Dünya denen gezegen de Türkiye denen bir ülke de zamanın birinde bir belediye başkanı varmış. Bu başkan, okuduğu bir şiir nedeni ile dönemin kanunlarına göre ceza aldı ve bundan dolayı 4 ay cezaevinde kaldı.
Zaten ne olduysa ondan sonra oldu. Cezaevinden çıktıktan sonra bir kahraman olarak karşılanan zat-ı şahaneleri bundan sonra ki hayatın da çevresine topladığı birkaç arkadaşı ile sözüm ona “Türkiye’yi daha adil ve eşit halkı ise daha müreffeh ve özgür yaşatmak” için kolları sıvadılar.
Bundan sonra olanlar “Görünen köy, kılavuz istemez” atasözümüzün tam karşılığı sayılabilir aslında. Yapılan ilk seçimlerde seçim kanunlarının boşluklarından ve ufak tefek köylü kurnazlıkları ve ayak oyunları ile kendini seçtiren zat, sonrasında devletin içine yavaş yavaş nüfuz etmeye başladı. En yakın arkadaşını, kardeşim dediği kişiyi ülkenin Cumhurbaşkanı seçtirdi, kendisi ise Başbakanlık görevine geçti. Bir sosyal devletin halkı için yapmakla yükümlü olduğu ve hatta mecbur olduğu şeyleri, zat-ı şahaneleri ve ekip arkadaşları “gelecek yılları garantiye almak için” yapılan işleri bir lüks, bir yatırım olarak göstermeye insanları bu şekilde yönlendirmeye çalıştılar ve bunda da uzun yıllar başarılı oldular. Ülke de yılardır süren ve gelen tüm hükümetlerin çözeceğiz, bitireceğiz diye vadettikleri ülkenin en büyük ve önemli sorunu hakkında birtakım gelişmeler ve görüşmeler yapılmaya, yıllar yılı YOK saydıkları, horladıkları, ezdikleri, aşağıladıkları ülkenin kadim halklarından olan KÜRTLER artık varlardı, yaşıyorlardı ve kendi dillerini kısmende olsa rahatça konuşmaya başlamışlardı.
Bu arada, yıllar yılı terörist diye ötekileştirdikleri Kürt halkı kardeşleri oluverdi. Kürt halkının özgürlüğü için mücadele eden PKK örgütü ve Öcalan’a SAYIN dedikleri için haklarında ceza davaları açılan, tutuklanan kişilere rağmen örgütün kurucusu ve liderine SAYIN denilmesine izin verilmiş ve Sayın Öcalan ise bebek katili olmaktan çıkarılmış ve direkt devletin en yüksek yöneticileri tarafından tutuklu bulunduğu İMRALI CEZAEVİNDE ziyaret edilmeye, MİT yetkilileri tarafından görüşmeler yapılmaya başlanmıştı.
Ülkenin yıllardır en büyük sorunu olan, Kürt sorunu artık halk tarafından “BİTTİ, BİTİYOR” gözüyle görülmeye ve zat-ı şahaneleri ülkenin en büyük sorununun çözümünü sağlayan ya da sağlayacak olan kişi olarak görülmeye ve bunun kaymağını yemeğe başladı. Ve evet bu kadar çalışma elbette yıllara mal oldu ve yeni bir seçim dönemi daha geldi çattı.
