Yerleşimci sömürgecilik, bugün ‘tarihin eski bir sayfası’ olarak gösteriliyor. Oysa, yeni sömürgeleştirme modelleri küresel neoliberal sistem ile devam ederken yerleşimci sömürgecilik özellikle Siyonistlerin Filistin’deki uygulamaları ile oldukça taze bir örnek olarak karşımıza çıkıyor. Bu da bizim için geçmişteki yerleşimci sömürgecilik deneyimlerini incelemek için geçerli bir neden sunuyor.
Bir avuç yerleşimci sömürgecinin, ayrıcalıklarından vazgeçmeme uğruna uzun yıllar sürecek bir savaşı nasıl sürdürebildiğini, emperyalistlerin doğrudan ya da dolaylı olarak nasıl bir destek sunduğunu pek çok örnekte görebiliyoruz. Bu arayışla geçtiğimiz haftalarda Bilinmeyen Ülke dizisinde Rodezya’ya ilk adımımızı attık. Kafatasçı elmas zengini Cecil Rhodes’in ‘kurduğu’ ülkeyi konuşarak emperyalistlerin sömürgeci politikalarını en çıplak haliyle görme fırsatı bulduk. İngiltere imparatorluğu altındaki kuruluşuna değindiğimiz bu ülkenin şimdi ise sonundan bahsedeceğiz.
Temelindeki harcı kan ile karılmış Rodezya’nın sonu da yine kanlıdır. Siyahları gerilla mücadelesi ve beyazların ırkçı katliamları altında bir süreliğine İngiltere’den bağımsızlık ilan eden Rodezya’nın sonu bu sebeple konuşmaya değer. Gelin bugün Zimbabve olarak bildiğimiz ülkenin geçmişindeki ‘tanınmayan beyaz ülkeye’ seyahat edelim.
Küçük bir azınlığın ayrıcalıkları
Bugün tek bir isimle andığımız Rodezya, İngiltere’den bağımsızlığını bu isimle ilan etmiş olsa da aslında daha öncesinde ‘Güney Rodezya’ olarak bilinir. Bugün Zambia adındaki ülke, aynı sömürgeci zincirin bir halkası olarak o günlerde Kuzey Rodezya diye adlandırılır. Uzun yıllar İngiltere sömürgesi olan Güney Rodezya, diğer Afrika sömürgelerine oranla oldukça güçlü bir beyaz yerleşimci seçkin nüfusa sahiptir. Ülkedeki beyaz nüfus 1961 rakamlarına göre 220 bin civarındadır. Ki bu da ülke nüfusunun yüzde 6-7’si gibi küçük bir orana tekabül eder. Buna karşın başta askeri olmak üzere, ülkedeki siyasi, ekonomik ve toplumsal tüm çarklar bu küçük azınlık lehine dönegelmiştir.
Fakat İkinci Dünya Savaşı sonrasında Afrika’da sömürgecilik ve ırkçılıktan kurtuluş mücadeleleri alevlendiğinde Rodezya’nın imtiyaz sahibi beyazları geri adım atmaya yanaşmaz. Ülkede hüküm süren ırk ayrımı düzeni, toplumsal hayatın her alanında kendini gösterirken siyah çoğunluğun siyasal temsiliyetinin önüne geçilir. Siyahların seçme-seçilme hakları son derece sembolik bir zeminde, beyazların iktidarını tehdit etmeyecek şekilde düzenlenir, Afrikalı çoğunluğun siyasi hareketleri yasaklarla engellenir. Özellikle Ian Smith liderliğindeki Rodezya Cephesi’nin (RF) 1962 yılında iktidara gelmesiyle birlikte ırk ayrımı uygulamaları daha da derinleşir. Beyaz azınlık çıkarlarını savunan, ırkçı ve anti-komünist bir parti olan RF, siyahların eşit yurttaşlık hareketlerinin önüne geçmede radikal hamlelere başvurur.
