Roma İmparatorluğu uzun yıllar yaşamıştı. Amerika’nın tek kutuplu Roma egemenliği ise SSCB’nin 1991’deki çöküşünden 30 yıl sonra çatırdamaya başlamış görünüyor. Donbass ve Ukrayna’daki trajedi bu çatırdamanın, başka deyişle çok kutuplu yeni bir dünyanın doğum sancılarının bir sonucudur. Ölü bir doğumun bedelini ise Rusya dışında, NATO savaş aygıtı ile baş başa kalacak olan İran ya da Venezüela gibi ülkelerin hızla ödeyeceği bilinmelidir.
Tarihçilerce Doğu Slavları olarak tarif ediliyorlar. Yaşadıkları bölgeler günümüze kıyasla kimi farklılıklar gösterse de, bugünkü savaşın tarafları olan bu halklar üç Slav kolu biçiminde tasnif edildiler; Beyaz Ruslar, Büyük Ruslar, Küçük Ruslar olarak adlandırıldılar. Sırasıyla güncel politik idarelerinin adları Belarus, Rusya ve Ukrayna’dır. Ukrayna’nın başkenti Kiev de tarihçilerce İlk Rus devletinin, Kiev Knezliği’nin doğduğu yer olarak kabul ediliyor. Rus kimliğinin oluşumunda tarihi değeri haiz bir merkezdir. Tarihleri iç içe geçmiş bu geniş toprakların yirminci yüzyıldaki ortak yaşam öyküsünü yazan ise Sovyetler Birliği oldu. Bugünkü karmaşa, SSCB’nin yarattığı bu ortaklık öyküsünün ABD, Batı Avrupa ve NATO tarafından yok edilmiş olmasından kaynaklanıyor.
Lebensraum’a Dahil Edilen Ukrayna
Ukrayna’nın Batı Avrupa’yla ilişkisi aslında ilk kez tartışılıyor değil. Geçmişte de Batı Avrupa siyasi arenasına dahil edilmek istendiği biliniyor. Üstelik bunun realizasyonu bir savaşla yapılmıştı. Ukrayna’nın Rusya’dan koparılması, Birinci Dünya Savaşı’nın siyasi kamplarından birinin, Almanya’nın talebiydi. Almanya Ukrayna’nın, Alman yaşam alanının (“lebensraum”) sınırları içerisinde yer aldığını ileri sürüyordu. Nazizmin iktidarda olduğu İkinci Dünya Savaşı yıllarında da Hitler aynı emperyal siyasi projeye, lebensraum anlayışına uygun olarak Ukrayna’yı elde etmeye çalışmıştı. Bu uğurda Rusya içlerine kadar askeri kıtalarını ve antisemit ve antikomünist siyasi eğitimden geçirilmiş SS taburlarını gönderiyordu. Demek ki, Avrupa Birliği ve NATO’nun kuruluşundan önce de Ukrayna’yı talep edenler olmuştu.
Almanca “Lebensraum” kavramını oluşturan iki sözcükten “Leben” Almanca’da “yaşam”, ikinci sözcük “Raum” ise “alan” anlamına gelir. Kavram ilk olarak 1860’da coğrafyacı Oscar Peschel tarafından kullanılsa da, popülerleşmesi Almanya’nın savaşa hazırlandığı 1900’lerin ilk on yılında gerçekleşmişti. Birinci Dünya Savaşı ve İkinci Dünya Savaşı yılları boyunca da bu kavram Alman siyasi düşüncesinin köşe taşlarından birini teşkil etti. Doğu Avrupa ve Ukrayna’ya bir nüfuz alanı olarak el koyulması propagandasının siyasi gerekçelerini sağladı.
Almanya’nın bu talebini resmi olarak gerçekleştirmeye en yaklaştığı an ise herhalde 1918 yılının Mart ayıdır. 3 Mart 1918’de, yeni iktidara gelmiş Sovyet hükümeti ile Almanya, Avusturya Macaristan ve Osmanlı İmparatorluğu arasında imzalanan Brest-Litovsk Antlaşması’yla Alman siyasi iktidarı Ukrayna’yı Moskova’dan koparma şansını elde ediyordu. Askeri zor kullanılarak ile realize edilmiş bir taleptir. Alman ordularının Petrograd yakınlarına dek ulaşması üzerine 4 aydır iktidarda bulunan Sovyet hükümeti’nin Almanya’ya “acil barış” teklifi üzerine Brest-Litovsk Antlaşması imzalanıyor ve Sovyet yönetimi Ukrayna, Belarus ve Gürcistan’ın bağımsızlıklarını tanıyordu.
