12 Eylül rejiminin yarattığı en büyük tahribat, ancak şekillendirdiği insan modeline bakarak anlaşılabilir. Bu model; benmerkezci, bireysel çıkarlarına düşkün, “para kazanma” ya da “kariyer yapma” hırsıyla gözü dönmüş (bu uğurda çevresindekileri ve olası rakiplerini acımazsızca ezerek yoluna devam eden), tarihi, toplumu, politikayı ve olayları umursamayan, kendi dışındaki insanların sorunlarına duyarsız, işin ucu kendisine dokunmadığı müddetçe elini katiyen taşın altına sokmayan, lümpen ve liberal karakteriyle belirir.
Zira gerçek anlamda neo-liberalizm de 12 Eylül ile birlikte ithal edildi bu topraklara. Bu sayede rejim, toplumun zihnine, “liberalleştirici” aşıyı da yaptı. Böylelikle kardeşiyle ya da annesiyle yediği yemeğin hesabını “Alman usulü” ödemeyi bile bireysel gelişiminin bir parçası olarak tanımlayan insan tipi üredi. 12 Eylül rejiminin yoğun propagandası altında yetişmiş kişilerin, sayısal olarak çoğunluğa ulaştıkları anda, bireysel gelişim kitaplarının, ülkede en fazla satan kitaplar haline gelmesi tesadüf değildir. Ama 12 Eylül’ün en büyük “başarısı” apolitik insan yığınları yaratmış olmasındadır.
Bu apolitizasyonun en şiddetli muhatapları ise solcu aileler oldu. Bu ailelerin çocukları, bu sürecin sonunda apolitik tipler haline dönüştü. Kendi bireysel özgürlükleri dışında, hiçbir toplumsal meseleye bulaşmadılar. Adları Mahir, Ulaş, Eylem, Özgür, Deniz, Taylan olan bir sürü tip, gevrek bir edayla dillendirdikleri “abi bana ne yea” sözünü adeta bir diskur haline getirdi. Gezi’nin bu kadar kalabalık ve bir o kadar da yenilmesini kaçınılmaz kılan şey, bu tiplerin ekseriyetindedi.
Bence bu tipin en başarılı örneği finansçı Prof. Özgür Demirtaş’tır. Türkiye’de “genç beyinlere umut aşılıyor” etiketiyle piyasada olduğunu gördüğümüz Özgür Demirtaş, panelleri, söyleşileri ve attığı ‘twit’lerden anlaşılacağı üzere; sıradan bir bireysel gelişim kitabının ete kemiğe bürünmüş hali gibi. Konuşmalarında (toplumsal gelecek kaygısı yaşayan Türkiye gibi bir ülkede bile) sürekli olarak bireysel gelecek kaygısından bahsediyor. Söyleşileri bireysel gelişim kitabı yazarlarınınkinden hallice. Söylevlerinde kesinlikle toplumsal olana değinmiyor. Onu dinleyen insanlara kariyer basamaklarını nasıl tırmanmaları gerektiğini anlatmaktan öteye gitmiyor.
Aslında anlattığı şeylerin özü; ‘bireysel gelişiminiz için çok çalışın, gerekirse dişinizi tırnağınıza takın, büyük çabalar sarf edin ki; eğitimli, kaliteli, işe yarar kişiler olarak, büyük kapitalist şirketlerin elemanları olun’dan başka bir şey değil. İnsanları büyük sömürü çarkının bir parçası olmak için motive eden telkinler üzerinden yükselmiş bir kariyer var karşımızda. Bu yüzden olsa gerek, sağlam bir 12 Eylül aşısı yemiş bir kuşak, kendisini çok seviyor. Hatta bu kendisini çok sevenler, kapitalist şirketlere danışmanlık yapan Demirtaş’ı bize solcu olarak pazarlıyorlar.