Sendikal hareketten gelmiş olan Joshua Nkomo önderliğindeki Zimbabwe Afrika Halkları Birliği (ZAPU) örgütünde birleşmiş olan anti sömürgeci güçler bu uygulamalara karşı mücadele eder. 17 Aralık 1961’de kurulmuş olan ZAPU geniş bir toplumsal tabana dayanan bir kitle partisidir. Hedefleri arasında Afrikalılar için eşit oy hakkı olan ZAPU Eylül 1962’de yasaklanır. Zimbabwe nüfusu Şona ve Ndebele adlı iki ayrı kabileden oluşmaktadır. Ağustos 1963’te Şona yönelimli bir grup, Ndabaningi Sithole önderliğinde ZAPU’dan ayrılır ve anti sömürgeci örgütlenme ikiye bölünür. Robert Mugabe önderliğinde kurulan yeni örgüt Zimbabwe Afrika Ulusal Birliği (ZANU) adını alır. 1964’te ‘Bir insan, bir oy’ şiarı altında çeşitli kişisel eylemler gerçekleştirilir. Binlerce kişi tutuklanır(1).
Seçimler demişken, şunun altını çizmek gerekiyor, söz konusu oy verme işlemi bir ‘seçkinler meclisi’ belirlemekten ibarettir. Ten renginin toplumsal sınıflarla eş anlamlı olduğu bir ülkede ‘ekonomik ayrıcalıklar’ üzerinden elekten geçirilen seçmenler, sadece sınıfsal değil aynı zamanda ırksal da bir ayrım tablosu oluşturur. Örnek vermek gerekirse eğer, 1965 Genel Seçimlerinde 95 bin beyaza karşı 2 bin siyahın oy verme hakkı vardır. Bunun haricinde gasp edilmiş topraklar üzerinde kurulu emek sömürüsüne dayalı düzenin ta kendisinin çarpıklığından söz etmiyoruz bile!
Bağımsızlık ve savaş
Bu çekişmenin ardından ‘yumuşak geçiş’ modelinin Rodezya için uzak bir ihtimal olduğu ortaya çıkar. Beyaz yerleşimci azınlık egemenliğinin sağlamlaştırılması ve genişlemesi politikasını sürdüren Smith, 1965 yılında tek taraflı olarak Rodezya’nın İngiltere’den bağımsızlığını ilan eder.
O sıralarda İngiltere’de hükümette olan İşçi Partisi bu bağımsızlık adımına bağlı olarak bir siyah çoğunluk hükümetine yumuşak geçişin koşullarının yaratılması talebini ileri sürer. Ancak beyaz azınlık iktidarı bu talebe uygun davranmaz. Mücadelenin anayasal yollarının tamamen tıkanması üzerine Güney Rodezya’daki ırkçı rejimin barışçı olmayan yöntemlerle devrilebileceği fikri egemen olur. 1965-1966’da gerek ZANU gerekse ZAPU ekonominin önemli noktalarına karşı sabotaj eylemlerine girişirler. 1967-1968’de gerilla mücadeleleri ile başa çıkamayan hükümet Güney Afrika birliklerini yardıma çağırır. 1970’de Cumhuriyet’in ilan edilmesi, beyaz azınlık egemenliğinin güçlendirilmesi hedefini de içermektedir. Toplumsal müttefik kazanmak amacıyla siyahlara yaşadıkları bölgeler içinde toprak edinilmesi hakkı verilir ve kabile reislerine yönetimde daha fazla yer ayrılır. 1971’de ise Güney Afrika’daki bantustanlaştırma hareketine benzer bir projenin uygulanmasına başlanır(2).
İsrail’in apartheid dayanışması
Şimdi ise kimilerinin ‘Rodezya İç Savaşı’ kimilerinin ‘Rodezya Çalılık Savaşı’ kimilerinin ise ‘Zimbave Ulusal Kurtuluş Savaşı’ olarak adlandırdığı 1964 – 1979 yılları arasında yaşanan savaşa dair birkaç şey söyleyelim.
