“Gerçeği dile getirmek, gerçeğe
hep birlikte ulaşmak, komünist ve
devrimci eylemde bulunmaktır.”[1]
Sınıflı-sömürücü devlet gerçeğini, “radikal demokrasi”, “sivil toplum” vb. incir yapraklarıyla görünmez kılmaya çalışanların, devrim hakikâtine de sırt döndüğü bir fetret devrinde, bir şeylerin altını yeniden çizmekte yarar var.
“Devlet, yani egemen sınıf olarak örgütlenmiş proletarya -Marx’ın bu teorisi, proletaryanın tarihteki devrimci rolü üzerindeki tüm öğretisine sıkı sıkıya bağlıdır. Bu rolün vardığı sonuç, proletarya diktatoryası, proletaryanın siyasal egemenliğidir.”[2]
* * * * *
Friedrich Nietzsche’nin, “Devlet, bütün soğuk canavarların en soğuk olanıdır. Yalan söyleyişi de buz gibidir ve şu yalan dökülür dudaklarından: Ben devletim, halkın ta kendisiyim,” satırlarıyla müsemma realite konusunda Friedrich Engels, “Devlet, mülk sahibi sınıfların, yani toprak sahipleriyle kapitalistlerin, sömürülen sınıfların, yani köylülerin ve işçilerin karşısındaki örgütlü kolektif gücünden başka bir şey değildir.”
“Siyasal iktidar denen şey, bir sınıfın başka bir sınıfı ezmekte kullandığı örgütlü güçten başka bir şey değildir.”
“Devlet, bir sınıfın diğeri tarafından baskı altına alınmasının bir aracından başka bir şey değildir.”
“Modern devlet, biçimi ne olursa olsun, özü itibariyle, kapitalist bir makine’dir, kapitalistlerin devleti’dir, toplam ulusal sermaye’nin ideal kişileşmesi’dir.”
Karl Marx ile devam edersek: “Devlet, egemen sınıfın yürütme komitesi”yken; “Devletin varlığı köleliğin varlığından ayrılamaz.”
İş bu nedenle de V. İ. Lenin ekler: “Toplum nerede, ne zaman sınıflara bölündü, sömürenlerle sömürülenler nerede, ne zaman ortaya çıktıysa, devlet de orada ve o zaman ortaya çıktı.”
“Devlet, bir sınıfın öteki sınıfları baskı altına almasını sağlayan, diğer bütün sınıfları bir sınıfa boyun eğdiren bir makinedir.”
“Her devlet, ezilen sınıfa karşı yöneltilmiş özel bir baskı gücüdür. O hâlde, hiçbir devlet, ne özgürdür, ne de halk devleti.”
“Devletin farklı egemenlik biçimleri olabilir. Sermaye, gücünü, şu yapılanışında bir biçimde, bu yapılanışında bir başka biçimde gösterebilir; ama işin özü değişmez ve iktidar hep sermayenin elinde kalır.”
“Burjuva devletleri biçim bakımından çok çeşitlidir, ama hepsinin de özü aynıdır. Biçimi ne olursa olsun her burjuva devleti, son tahlilde, kaçınılmaz olarak burjuva diktatörlüğüdür.”
“Devlet var olduğu sürece özgürlük olmaz. Özgürlük olduğunda, devlet olmayacaktır.”[3]
O hâlde, “Modern devlet erki, tüm burjuvazinin müşterek işlerine nezaret eden nezaret eden bir komiteden ibaret”ken;[4] “Özgürlük olduğu zaman devlet olmayacaktır.”[5]
Hasılı: Emeğin özgürlüğü ile “devlet”in, devlet olmaktan çıkarılması arasında doğrudan bir paralellik vardır.
Umberto Eco, “Devlet çok güçlü olduğunda şiir susar,” vurgusundaki üzere; en az yöneten devlet, “devlet” özelliklerini kaybederken; Thomas Jefferson, “En iyi devlet en az yöneten devlettir,” diyerek liberalizmin temel kavramını ortaya koyarken, “En iyi devleti hiç yönetmeyen” olduğu gerçeğini gölgeler.