Özgür Demirtaş, tam da “12 Eylülcülerin” yapmak istediği, yaratmak istediği bir insan profilini, yani apolitik gençleri görmek istiyor üniversitelerde. “Kişileri konuşarak, olayları konuşarak, ideoloji, tarih, politikayı tartışarak, zamanınızı harcamayın, kendinize yatırım yapın” diyebilecek birinin solculuğundan bahsedilebilir mi? Zira solcu, tarihi kişileri, tarihi olayları ve tarihin kendisini konuşarak, tartışarak, toplumsal ilerleyişin önünü açmaya çalışandır. Zaten kendisi büyük kapitalist firmaların ‘ceo’larına, yönetim kurulu üyelerine, üst düzey temsilci ve yöneticilerine dersler/söylevler veriyor. Aldığı finans eğitimini, kapitalist sömürünün verimliliğini arttırmak için kullanıyor. Demirtaş’ın eğitimli olması, ‘prof.’ olması, mevcut sistem içinde kendisine ödüller falan verilmiş olması, onu haklı yapmıyor. Unutmamak gerekir ki Burhan Kuzu da ‘prof.’tur. Alanında uzman ama diğer tüm alanlarda cahil ne profesörler gördü bu memleket.
Demirtaş’ın varlığını üzerine oturttuğu tüm bu popüler kariyerinin alt metninde yatan temel önerme; ‘politikaya bulaşmayın, bilim üretin’den başka bir şey değil. ‘Bilim’den anladığı ise teknoloji. Yani ilginç bir şekilde teknoloji ve bilimi aynı şeylermiş gibi kullanma eğiliminde. Ancak bu “teknoloji üretin” lafı, toplumlar tarihini bilmediği için, twitter’da atılmış hipotetik nutuktan öteye gidemiyor.
Oysa teknoloji üretmek evinin salonunda oturan Berkecan’ın yapabileceği bir şey değil. Berkecan teknoloji üretme koşullarından yoksun. Zira teknoloji üretimi devletlerin ve/ya büyük kapitalist şirketlerin tekelindedir. Teknoloji üretimi politik iktidarı elinde bulunduran hükümetlerin isteğine ve inisiyatifine göre olur ve şekillenir. İktidarı elinde bulunduranların tekelindeki bir mesele ise kaçınılmaz olarak politiktir. Demek ki teknoloji üretmek isteyen herhangi bir öznenin yapacağı ilk iş, politik iktidarın dönüşümüne yönelik olacaktır. Bunu yapmak için ise politika ve tarih bilmek gerekir. Yani mevcut dünyada politika olmadan teknoloji üretilemez.
Bu anlamıyla, “politikayla, tarihle, olaylarla uğraşmayın, politika tartışmayın; teknoloji üretin” demek kadar anlamsız ve boş bir laf daha olamaz. İlginç olan, toplumun içinde bulunduğu durum değerlendirilmeden, kişisel hayaller ve duygusal formülasyonlarla telkinlerde bulunmak, “bilimsel analiz” diye bize yutturulmaya çalışılıyor. Ülkede bilim üretecek hiçbir merci, akademi, okul kalmamışken, insanların çocukları zorla imam hatip liselerine kayıt yaptırılırken, eğitim ve bilim namına hareket edecek zerrece bir organizasyon bırakılmamışken, ‘teknoloji üretin’ demek kadar anlamsız bir laf daha olamaz. Mahalle yanarken saç taramaktan öteye geçmeyen bu türden nasihatler ise, toplumsal ilişkiler ağını bilmeyen ve anlayamayan beyinler için çok keyifle dinledikleri belagatlere dönüşüyor. Buna bir de “kendinize yatırım yapın” lafı eklenince, bu, kitleler nezdinde “dadından yenmez” bir argüman halini alıyor.
Oysa bir toplumda düzen bozuksa, birey istediği kadar kendisine yatırım yapsın, sonuç üç-beş kişinin kurtuluşundan başka bir şey olamaz. Yani Demirtaş, kanalizasyona düşmüş insanlara, “kişisel temizliğinize özen gösterin” diyor adeta. İşte bu, tarih, toplum ve bilim bilmemekten kaynaklanıyor. İstediği kadar alanında uzman olsun, toplumlar tarihini okumayı bilmediği için, bireysel kurtuluş hikâyeleriyle gençleri efsunluyor, kendisini tatmin ediyor Demirtaş.
Demirtaş apolitik bir kuşak görme umuduyla yanıyor ama AKP’nin bugün bu kadar palazlanmış olmasında, tam da bu neden yatıyor. AKP yığınlara dönüşmüş bir insan popülâsyonunun apolitikliği üzerinden bugünlere geldi. 12 Eylül’ün yarattığı apolitik nesil, AKP’nin üzerinden beslendiği en temel payanda oldu.