Dünden beri Filistin için Bin Genç’in eyleminde konuşan bir annenin “iffet” söylemi üzerinden bir tartışmadır sürüp gidiyor. Annenin kullandığı “gerici” ifadeler yargılanıyor, anneyi yargılamamak gerektiğini düşünenlerin de bir kısmı “paylaşılmaması gerektiğine” dair argümanlar sunarak ajitasyon-propaganda tartışması yürütüyor (BSM tweeti üzerindeki alıntılara bakabilirsiniz). Sonda söyleyeceğimi başta söyleyeceğim; BSM dümdüz laik atak geçirmiştir ve Filistin için Bin Genç’e ilişkin sorun ajitasyon-propaganda sorunu değil ideolojik/politik önderlik sorunudur.
Olayı görmeyenler için ya da anımsamak için: Gözaltında çıplak aramaya maruz kalan kadının annesi diyor ki “Benim kızım orta okuldan beri tesettürlüdür. İffetli bir kadını hiçbir günahı yokken alıp iç çamaşırına kadar soymak hangi milletin harcı?”.
Meseleyi iffet ve başörtüsü olarak okumak isteyen biri için konu hızlıca “İslam olabilir” elbette; ama biraz daha düşünmeye hevesli olanlar için iffet, çıplaklık ve beden politikaları arasındaki ilişkiye ve toplumsallığa işaret etmek isterim.
2021 yılında CHP Genel Merkezi’nde bir pankart asılmıştı: “Sınır namustur” diye. Toplumsal ortalama bilinci anlamak isteyen ve iffet meselesini düşünmek isteyen arkadaşlar için bunu hatırlamak önemlidir, çünkü bu coğrafyada “namus ve iffet” çok ama çok önemli bir konudur. Hemen hemen herkes için namus korunması gereken bir olgudur, önemlidir.
Şimdi çıplak arama üzerinden iffet olgusuna da bir bakalım. Çıplaklık, yani namahremin gösterilmesi; bireyin iffetini “kirleten” bir eylemdir. Bu ülkede namus cinayetlerinin yaygınlığını, karısı başka bir erkekle birlikte oldu diye öldürülen kadınların sayısını biliyoruz. Toplumsallıkta çıplaklık ile kadının namusu arasında doğrudan bir ilişki vardır ve çıplak bir “kadın”ın iffeti kirlenir. Kadının bedeninin “korunması” gerekmektedir.
Çıplaklığın iffete “leke sürmesi” sadece İslamcı aklın bir sonucu değildir. BSMli arkadaşlar belki gözden kaçırmıştır ama bu toplumsal yapıda “laikliği savunan birçok birey” kadın bedeninin denetimiyle oldukça ilgilidir ya da işte “sınır namustur” ki vatan anadır bilirsiniz. Mesela; laik ortalama akıl tabii ki kadınların başörtüsü takmasına şiddetle karşıdır fakat iş Femen’in eylemlerine geldiğinde “çıplaklığın ve kadın bedeninin” kullanılma biçiminden rahatsız olurlar ya da “götünüzü açarak da gezmenize gerek var mı illa, sizde ar namus kalmamış hiç” ifadelerini ne kadar sık duyduğumuzu mu anlatalım?
Sorunun özü çıplaklığın toplumsal bilinçteki karşılığındadır, toplumsal bilinçte bir kadının çıplaklığının sınırı vardır, kadın bedeni her halükarda denetime tabi tutulması gereken bir “nesne”dir. Ya da diğer taraftan “denetime tabi tutulması gereken sınırlar” bir anda kadınla ilişkilenebilir, bakın sınır namustur.
Kadın hareketi makbul kadın olmayacağız derken; aile ve beden politikalarını topyekun karşısına alırken mevcut toplumsallığın bütün dayatmalarını değiştirmek için çabalamış, kadın bedenini kontrol etmek isteyen tüm mekanizmalarına karşı mücadele etmiştir. “Sınır namustur” pankartları açıldığında ilk tepkiyi kadın hareketinin vermesi ile erkek egemen ideoloji ile mücadele arasındaki ilişki işte bu sebepten önemlidir.
Sahi çıplak aramanın kişinin beden dokunulmazlığına, temel hak ve özgürlüklerine bir saldırı olduğu için işkence niteliği taşıdığını sokakta kaç kişi bilmektedir? Daha doğrusu çıkın sorun isterim, ilk refleks nedir? Çıplak aramanın namusla ne kadar ilişkili olarak tepki aldığını bir ölçün isterim.
