Asya // Boğaziçi Üniversitesi öğrencisi
Haziran ayı, karanlıkta gizlenerek değil; bütün insanlarla eşit bir şekilde var olarak; kendimizden, kimliğimizden onur duyarak kendimizi gösterdiğimiz bir ay. Bu ay bizleri görmekten her zamankinden daha fazla rahatsız oluyorlar. Aslında heyecan içinde onur yürüyüşlerine hazırlık yapmak; beraber yürüyeceğimiz dostlarımızla nasıl renklenelim, nasıl şarkılar söyleyelim, nasıl eğlenelim diye konuşmak; varlığımızı kutlamak ve kendini ifade etmenin ne kadar değerli olduğunun farkına varmak yerine polis şiddetinden, hedef göstermelerden, ablukadan, sıkıştırılmalardan, hukuksuz tutuklamalardan, biber gazlarından, tazyikli sulardan nasıl kaçabiliriz diye konuştuğumuz, bunları tartıştığımız bir ay yaşıyoruz.
Onur yürüyüşleri yapıldığı takdirde eşcinsel bireylerin toplumda bütün diğer bireylerle beraber her zaman ve her yerde var olduğunun bir simgesi olacaktır. Eşcinsel olsun olmasın insanların bunu görmesi gerçekten çok önemli. Hem bulunduğumuz yıllarda varlığımızın bilinmesi, kabullenilmesi ve meşruiyetinin anlaşılması her zamankinden daha fazla gerekiyor hem de karşımızda duran bir dünya, bir kalabalık varken bunu bizim de görmemiz ve hatırlamamız gerekiyor. Birliktelik, insana çok güç veren bir şey ve birbirimizi saklanmadan, renklerimizle görmek hepimize iyi geliyor.
Geçtiğimiz senelerde olduğu gibi bu seneki Onur Yürüyüşü de öncesinde kendimizi polisten, devletten nasıl koruyacağımıza yönelik bir sürü uyarı ve endişeyle başlayacak, şu an yürüyüş hazırlığındaki en önemli tartışma konuları bunlar. Zaten sahip olduğu yeri geri kazanmaya çalışan, eşit haklarla eşit mücadelelerde bulunmak isteyen bireyler olarak sürekli hedef gösteriliyor olmak, seçim dönemlerinde bir tehdit unsuru olarak siyasetçilerin ağızlarına dolaşmak, LGBTİ+ hakları bir kez olsun tartışılmasa ve bizlere yönelik vaatlerde bulunan olmasa dahi pek çok söylemde adımızı dillerine dolamış, küfür olarak kullanmakta olan siyasetçilerle karşılaşıyoruz. Bu söylemler özellikle LGBTİ+ bireylerin “toplumun ahlakını bozduğu” gibi iftiralara dönüşüp hedef gösterilmesine ve kışkırtılmış grupların önüne kolayca atılmasına yol açıyor.
Fark edilmeyen şu ki “halkı kin ve nefrete teşvik edenler”, “ahlaksızlığı yayan” ve iftira dolu sözleri ile “toplumsal huzuru bozanlar” karşımızdakilerdir. Bizler ki var olmanın, sevmenin bin bir çeşidini, birbirimizi kucaklayarak tüm dünyaya haykırmak istiyoruz ve onlar karşımızda dikiliyor, sesimiz çıkmasın diye üstümüzdeki baskılarını günbegün arttırıyor. Boğazımızda hissettiğimiz postallar, gözlerimizi yakan gaz, elimizden alınan bayraklarımız, hayatımızdan çalınan renklerimiz, baskı altında yaşadığımız gençliğimiz, herkesten korumak zorunda kaldığımız sevgimiz ve bize hak görülmeyen varlığımıza dair yükselttiğimiz her sese karşı verilen tepkiler mücadelemizi ancak ve ancak daha da körükleyecek, sesimizi daha da gürleştirecektir.
Bizler birlikte oldukça varlığımızdan, renklerimizden, mücadelemizden onur duyuyoruz. Onur ayımız, varlığımız kutlu olsun.