İngiltere, bağımsızlık ilan eden Rodezya yönetimine resmi şekilde bir destek sunmasa da buradaki beyazların önemli bazı müttefikleri vardır. Her şeyden önce bölgedeki ırk ayrımına dayanan apartheid düzeninin öncüsü Güney Afrika, Rodezya’nın arkasındadır. Bununla birlikte doğusundaki Mozambik’te benzeri bir sömürgeci savaş bataklığına batmış olan Portekiz de -kendi savaşını kaybedene kadar- beyaz azınlık yönetimine ciddi bir destek sunar. Güney Afrika ya da Rodezya gibi dünyadaki bir diğer yerleşimci sömürgeci azınlık iktidarı savunucusu olan İsrail de savaşta doğrudan bir taraftır: Tel Aviv yönetimi Rodezya ordusunun askeri ihtiyaçlarına yanıt vermekte gecikmez. Birleşmiş Milletler’in Rodezya’ya uyguladığı yaptırımlara rağmen İsrail, yerleşimci müttefiklerine silah ve mühimmat sağlamakla kalmaz, aynı zamanda Rodezya’nın kendi teçhizatlarını üretebilmeleri için lisans çıkartır.
Yine de Rodezya’nın asıl tedarikçisi Güney Afrika’dır. Emperyalistlerin bölgedeki taşeronlarınca devam ettirilen beyaz iktidar mücadelesinde Rodezya’nın ciddi bir teknolojik üstünlüğü söz konusudur. Siyah gerillalar, Çin ve Sovyetler Birliği’nden destek alırken Rodezya yönetimi tüm beyaz nüfusu dişine kadar silahlandırır. Böylece sayı olarak az olmasına karşın güç itibariyle son derece etkili bir kesim oluşturulur. İngiltere ya da ABD’den yapılan ‘resmi açıklamalar’, Rodezya yönetimine doğrudan ve koşulsuz destek sunma yönünde olmasa da bu ülkelerin kamuoyu için aynı şey söz konusu değildir. Toplumun önemli bir kısmı ‘barbar siyahlara karşı medeni beyaz azınlığın sömürü düzeninin devam etmesinden’ yanadır.
Savaş sırasında dikkat çeken bir diğer detay ise Rodezya ordusunun yaklaşık yüzde 80’inin siyah Afrikalılardan oluşuyor olmasıdır. Beyazların eline tutsak düşen 19 yaşındaki bir gerillanın, verdiği bir röportajda anlattığı hikaye çarpıcıdır: Kendisine ‘ya seni öldürürüz ya da bize katılırsın’ dendiğini söyleyen genç, hayatı seçtiğini belirtir. ‘Neden Rodezya ordusunda Afrikalıların olduğu’ sorulduğunda ise “Burada Afrikalılar için iş yok, başka yapacak bir şeyleri yok” diyerek meseleyi özetler. Röportajın sonunda ZANU’nun kazanacağına inandığını, çünkü toplumdan çok daha büyük bir destek aldıklarını da söylemekten geri durmaz(3).
Savaş sırasında Rodezya’nın kontrolündeki Afrika yerleşimleri dikenli tellerle örülür. Hükümet bu sayede ‘bölgenin gerillalara karşı korunarak güvenlik sağlandığını bu sebeple Afrikalıların bundan şikayetçi olmadığını’ dile getirse de gerçekte durum farklıdır. Sıkıyönetim uygulamaları şiddetlenirken tellerin ardındaki hayat keyfi uygulamaların da artmasıyla birlikte çok daha zorlu bir hale gelir.
Savaşın çehresi Portekiz sömürgelerindeki savaşların gerillalar lehine sonuçlanmasıyla birlikte değişir. Artık Rodezya’yı çevreleyecek şekilde Mozambik’te ve Angola’da siyah gerillaların üslenmesi mümkündür. Buna karşın Rodezya -Güney Afrika’daki Apartheid yönetimini saymazsak eğer- bölgedeki en geniş hava kuvvetleri filosuna sahiptir. Havadaki üstünlüğünü kullanarak, savaşı paraşüt ekipleriyle devam ettirir. Gerillalar da havadan gelen saldırılara ‘havaya dönük’ yanıtlar geliştirir. 1970’lerin sonlarına doğru Rodezya’ya ait sivil uçaklar düşürülür, bombalı eylemler yaygınlık kazanır. Portekiz gibi önemli müttefiklerini kaybeden Rodezya, artan saldırılar ve devam eden ekonomik yaptırımlar ile birlikte kontrollü bir şekilde geri çekilme stratejisini benimser.