* * * * *
Jean Baudrillard’ın, “Düşlerin devlet kontrolü altında yaşadığı bir sırada, gerçeklik kendini bir düş sanmaktadır”…
Ursula K. Le Guin’in, “Devlet güçten başka bir para tanımaz: Üstelik parayı da kendisi basar”…
Murray Rothbard’ın, “Devlet vatandaşların haklarını korumaktan ziyade kendi gücünü nasıl koruyacağı ile ilgilenir”…
Jacques Verges’in, “Ordu, polis ve adaleti içeren devlet çarkı bir sınıfın bir başka sınıfı ezmek için kullandığı araçtır”…
Emma Goldman’ın, “Devlet, hiç aksamadan vergi ödeyen bir makineye, hiç açık vermeyen bir hazineye ve iki duvar arasındaki düz çizgide mahcup bir şekilde yürüyen bir koyun sürüsü gibi monoton, itaatkâr, renksiz, ruhsuz bir halka ihtiyaç duyar”…
George Carlin’in, “Devletler; eleştirel düşünebilen iyi derecede bilgili, iyi eğitimli vatandaşlar istemezler. Bu, onların çıkarlarına karşıdır. Onlar, itaatkâr işçiler isterler; makineleri kullanabilecek ve evrak işlerini yapabilecek kadar akıllı, ancak bunu itiraz etmeden yapmayı kabul edecek kadar aptal kişiler isterler,” notunu düştükleri devlet, köleleştirdiklerinin efendisiyken; insanlar neye baş eğerse, devlet de odur.
O, işçi sınıfının, artı-değerin zorla elde edilmesi sürecine boyun eğmesi için egemen sınıfların işçi sınıfı üzerindeki egemenliğini güvence altına almasını sağlayan bir baskı makinesidir.
Kapitalist toplumda devlet, kapitalist sınıfın kararlarını, dayatarak yürütür. Bu kararlar işçi sınıfının, üretim araçlarının sahiplerinin hizmetinde çalıştığı kapitalist sistemin sürdürmek için alınmıştır.
Sermayenin zorbalık merkezi devlet, kendi şiddetine hukuk, ezilenlerine “terör” der. Bu bağlamda devlet büyüyüp/ güçlendikçe, özgürlük de yok edilir.
Ayrıca Sınıflı sömürücü devlet tarafından herhangi bir eşitlik uygulanamaz. Çünkü o yapısal olarak eşitsizliktir.
Sömürü kurallarına göre biçimlenmiş devlet, her türlü meşru temelden yoksundur; baskı demektir. Bununla bağıntılı olarak kapitalist toplumda devletin ilk görevi, kapitalist sınıfın işçi sınıfı üzerindeki egemenliğinin temelini teşkil eden üretim araçları üzerindeki özel mülkiyeti savunmaktır.
Kapitalist toplumda devlet, kapitalist sınıfın kararlarını uygular; emekçilerin aleyhine var olan bir zorbalıktır ve varlığını insanları hiçleştirerek sürdürür.
En demokratik kılığa da bürünse de, devlet devlettir yani ezilenlerin hapishanesidir. Bu özellikleriyle de halkın ne babasıdır, ne hocasıdır, ne vasisidir, ne lalasıdır. O, olsa olsa, cennet demagojisinin cehennemidir.
Özetin özeti: “Lenin Devlet ve İhtilal adlı kitabına şu basit ampirik olguyla başlar: Devlet her zaman var olmamıştır; sınıflı toplumların dışında devletin varlığına rastlanmaz,”[6] vurgusuyla ekler Louis Althusser:
“Devletin kapitalizmin yeniden üretimini sağlamada iki tür sistemi vardır: İlki, Devletin Baskı Aygıtları; hükümet, ordu, polis, hapishane. İkincisi Devletin İdeolojik Aygıtları; eğitim, din, siyaset, sendika, basın-yayın. Bunlar ideolojik yeniden üretimi devletin işleyişine bağlayan kültürel aygıtlardır.”