HAKLI MÜCADELEMİZİN DAĞINIK RENKLERİ
Erdinç // Boğaziçi Üniversitesi öğrencisi
Onur ayında doğdum ben, doğumum kimliğimin en güçlü temsiliyeti olan aya tekabül ediyor. 20 Haziranda 20 yaşıma gireceğim, ömrümün tamamını Türkiye’nin en büyük iki şehrinde geçirdim. İlkokuldan başlayan bir varoluş mücadelesine doğuyoruz, çocukluğun masumluğu bizi yavaş yavaş olduğumuz kişi ve kurduğumuz ilişkiler yüzünden dışlıyor. Toplum bizi kendine benzetmeye çalışırken biz kendimizi renklere buluyoruz.
Her yaşımda tanık olduklarım, kendimi keşfedişim bir örgü gibi düğüm düğüm ilerledi. Dağınık renklerle oluşan bir öykünün minik bir anlatısı olacak bu yazı. Doğumumdan bugüne hayat çok fazla olaya maruz kalmamı ve şahit olmamı sağladı. Bunlar doğumdaki kimliğimin etrafına bir bahçe kurmama, gerek kendimi duvarlarla korumama gerekse çiçeklerim ve ağaçlarımla her yeri sarmama vesile oldu.
Bir sahne kaldı küçüklüğümden aklımda, anneannemin evinde boyalarla bir savaşa girmiştim. Beni bulduğunda çığlığı basmıştı ve “Batırmışsın ortalığı!” diye kızmıştı. Batan ortalık değil, ortaya saçılan duygularımdı.
Ailemle bir şeyleri çözümlemeye çalışırken televizyonlar beni şoka sürükleyen bir haberi sundu. Hande’nin hikayesi yarama tuz basar her zaman. Kalbimi dağlar, mücadelemizin en önemli açısıdır o. Farkındalığımı onunla yarattım. 13 yaşında kendisini yeni keşfeden bir çocukken birisinin varoluşu yüzünden öldürülebileceğine şahit oldum. Bizim sevgi için renklerle verdiğimiz o mücadele, onların nefret dolu yumruklarıyla karşılaşıyordu. Kafam karıştı. Var oluşumun soruları yetmezmiş gibi var olma şeklim dışarıdan da nefretle karşılanıyordu. Sonrasında gelen büyük merak: “Bizden neden nefret ediyorlar? Babam beni neden sapkın diye nitelendiriyor?”
İlkokulda sınıf arkadaşlarımın kullandığı cümleleri, ülkenin en büyük temsilcisi kullanıyor. Yani Erdoğan ve sınıf arkadaşlarım ortak bir noktada buluşup sadece birini sevebilme ihtiyacımı ve kişiliğimi yerin dibine sokuyor. E şimdi, büyüyen arkadaşlarım benden özür dilerken Erdoğan ne zaman büyüyecek?
Birkaç sene önce sınava hazırlanırken hayran bir şekilde Boğaziçi Üniversitesinde gerçekleştirilen onur yürüyüşlerini izler, kayyum yönetime karşı koyulan direnişe hayran kalırdım. Tercih zamanımı çok etkileyen bu olaylardan sonra geldiğim ilk yıldaki Onur yürüyüşünü kayyum rektör çevik kuvvet şiddetiyle dağıtmaya çalıştı. Ne yazık ki bu sene iktidar ve kayyumluk istediğini elde etti ve Boğaziçi’nde bir 10. Onur Yürüyüşü gerçekleştirilemedi. Türkiye’nin belki de özgürlük ortamını en geniş sunan okulu, bu sene yasakların ve baskıların kurbanı oldu. Tam bu noktada şu an büyüyen kuir çocukları düşünüyorum, yarın onlara yol gösterecek yürüyüşleri bile gerçekleştiremeyen bir toplulukla beraber kendilerini nasıl topluma kazandıracaklar?
Çocukluğumda toplumda henüz benden, bizden daha fazla insan olduğunu fark etmemiştim ve büyük bir yalnızlığın içinde kayboluyordum. Sonra tanıştığım tüm lubunyaların beni kucaklaması; “Bizdensin, ailen biziz” mesajını bana vermeleri kalbimin tümünü onlara teslim etmemi sağladı. Bu mücadelenin sahipleri ve misafirleriyiz. Onu büyütmek de bizim elimizde sonraki nesillere en iyi şekilde aktarmak da.