Sona gelirken
Bu noktada siyasi boyuttan bahsederek, savaşın nasıl sona erdiğinden bahsedebiliriz. ZAPU ve ZANU siyahlar arasında kendine yer bulan tek güç değildir. Bu iki güce göre siyasi spektrumda daha ‘ortada’ kalan bir başka aktör daha var:
Metodist Piskoposu Abel Muzorewa, Aralık 1971’de ZAPU ve ZANU’nun da içinde bulunduğu Birleşik Afrika Ulusal Konseyi (UANC) adlı bir örgütlenme kurar. Belli bir süre siyah Afrikalı kitlelerin çıkarlarını savunmakta önemli bir rol oynayan UANC, Muzorewa’nın yeni sömürgeci eğilimi ve işbirliğine yakınlığı nedeniyle reformcu bir hat izlemeye başlar. Sıkıyönetimin ülkenin yüzde 85’ine yayıldığı ve devlet terörünün olanca şiddetiyle sürdüğü bir dönemde düzenlenen seçimlerde, Smith rejiminin işbirlikçileri ile oluşturduğu bir iç anlaşma sonucunda Muzorewa başbakan olur. Uluslararası tepkilerin İngiltere üzerinde yoğunlaşması ile birlikte Eylül 1976’da Londra’da bir Güney Rodezya (Zimbabwe) Konferansı toplanır. Yurtsever Cephe’nin dahil edilmediği hiçbir çözümün başarıya ulaşamayacağının görüldüğü bu Konferans’ın sonunda, 21 Aralık 1979’da bir ateşkes anlaşması imzalanır. Seçimlere kadar Lord Soames, İngiliz Valisi olarak yasama ve yürütmeyi üstlenir. 14 Şubat 1980’de parlamento için yapılan seçimlerde beyaz azınlık RF’den 20 temsilci seçerken, siyah Afrikalı çoğunluk ise ZANU’dan 57, ZAPU’dan 20 ve Muzorewa’nın işbirlikçi örgütü UANC 3 temsilci seçer. Bu seçimin sonucunda 18 Nisan 1980’de Robert Mugabe’nin başkanlığı altında kurulan Zimbabwe Cumhuriyeti, Afrika’nın 50. bağımsız devleti olma unvanını kazanır(4).
Gerilla hareketlerinin geri adım attırmasıyla birlikte Rodezya’daki beyazların ırkçı yönetimi sona erer. Elbette Zimbabwe’nin ulusal kurtuluş mücadelesi daha uzun ve detaylı bir çalışmayı hak ediyor. Bugün biz, Rodezya’nın tek taraflı bağımsızlığı üzerinden ilerleyen savaş ve bu savaş esnasında beyazların imtiyazlarını korumak uğruna göze alabilecekleri üzerinden uzun bir hikayenin kısa bir kesitine göz atabildik. Fakat bu kısa bakış bize emperyalistlerin doğrudan ya da dolaylı olarak neleri göze alabileceklerini gösteriyor. Bugün kendilerini ‘insan haklarının noteri’ sayan güçler, ırk ayrımına dayalı rejimlerin de mimarıdır. Dün olduğu gibi bugün de yerleşimci sömürgeciliğe dair doğrudan destek, dolaylı tepkiler ile yollarına devam etmekteler. Kanlı tarih ise ezilen halkların kurtuluş mücadelesinde direnişten başka bir yol deneyim göstermiyor.
NOTLAR:
(1) Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi (İletişim Yayınları)
(2) A.g.e.
(3) Zimbabwe: Goodbye Rhodesia (1979)
(4) A.g.e.