“Birleşik olan (baskıcı) devlet aygıtının tümüyle kamu alanında yer almasına karşın, DİA’ların (görünüşteki dağınıklıkları içinde) büyük bölümünün özel alanda bulunduğunu saptayabiliriz. Kiliseler, partiler, sendikalar, aileler ve bazı okullar, gazetelerin ve kültürel kuruluşların çoğu, vb, özeldir.”[7]
Toparlarsak: V. İ. Lenin’in, “Devlet varsa özgürlük yoktur. Özgürlük olduğunda devlet olmayacaktır,” saptamasına; “Devlet ortadan kalkmaz, söner,” vurgusuyla ekler Friedrich Engels:
“Devlet, demokratik cumhuriyette de monarşiden az olmamak üzere bir sınıfın diğer bir sınıfı ezme mekanizmasından başka bir şey değildir; ve en iyi hâlde, sınıf egemenliği için mücadelede muzaffer proletaryaya miras bırakılan ve en kötü yanlarını, aynı Komün gibi, yeni, özgür toplumsal koşullar içinde yetişmiş bir kuşak tüm devlet pılı pırtısından kurtulacak durumda olana dek, derhâl mümkün olduğunca budamadan edemeyeceği bir kötülüktür.”[8]
* * * * *
Devrimci olan sadece gerçeğin kendisiyken; ezilenler cephesinden hayata dokunan değişim ancak devrim yoluyla mümkündür.
Karl Marx’ın, “Her devrim eski toplumu dağıtır. Bu nedenle toplumsaldır. Her devrim eski iktidarı devirir. Bu nedenle siyasaldır”…
V. İ. Lenin’in, “Devrimler olmaksızın sözde demokratik bir barış, dar kafalı bir ütopyadan başka bir şey değildir”…
Maximilien Robespierre’in, “Devrim hem erdem hem de şiddettir. Özgürlüğün düşmanlarını şiddetle yola getiriniz… Devrim hükümeti, hürriyetin zulme karşı tiranlığıdır”…
Ernesto Che Guevara’nın, “Devrim, olgunlaştığında ağaçtan düşen bir elma değildir. Onu düşürmeniz gerekir”… “Devrimci olduğunu söyleyip devrimci gibi davranmayanlar soytarıdan başka bir şey değildir”… “Her devrimci bir başkasının yanağına atılan tokadı kendi yanağında hissetmelidir!”
Leo Huberman’ın, “Olağanüstü karışık koşullar olmadan devrim de olmazdı. Kurttan korkuyorsanız, ormana girmeyin”…
Kazım Koyuncu’nun, “Devrimi düşlüyorsan ona göre yaşarsın. Yürüyüşün farklı olur. Bakkala, manava başka türlü davranırsın. Bunun için sana kimse puan yazmaz tabii ama anlarlar. Orada birisi farklı yürüyordur”…
Fidel Castro’nun, “Korkular, sahte yanılsamalar ve yalanlarla suç ortaklığı, hiçbir zaman devrimin silahları olmamıştır.” “Bir devrimden daha önemli bir şey yoktur. İnsanlığın diyalektik gerçeği budur. Emperyalizme karşı sadece sosyalizm durmaktadır,” ifadeleriyle müsemma devrim tarihin lokomotifi ve yeniden doğuşudur. Onun, ezilenlerin yeniden tarihin sahnesine çıktıkları moment olduğu ve “yarım devrim”lerin nafile olduğu unutulmamalıdır.
