, sisteme karşı etkili bir mücadelenin yolunu döşemek.
Birleşik Emek Cephesi, kendi kaderini, kendi geleceğini kendi ellerine alma iradesi demektir. Bu yola girmek, buna girişmek demektir.
Birleşik Emek Cephesi, devrimci güçlerin, daha uzun erimli, daha kalıcı ve sonuç alıcı bir mücadele ortaklığı, savaş arkadaşlığı geliştirmesi demektir.
Birleşik Emek Cephesi, mücadelenin farklı alanlarında ortaya çıkan direnişleri, hayatın her alanında gelişmekte olan mücadeleyi birbirine daha sistemli tarzda bağlayabilme olanağının ortaya çıkması demektir.
Birleşik Emek Cephesi, işçi sınıfının, siyasal sahnede, ben de varım, demesinin yoludur. İşçi sınıfının devrimcileşmesinin kanallarından biridir.
Özellikle bugün, umutsuzluğu yılgınlığa dönüştüren liberal solcuların, OYT’nin etkisini kırmak ve işçi sınıfının, direnişlerin etkisini artırmak için, mücadele bizden Birleşik Emek Cephesi’ni örgütlemeyi istemektedir.