Zat-ı şahaneleri bu defa da ülkenin 40 yıllık sorunu Kürt sorununu farklı bir mecra da tartışan ve tartıştıran kişi olmasından kaynaklı ve dış politika da diğer liderlere karşı gösterdiği kendince “DİK” duruş halk tarafından tekrar tekrar seçilmesine vesile oldu. Bu seçimler süresince zat-ı şahaneleri yavaş yavaş ülkenin içine tamamen nüfuz etmiş, artık ondan habersiz kuş uçamaz, arı konamaz olmuştur. Bu esnada yıllar yılı birlikte ortaklık yaptığı, “artık bu hasret bitsin, vatanına dön” diye çağrılar da bulunduğu kişi DEVLETİN MALI DENİZ YEMEYEN KERİZ lafında olduğu gibi sen çok aldın, ben az aldım kavgası başlama sinyalleri vermeye başlanmış ve hükümetin bakanlarının rüşvet aldıkları belgelenmiştir. Türkiye de bundan sonra sular daha da ısınmaya başlamıştır. 2011 seçimlerinde %50 ile seçilen hükümet 2015 genel seçimlerine kadar durumu toparlamaya ve 2015 seçimlerinde yine zaferle çıkmayı hesaplarken, bizim zat-ı şahaneleri kendisinin ve ailesinin rüşvet konuşmaları ve haksız edindiği paraları nerelere, kimlere bırakılması gerektiğine dair gizli dinlemeler basına ve sosyal medyaya düşmeye başlamıştır. Ülke de bu krizler yaşanırken 40 yıllık Kürt sorunu görüşmeleri devam ediyor ve bir nihayete erdirilmeye çalışılıyordu. Rüşvet aldın, rüşvet verdin krizi devam ederken, bu defa da bir İran kedisi çıktı, ismine Rıza ya da Reza denen bu kişi sağa – sola para dağıtmaya başlamış ve Türkiye de milyar dolarlık rüşvet dağıttığını söylüyordu.
Bu esnada ülkenin komşu ülke olarak görebileceği çevresinde bir tane ülke kalmamış hepsi ile sorunlar yaşamaya, kardeşim dediği kişilere artık KATİL demeye başlamıştır zat-ı şahaneleri. Suriye topraklarında devam eden savaş ve bir anda peydahlanan IŞİD denen örgüt ortalığı kasıp kavurmakta, Kürtler her alanda olduğu gibi, savaş alanında da geri çekilmeden, canlarını ortaya koyarak savaşmakta ve zat-ı şahanelerinin DÜŞTÜ, DÜŞÜYOR, DÜŞÜCEK dediği Kobane savaşçıları, halkların dünya direniş tarihine 2. Stalingrad direnişi olarak geçer.
Ve geldik 2015 -7 Haziran genel seçimlerine Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’ın eş başkanlığında seçime giren HDP Türkiye’nin doğusunda yani KUZEY KÜRDİSTAN DA zat-ı şahanelerini hezimete uğratıp orada ki nerede ise tüm oyları aldılar, batı da istediği sonucu alamayan zat-ı şahaneleri IŞİD ile organik bağı da dünya kamuoyunda tartışılırken, uğradığı bu ikinci hezimet ile ikinci bir emirle, yıllardır sürdürdüğü ve artık sonuçlandırılması beklenen Kürt sorununu tekrar hortlatarak HDP ye, seçim bürolarına, çalışanlarına saldırıların, il ve ilçe binalarına bombalı paketler ve saldırlar durdurulamaz ve engellenemez olmuştu. Ülke böyle bir kargaşanın içerisine hapsedilirken HDP’nin Diyarbakır da yapacağı mitinge konulan bomba ile 5 canımızı toprağa vermenin üzüntüsünü atamamışken bu defa da Kobane de yaşanan çağın direnişini selamlamak ve orada ki çocuklara oyuncak ve gıda götürmek gibi dertleri olan bir grup genç Urfa’nın Suruç ilçesine geldiler ve burada konakladılar yanlarında çocuklar için taşıdıkları oyuncaklar, bebek bezleri vardı. 27 Temmuz 2015 tarifinde Suruç’ta zat-ı şahanelerinin beslediği kargalar 33 canımızı, 33 çocuğumuzu, 33 fidanımızı bir bomba ile çekip aldı bizlerden.
Artık hızla kan kaybetmeye başlayan zat-ı şahaneleri toplumun uyanmasını istemediğinden uyumakta olan ve toplumların en büyük zehri olan milliyetçilik ve şovenizm zehrini topluma zerk etmeye başlamıştı bunun ilk adımı olarak Kürtlerin yeniden yok edilmesi ve Kürt özgürlük hareketinin tekrar terör örgütü olarak lanse edilmesi ve barışın savunucusu durumunda olan HDP vekillerine ve başkanlarına yönelik hızlıca hazırlanan dosyalar ve bir gece yarısı operasyonu ile hepsinin gözaltına alınıp cezaevlerine konulması ile meşru bir parti kısa bir sürece kriminalize edilerek toplum gözünde ÖCÜ olarak gösterilmeye ve herşeyin sorumlusu olarak lanse edilmeye çalışıldı.