Devrimci partisiz ve kadınları mutfaktan çıkarmayan bir devrim olmayacağı gibi, kendinde devrim yapamayan da devrimci olamaz ve de uzlaşmaya meyilli olanlar asla devrim yapmaz…
Cesaret etmek, devrimlerin temel unsuruyken; devrim sokağa çıkarsa gerçektir. Geçmiş ile gelecek arasında kıyasıya bir mücadele olarak devrim, ücretli kölelik suçuna karşı şiddettir.[9]
Bu bağlamda temel sorunu iktidar olmayan bir devrimden söz etmek abes ya da reformculukken; devrimcinin aslî görevlerinden biri de sınıf devrimciliğinden taviz vermeyip, devrimden başka bir hayata talip olmamak yanında; düşünce ve davranışta da yapılmalıdır. Ve en önemlisi de kapitalizmin köktenci reddidir devrim(cilik).
Arthur Miller’in, “Bir zamanlar insanlar hayatlarından memnun değillerse devrim yaparlardı. Şimdi alışverişe çıkıyorlar. Tamamen bir hafıza kaybı dönemi yaşıyoruz,” notunu düştüğü tabloda “kendini” değiştirmeden devrimci olunamazken; devrimi savunmak ezilenlerin safında yer almak ve tüm fedakârlıklara hazır olmakken;[10] devrimciler ne “ödül” alırlar, ne de talep ederler!
Devrimi doğal değil, kaçınılmazken;[11] koşulların yeniden örgütlenmesinden çok daha fazlasını ifade eder. O bir alt-üst oluştur. Zulmün boyunduruğunu ve kölelik zincirlerini kırmaktır.[12]
Çünkü “Yalnız sindirim saatlerinde değil, tüm yaşamının her anında düşüneceksin devrimi,” vurgusuyla eklediği üzeredir V. İ. Lenin’in hemen her şey:
“Burjuvazi ile ne olursa olsun bir anlaşma siyasetini sürdürmek (…) yalnızca bir yanılgı değil, halka karşı ve devrime gerçek bir ihanet olur.” “İşçi sınıfı, elbette, barışçıl bir şekilde iktidarı kendi ellerine almayı tercih ederdi… Bu görüşe göre, pervasızlık yalnızca burjuvaziye ve tüm mülk sahibi sınıflara utanç verici bir taviz anlamına gelir. Burjuvazinin proletaryaya barışçıl bir taviz vermemesi ve belirleyici anda ayrıcalıklarını zorla savunmaya başvurması oldukça olasıdır. O zaman işçi sınıfının amaçlarına ulaşmak için devrimden başka bir yolu kalmaz.”
Evet sınıfların karşıtlık ilişkisini ezilenlerin zihnine kazımak, devrimin baş görevidir. İşçilerin devrimi, ezilenlerin sömürücülere karşı savaşı, baskıdan kurtuluşa giden tek yoldur.
Malum: İnsanların tek umudu devrimci bir oluşta yatmaktadır. Tek yol budur. Çünkü Louis Althusser’in ifadesiyle, “Devrimci mücadelenin hedefi; her zaman için sömürünün sona ermesi ve dolayısıyla insanın kurtuluşu olmuştur.”[13]
1 Haziran 2024 15:08:42, İstanbul.
N O T L A R
[*] Newroz, Temmuz 2024…
[1] Antonio Gramsci, “İşçi Demokrasisi”, L’Ordine Nuovo, Cilt:1, No:7, 1919.
[2] V. İ. Lenin, Devlet ve İhtilal, çev: Kenan Somer, Bilim ve Sosyalizm Yay., 1989.
[3] yage.
[4] Karl Marx-Friedrich Engels, Komünist Manifesto ve Komünizmin İlkeleri, çev: Muzaffer Erdost, Sol Yay., 1976.
[5] Karl Marx-Friedrich Engels, Gotha ve Erfurt Programlarının Eleştirisi, çev. M. Kabagil, Sol Yay., 1969, s.89.
[6] Louis Althusser, Lenin ve Felsefe, çev: Bülent Aksoy-Erol Tulpınar-Murat Belge, İletişim Yay., 1989, s.61.