Şimdi tekrar geriye dönerek belirteyim: Çoğunluğun Müslüman olduğu (en azından kültürel düzeyde İslami pratiklerin yaygın olduğu) bir coğrafyada ise; çıplaklığın karşıtı örtünme ise; inancı gereği başörtüsü takan bir kadının, çıplak aramayı duyduğunda “örtülü” refleksi vermesi, gayet doğaldır, iffetle bağ kurması gayet doğaldır (bu doğallık kabullenelebilirlik üzerinden değildir, orasını yazının ilerleyen kısımlarında ifade edeceğim). Tabii ki annenin var olduğu toplumsallıkta, iffet kavramında dini bir niteliğin olduğu barizdir, ama bunu siyasal İslamcılığın bir ürünü olarak görmek için düşünme eylemini unutmuş olmak gerekir.
Bütün bu toplumsallık barizken, namus ve iffet bu coğrafyanın bütününde önemliyken, namus ve iffetin karşısında duran ana mücadele ekseni “ataerki” iken; BSM’nin tetiklendiği başörtülü kadındır, erkek egemenlik değil ve başörtülü bir kadından tetiklenmek; laik ataktır hem de en Kemalistinden.
Şimdi ikinci tartışma konusuna odaklanmak isterim. Anneyi yargılamayanların odaklandığı kısma: Filistin için Bin Genç, propagandasını yapmamalıydı. Merak ediyorum, neden?
Filistin için Bin Genç’in ilk çağrısı açıktır: Koşulsuz şartsız “nehirden denize özgür Filistin 🇵🇸” demek için bir araya geliyoruz. İşgalci İsrail ve işbirlikçilerine karşı duracak 1000 genç arıyoruz.” Siyonist İsrail’e ve soykırımcı politikalarına karşı duracak bin genç çağrısıdır, antiemperyalist bir örgütlenmedir aynı zamanda. Açıktır: bir demokratik kitle örgütlenmesidir, devrimci bir örgüt değildir. Çıkıp konuşan anne de kitleden biridir, devrimci önder değil.
Kitle örgütlenmeleri devrimci mücadele açısından “ileri ve geri” denebilecek birçok eğilimi kapsar her daim. Kitlenin farklı eğilimleri vardır ve devrimci mücadeleye düşen görev; ileri olan eğilimleri örgütlemek ve büyütmekten, geri olan eğilimleri ise dönüştürerek ileriye taşımaktır. Tarif etmeye çalıştığım “geri”, sınıflı toplumlar tarihinin ürünü olan toplumsal ortalama bilince yakın olan eğilimlerdir.
Bu anlamda annede açığa çıkan iki durum vardır: Ben de geleceğim, torunum da gelecek dediği yerdeki mücadeleci antiemperyalist tutumu ile iffetle kurduğu bağda açığa çıkan erkek egemen ideolojinin üzerindeki etkisi.
Devrimciye düşen annenin antiemperyalist tutumunu büyütmek ve yaygınlaştırmak ama eşzamanlı olarak Filistin için Bin Genç’in içinde var olan erkek egemenliğine, antikapitalist olmayan eğilimlere, ırkçılığa vb. hepsine ilişkin propaganda yürütmektir.
Filistin için Bin Genç, kitle örgütlenmesi olduğu için kendi sayfasından yayınladığı bu video, bir ajitasyon propaganda sorunu olarak değil; Filistin için Bin Genç’in içinde politik/ideolojik önderlik sorunun bir yansıması olarak değerlendirilmelidir. Görünen o ki, politik öncülük krizi, sadece mevcut antiemperyalist çizginin antikapitalist bir çizgiye çekilmeyişi sorunundan öte, en geniş birliği ve kitleselliği sağlamak adına hakim ideoloji ve toplumsal ortalama bilincin örgütlenmesine alan tanınmasına kadar gitmektedir, ki bu en geniş birlikte mevcut ideolojik yaklaşımın kapsayıcılığı da aslında oldukça tartışmaya açık.
Bu sorun, sadece annenin konuşmasından varılacak bir sonuç değildir pek tabii. Taksim Tünel’de yapılan eylemde Filistin için Bin Genç’in örgütleyicilerinin Hamas sloganları atmayı planlarken FHKC sloganını attırma girişimi olmayışı, ortak bir eylem olduğu için sosyalizm sloganının atılmadığı bir durumda tekbirler attırması vb. birçok küçük örnek, sorunun devrimci ufkun ve önderliğin FİBG saflarında ne kadar örgütlendiğine ilişkin bir sorundur.
Sorunu doğru saptamak; mücadelenin yönünü belirleyeceği için; bir kez daha belirtmek isterim: BSM’nin laik atağı yerine annenin söyleminde toplumsal olarak var olan erkek egemenliğe karşı mücadeleyi büyütmek; kitlenin devrimcilerle yan yana geldiği yerlerde kitlenin devrimci eğilimlerini büyütmek; antiemperyalist bir mücadelenin içinde antikapitalist mücadeleyi de eklemek ve sosyalizm propagandası yapmak önemlidir, gereklidir.