MÜSİAD Sakarya şube başkanı, Sakarya’nın Hendek ilçesinde bir havai fişek fabrikasının patronu ve AKP’ye yakınlığıyla bilinen bir iş adamı Yaşar Coşkun… 3 Temmuz günü fabrikasında bir patlama oluyor ve 7 işçi yanarak can verirken 126 işçi de yaralanıyor. Patlamanın hemen ardından işçiler ve işletme önünde kaygı içinde yakınlarından haber bekleyenler, güvenlik önlemlerinin yetersizliğinden ve çalışma koşullarının ağırlığından söz ediyor ve bu olayın göz göre göre geldiğini söylüyor. 22 Mayıs’ta görevinden istifa eden ama buna rağmen tutuklanan iş güvenliği uzmanının “üretimin artması için işçilerin aşırı üretime zorlandığı, patlayıcı malzemelerin aşırı ısındığı gibi birçok konuda yönetimin uyarıldığı ama bunların dikkate alınmadığı” ifadeleri de işçileri doğruluyor.
Bu son patlamadan 3 ay önce de fabrika denetlenmiş(!), patlayıcı madde imalatına ilişkin mevzuata aykırı olarak prefabrik binaların “bitişik nizam, duvarların dayanıksız, stoklamanın gereğinden fazla” olduğu tespit edilmiş, buna rağmen üretime devam edilmiş.
Tüm veriler diğer birçok iş cinayetinde olduğu gibi, Yeni Coşkunlar Havai Fişek fabrikasında da emekçilerin kaza, fıtrat, kader vs.den değil, taammüden işlenmiş bir cinayetin kurbanı olduklarını gösteriyor.
Bu cinayetin faillerinin, gerekli önlemleri almayan, uyarıları kulak ardı eden patronla daha önce birçok kez ölümlü patlama olmasına rağmen gerekli denetimleri yapmayan kamu yetkilileri olduğu çok açık. İş cinayetlerinde patronları ve kamu yetkililerini cezasız bırakan yargının sorumluluğunu da atlamamak gerekir.
Patlama sonrası yaşananlar oldukça ilginç: Henüz cenazeler, yaralılar daha ortadayken cumhurbaşkanı, ölenlere başsağlığı dilemeden, iş cinayetinin birinci dereceden faili olan patronu arayıp “geçmiş olsun” dileklerini iletiyor.
Gençlik ve Spor Bakanı Kasapoğlu da “hükümet yanında mesajı verircesine” patronla birlikte olay yerini denetliyor. Yine aynı gün içinde MÜSİAD, Coşkun’la dayanışma içinde olmak, ona moral vermek için bir yemek veriyor.
Tepkiler daha çok MÜSİAD’ın patron onuruna verdiği moral yemeği üzerine yoğunlaştı. Oysa sermaye sınıfının temsilcisi olan MÜSİAD’ın, bir toplu cinayetin hemen ardından bile olsa, sınıfsal bir refleksle hareket etmesini yadırgamamak gerekir. Burada üzerinde durulması gereken; siyasi iktidarın, emekçi cinayetleri pahasına kâr peşinde koşan sermayeden yana aldığı tavrın aleniliğidir!
Siyasi iktidarın patronun yanında aldığı tavır, beklendiği gibi yerel düzeyde de etkisini gösterdi. Önce patronun yakınları patlama sonrasında işletmedeki bilgisayarları -delil karartma amacıyla olsa gerek- çıkarmaya çalışırken işçilerin ihbarıyla yakalandı ama haklarında hiçbir işlem yapılmadı; sonra fabrika müdürü, iki ustabaşı ve daha önce istifa etmiş olan iş güvenliği uzmanı gözaltına alınıp tutuklandı. Patron ise nice sonra, toplumdan gelen tepkilerin artması üzerine tutuklandı. Tüm bunların üzerine CHP’nin bu konuda verdiği Meclis araştırma önergesi de AKP ve MHP milletvekillerinin oylarıyla reddedildi.
Aslında tablo Soma, Torunlar İnşaat gibi işçi katliamlarından farklı değil. Aynı filmi yeniden izleyeceğimiz kesin gibidir. Tek farkı -belirttiğimiz gibi – AKP iktidarının sermayeden yana tavrını bu kez en üst seviyede ve net biçimde ortaya koymasıdır.
Acıtan bu durumu kaleme alırken, Hendekten yeni bir patlama haberi geldi: 7 işçiye mezar olan fabrika alanında, patlamamış mühimmat nakledilirken meydana gelen patlamada bu kez 3 asker ölmüş, biri nakliye için kullanılan belediye aracının sürücüsü, 5’i asker 6 kişi yaralanmış…
Bu haberle tablo bir anda daha da netleşti ve yeni sorular geldi akla: İlk soru: Patlayıcı maddenin tahliyesi neden belediyenin aracı ve askerler tarafından yapılıyordu? Bu soru patronun siyasi iktidarla ilişkilerinden bağımsız olarak yanıtlanamaz sanırım. Diğer soru: İkinci patlamanın ardından uzmanların dillendirdiği, patlayıcı malzemenin soğutma işlemi yapılmadan ve gerekli teçhizat olmadan neden tahliye işlemi başlatıldı? Cevapları kim, nasıl verecek, göreceğiz. Görünen o ki, 7 işçinin yaşamına mal olan ihmaller zinciri, tahliye esnasında da sürmüş. Bu durumun sorumlusu doğrudan doğruya olay mahalli üzerinde kontrolü sağlaması beklenen, siyasi iktidarın emir komutasındaki kamu yetkilileridir, cevaplar da onlardadır.
Üç askerin yaşamını yitirdiği ikinci patlama sonrasında ölenlerin işçi değil de asker olmasından mı, gelen tepkilerle mızrağın çuvala sığdırılamamasından mı bilinmez; İçişleri Bakanı, Cumhurbaşkanının da talimatının alındığını vurgulayarak, Coşkun’a ait fabrikanın ruhsatının iptal edilerek, kapatılacağını açıkladı.
Bundan sonra sürecin nasıl işlediğini, patronu koruma ve kollama siyasetinin başka bir biçimde sürüp sürmediğini takip edeceğiz elbette. Ama aynı zamanda AKP’nin işçi düşmanı politikalarının yanı sıra emekçilerin yaşamını sermayenin çıkarlarına feda ettiğini de gösteren bu olay karşısında sendikaların izlediği tavrın da takipçisi olacağız.