[7] Louis Althusser, İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları, çev: Alp Tümertekin, İthaki Yay., 2006.
[8] Friedrich Engels’a Önsöz, Karl Marx, Fransa’da İç Savaş, çev: Kenan Somer, Sol Yay., 1977.
[9] “Bu beyler (otorite karşıtları) acaba hiç devrim görmüş müdür? Devrim kesinlikle en otoriter şeydir; nüfusun bir bölümünün kendi iradesini öteki bölüme karşı tüfeklerle, süngülerle ve toplarla, yani ‘akla gelebilecek en otoriter araçlarla’ dayattığı bir eylemdir; ve eğer kazanan taraf yok yere savaşmış durumuna düşmek istemiyorsa, egemenliğini silahların gericiler üzerinde yarattığı korku ile sürdürmelidir.” (Friedrich Engels, Otorite Üzerine, Karl Marks-Friedrich Engels, Seçme Yapıtlar, Cilt: II, Sol Yay, 1977, s.448-452.)
[10] “Devrim yaptığımız zaman çok güzel olacak her şey. Çünkü ben bu devrime güzelliğimi verdim.” (Hacer Arıkan.)
[11] “Kaba bir Marksistin gözünde burjuva toplumun temelleri o kadar sarsılmaz bir sağlamlıktadır ki, bu temellerin son derece göze çarpan biçimde sarsıldığı anlarda bile yalnızca ‘normal’ duruma dönülmesini diler, burjuva toplumunun bunalımlarını geçici olaylar olarak görür ve böyle zamanlarda bile mücadeleye asla yenilmez kapitalizm karşısında akıl dışı ve sorumsuz bir isyan olarak bakar. Ona göre, barikatlardaki savaşçılar delidir; yenilgiye uğrayan devrim bir hata ve başarıya ulaşan bir devrimde- bir oportünistin gözünde ancak geçici olarak mümkündür- sosyalizmi kurmaya girişenlerse düpedüz canidir.” (György Lukács, Lenin’in Düşüncesi Devrimin Güncelliği, çev: Ragıp Zarakolu, Belge Yay., 1998.)
[12] “İnsan, demokrasi için mücadele ile sosyalist devrim için mücadelenin, birincisini ikincisine bağımlı kılarak, nasıl birleştirileceğini bilmelidir. Bütün güçlük burada yatıyor; meselenin bütün özü buradadır… Ben derim ki: esas şeyi (sosyalist devrimi) gözden kaçırma; birinci sıraya onu koy (…); bütün demokratik talepleri koy ama bunları sosyalist devrime bağımlı kıl, onunla uyum içinde düzenle (…), ve esas şey için mücadelenin, kısmi bir şey için mücadeleyle başlamış olsa bile alevlenebileceğini akılda tut. Kanımca, meselenin sadece bu şekilde anlaşılması doğrudur.” (V. İ. Lenin, Inessa Armand’a Mektup, V. İ. Lenin, Marksizmin Bir Karikatürü ve Emperyalist Ekonomizm, çev: Yurdakul Fincancı, Sol Yay., 1979.)
[13] “Küba Devrimi ve Viet Kong bize gösterdiler: bunu yapmak olanaklıdır; kapitalist yayılmanın dev boyutlardaki teknik ve ekonomik gücüne karşı direnebilecek ve bu gücü caydırabilecek bir ahlâk, bir irade ve bir inanç vardır.” (Herbert Marcuse)
“Ekim Devrimi, insan varlığının zamansal düzleminde tüm temsillerine rağmen hâkim kapitalizmin geçmişe ait bir şey olduğunu ve sonsuza dek öyle kalacağını gösteriyor.” (Alain Badiou, “Ekim Devrimi Üzerine”, 5 Kasım 2017… https://vesaire.org/alain-badiou-ekim-devrimi-uzerine/)