Birleşik İşçi Kurultayı Hakkı Özdal’ın katılımıyla “Seçimler, 1 Mayıs ve İşçi Sınıfının Geleceği” başlıklı panel düzenledi. Panelde işçi-emekçilerin kendi öz örgütlülüklerinin arttırılması gerektiği tartışılarak 1 Mayıs’a çağrı yapıldı.
Birleşik İşçi Kurultayı (BİK) Kadıköy AKA-DER’de Hakkı Özdal’ın da katılımıyla panel düzenledi. Panel sunumlarından sonra işçi-emekçiler seçim ve 1 Mayıs’ı tartıştı. Birçok işçi-emekçinin katıldığı etkinliğe Mata direnişçisi ve Ağaç AŞ direnişçisi de katıldı.
İlk sözü alan Hakkı Özdal, işçi-emekçilerin kendi öz örgütlenmesi ne kadar güçlüyse politik gücünün de artacağını kaydederek seçimlere bu gözle bakılması gerektiğini söyledi.
Bu seçimin Türkiye tarihinin en büyük seçimi olacağını söyleyen Özdal, “Benim bildiğim 1983’ten beri yapılan tüm seçimlere Türkiye tarihinin en büyük seçimi denildi. Herhangi bir seçim en önemli seçim değildir. Seçimlerde sadece başka bir klik iktidara gelebilir.”
Erdoğan’ın politik sloganını değiştirdiğine değinen Özdal “Erdoğan, Rabia sloganından “yatırım-üretim-ihracat-istihdam” sloganına geçti. Türkiye’nin jeopolitik konumunu ve beşeri sermayeyi (ucuz emek) kullanarak üretimde tedarik üssü olmak istiyor.
Deprem bölgesinden bir örnek verelim: Maraş’ta üretilen pamuk tarlaları etrafında bir iplik sanayisi oluşmuş. Yolda gidiyoruz, Lee Coper, Lewis mağazalarının lojistik depolarını gördük. Ucuz emekle üretilen ipliği alıyorlar. Aldıkları ipliği yine ucuz emekle orada pantolona, giysiye çeviriyorlar ve tüm dünyaya satıyorlar. IKEA, örtülerde kullandığı dokuma ipliğinin tamamını Maraş’tan alıyor. Yerli sermayeyle birlikte uluslararası sermaye de buraya üşüşmüş. Bu tarımın etrafında, burjuvaların tarıma dayalı sanayi dedikleri sanayi oluşmuş. Ucuz emekle üretilen bu malların tedariği için AKP dönemindeki otoban, köprü, viyadüklerin dörtte biri deprem bölgesine yapılmış. Bu kentler MÜSİAD sermayesi, “yatırım-üretim-ihracat-istihdam” politikasına uygun oluşturulmuş kentler.” şeklinde konuştu.
“Bu kara düzeni başka türlü sürdürmenin yollarını arıyorlar”
Kim bize bu kara düzenin değişeceğini söylüyor, söyleyebilir?” diye soran Özdal, “Merkez Bankası bağımsız olacak, ee bize ne? Bu hükümet faizi çok düşük tutuyormuş, faizler arttırılacakmış. Bu kara düzeni başka türlü sürdürmenin yollarını arıyorlar.” dedi.
Türkiye’de iki kampın olduğunu hatırlatan Özdal, “Biri emeğiyle geçinenler ya da emeğiyle bile geçinemeyenler bir de rantla, artı değer sömürüsüyle geçinen kapitalistler var. İşçi-emekçilerin öz örgütlülerinde ne kadar örgütlüyse politik gücümüz o kadar.” şeklinde konuştu.
Özdal, sunumunun geri kalanında şunları söyledi:
“Türkiye’de seçime 2 kamp giriyor. Birincisi “yatırım-üretim-ihracat-istihdam” diyen, MHP ile birlikte kontgerilla unsurları olan ve MÜSİAD var. Diğer tarafta ise “Yeşil dönüşüm gerçekleşmeli, eskisi gibi yüzümüz Batı’ya dönük olmalı” diyen geleneksel İstanbul sermayesi ve onun partisi olan CHP ve TÜSİAD sermayesi var. Esasen bu iki kamp yarışacak. Emekçiler kararını bunu gözeterek vermeliler, ya da vermemeliler diye düşünüyorum. Seçim, emekçiler için bakmaya gerek olmayacak bir detay olarak konuşulabilir.”