Hızını alamayan zat-ı muhterem bu defa Kürdistan da acımasız bir katliamın tohumlarını ekmeye ve bölge de birçok şehir de birçok kasaba da kadınları, çocukları, yaşlıları bil cümle insanları, sokak ortasında, bodrumlarda YASAL MERMİLER ve YASAL BOMBALAR ile herkesin gözünün içine baka baka öldürmeye başlamıştı. Artık dur, durak dinlemeyen zat, eline geçirdiği gücün vermiş olduğu kişilik deformasyonu ile herşeyi yapabileceğini, herkesin kendisinin istediği gibi olması gerektiğini düşünmeye buna itiraz edenleri ise açık açık TERÖRİSTLİKLE suçlamaya başlamıştı.
Ve giderek ülkenin içinde bulunduğu durum içinden çıkılmaz bir hal almış, üretim bitirilmiş, tarım ülkesi olan bu topraklar artık buğdayı ithal eder hale gelmiş, toprakları Arap zenginlerine yok pahasına satılmış, yer altı kaynakları kullanılamaz hale getirilmiş, devlet kurumlarının nerede ise tamamı ya yandaşlarına ya da yabancılara 3-5 kuruşa satılmış ve ülke yatırım adı altında bir beton şehre dönüştürülmüştü.
Tam da bu esna da bir gün bu kendini padişah zanneden herşeyi yapabileceğine inanan ve allahın yeryüzünde ki gölgesi olduğunu düşünen kişi erken genel seçim yapmak istediğini söyler. Ve tarihi 24 Haziran olarak belirler.
Karşısına çıkacak adayları gözüne kestirmiş olacaktı, böyle bir karar alıp açıkladığını düşünüyorum. Yalnız hesaba katmadığı şey HDP bu esnada cezaevinde tutsak bulunan Selahattin Demirtaş’ı aday olarak göstermesi oldu. Buna da başta ses çıkarmayan reiz, tarih yaklaştıkça ve Selahattin Demirtaş’ın o kadar imkansızlıklar ve yokluklar içinde ve cezaevinde de olsa kendisini zorlayacağını anladığı andan itibaren tedirgin olmaya başlamış ve bunu konuşmalarına dahi yansıtmıştır. Son olarak HDP nin engellenmesi gerektiği yönünde gizli kapaklı olarak açıklamalar yaparak, Cumhurbaşkanlığı adaylığı için bazı kriterlerin olması gerektiğini söylemiş ve Selahattin Demirtaşın olası ikinci tura kalmadı durumunda bu seçimi yok saymak için elinde ki imkanları kullanacağını göstermiş oldu. Oysa kendisi Cumhurbaşkanlığı için gerekli yükümlülükleri yerine getirdimi bilinmiyor. Mesela hala kimse bu zat-ı muhteremlerinin üniversite diplomasını görmüş değil. O nedenle HDP bu seçimin ve ülkenin geleceğinin KİLİT noktası olmayı başarmış durumdadır. Diktatörlüğünün önünde ki tek ve yegane engel olarak gördüğü Selahattin Demirtaş ve HDP bu ülkenin aydınlık yarınlarının garantisi olmaya devam edecektir.
Bundan sonra ya aydınlık geleceğe koşacağız ya da karanlık bir dehlizde hep birlikte kaybolacağız. Artık gerçeklikler üzerinden bakalım hayata, yaşam iki tarafı da keskin bir bıçak sırtı gibidir. Kişinin yaptığı hata sadece kendini bağlar, zararı da kendisinedir, karı da…
Toplumun yaptığı ya da yapacağı hata ise gelecek kuşakları da ilgilendirir, onların hayatını, yaşamını veya yaşayamamasını…
Gün birlik ve dayanışma günüdür 24 Haziran’da diktatöre ve bu hırsızlık düzenine DUR demek için sende oyunu HDP ye vermelisin.
#SeninleDeğişir
#1OyHDPye1OyDemirtaşa