Birleşik İşçi Kurultayı adına yapılan sunumda “Seçimleri sadece seçimler olarak ele almak yanlış olur. Seçimleri tartışmak gündemlerimizden biri ama kimin seçileceği gündemlerimizin bir parçası değil. Şu daha çok parçası; eğer bir seçim olacaksa neden sınıfın kendi adayı yok? Eğer seçim olacaksa partiler tarafından sınıfın talepleri neden dile getirilmiyor? Çünkü işçi sınıfının dertlerine bakılmıyor.” denildi.
“Seçim içinde bulunduğumuz tabloyu değiştirmeyecektir”
İşçi sınıfının içinde bulunduğu nesnel durum değerlendirilerek şunlar söylendi:
“Sınıf oldukça derin bir ekonomik krizin içinde ve bu kriz depremle birlikte çok daha fazla derinleşecek. Bu tablonun yıllara yayılacak ekonomik süreci olacak. Küresel çapta da krizin işçi-emekçiler açısından çok ciddi bir yıkım olduğu aşikar.
Bir diğeri de ülkenin içinde bulunduğu savaş koşulları. Bu savaşın bir kısmını tetikçilik bir kısmını başka şekillerde yürütüyor. Suriye’deki savaşı bundan bağımsız düşünemeyiz. Lübnan, Ukrayna, Azerbaycan-Ermenistan savaşının da bir parçası. Bu savaşta kimin tetikçisiyse ondan vazgeçmiş durumda değildir ve mümkün olduğunca sahada çok daha fazla görev almaya istekli gibi duruyorlar.
Bu savaşın kendisinin de iki konusu var. Savaş ekonomisi ve bu ekonomiye bağlı gelişen tablo. İkincisi bu savaş politikasının işçi-emekçiler başta olmak üzere herkesi etkileyeceği bir koşul var demektir. Bu koşulların da hızlı değişmeyeceği öngörülmektedir. Seçim bu tabloyu etkileyecek bir şey değildir. Bu tablo seçimi belirleyecek.
Bununla beraber seçimi düşündüğümüzde işçi-emekçiler için bu seçimde bir şey çıkmayacaktır. Biz diyoruz ki; işçi-emekçilerin gündeminde olmadığı, kendi taleplerini net bir şekilde ifade etmediği bir seçim emekçiler için bir ifadesini bulmayacak.”
“1 Mayıs bir araç olarak kullanılmalı”
“İşçi-emekçiler taleplerini nasıl ifade edecek? Bununla beraber gelen 1 Mayıs var. İşçi-emekçiler için tarihsel bir gün. Emekçiler kendi talepleriyle seçim öncesinde sahaya daha güçlü bir şekilde çıkmasının etkili olacağını düşünüyorum. Çünkü biz de varız, sahadayız ve sözümüz hepinizden daha fazla. Bu anlamıyla işçilerin kendi gündemlerini daha örgütlü bir şekilde 1 Mayıs’a taşımasının yerinde olacağını düşünüyorum. Kısa vadede değil ama adım adım başlayan ve daha uzun bir vadeye dönüşmesinin bir yolu olarak 1 Mayıs bir araç olarak kullanılmalı.”
Yoksullaşmanın çok hızlı ilerlediği ifade edilerek “Bu tabloda işçi-emekçilerin geleceği kendi elinde. Aynı zamanda fiziksel ve potansiyel gücünün farkında olması lazım. bunun farkında olmadığı için kendi gücüne güvenemiyor, gücünü örgütleyemiyor. İşçi-emekçilerin siyasal örgütlenmesinin yeterli olmaması temel bir konudur. Önümüze koyduğu en temel görevlerden birisi işçi-emekçilerin başta öz örgütlülükleri olmak üzere kendi siyasal örgütlenmelerini yaratmalıdır. başka kurtuluş yolunun olmadığı çok aşikar.” denilerek örgütlenme çağrısı yapıldı.
Panel daha sonra tartışma bölümüyle devam etti.