Aynı antlaşma ile Letonya, Litvanya ve Estonya da Alman kampına bırakılmıştı. Demek ki, NATO ile Avrupa’nın bugün el koydukları ya da talep ettikleri Baltık ve Ukrayna gibi bölgelerin el değiştirmesi için geçmişte Almanya’nın Rusya’ya karşı verdiği savaşı kazanması gerekmişti. Bununla birlikte, Almanya, Avusturya Macaristan ve Osmanlı İmparatorluğu’nun galip devletler olarak Sovyet yönetimi ile imzaladıkları Brest-Litovsk Antlaşması’nı, doğaldır ki Birinci Dünya Savaşı koşullarında Almanya ile savaş halinde bulunan Fransa ve İngiltere tanımamışlardı. Barış görüşmelerine de katılmadılar.
Güncellenen Brest-Litovsk Antlaşması
Brest-Litovsk Antlaşması yaşama şansı bulabilmiş bir antlaşma değildir. Yürürlüğe konulsa dahi, Birinci Dünya Savaşı’nı Almanya’nın kaybetmesi nedeniyle antlaşma rafa kaldırılmıştır. İkinci Dünya Savaşı sırasında Naziler, Almanya’nın 1918’de Brest-Litovsk ile elde ettiği topraklara tekrar el koysalar da, savaşın sonunda SSCB’ye yenilmekten kurtulamazlar. Böylece “Lebensraum”, Brest-Litovsk’ta ifade edilen Alman siyasi programının talepleri neredeyse yirminci yüzyıl boyunca, SSCB çökünceye dek uygulamaya geçirilemez.
Bu ancak 1991 yılında mümkün hale gelecektir. 1991 yılında Sovyetler’in Soğuk Savaş’ı kaybetmesiyle Brest-Litovsk’un siyasi programının yürürlüğe koyulması önündeki engeller ortadan kalkar. Savaşı kaybeden Sovyet devletinin toprakları emperyalizm tarafından paylaşılarak, Ukrayna, Litvanya, Estonya, Letonya, Gürcistan adlarıyla ABD ve Batı’yla yakın ilişkileri bulunan kapitalist hükümetler arasında bölüşülür. Yine de 1991 döneminin Brest-Litovsk Antlaşması’nın imzalandığı dönemden bir farkı vardır: 1918’de İngiltere, Fransa ve ABD Alman siyasi programını reddeder ve antlaşmayı tanımazken, 1991’de artık koşullar değişmiştir. Soğuk Savaş sonrasında ABD, İngiltere, Fransa ve Almanya Brest-Litovsk’un siyasi mirasını bir siyasi program olarak üstlenmiştir. Sonucu, bugün NATO’ya üyelikleri tartışılan Ukrayna ve Gürcistan gibi bölgelerin Rusya’dan ayrıştırılması olur.
Kuşkusuz Sovyetler Birliği’nin kaybettiği Soğuk Savaş, NATO ile SSCB ve sosyalist devletler arasında açık bir silahlı mücadele haline gelmedi. Söz konusu mücadelenin Soğuk Savaş adıyla anılması bu nedenledir. Ama bu savaşın kan dökülmeden sona erdiği de sanılmamalıdır. Yugoslavya, Soğuk Savaş sonunda Avrupa ve NATO tarafından parçalanarak bombalanıyordu. Romanya Cumhurbaşkanı Çavuşesku ise 1989 yılı sonunda Batı yanlısı askeri darbe ile devrilmiş ve kurşuna dizilmişti. Yine de Soğuk Savaş asıl olarak bir ideolojiler savaşı biçiminde gelişti. İki ayrı siyasi düzenin, sosyalizm ile kapitalizmin bir arada yaşayamayacaklarının ortaya çıkması ile bitti. Her ne kadar ideolojik yanı ön plandaysa da Soğuk Savaş sonuçları itibariyle gerçek bir savaş olarak sona eriyordu. Brest-Litovsk Antlaşması ile yaşama geçirilemeyen siyasi program, Soğuk Savaş’ı SSCB’nin kaybetmesi ile uygulamaya koyuluyordu. Bugün sıkça tartışılan Ukrayna da, emperyal ekonomilerin galip geldikleri bu savaşın ardından SSCB’den koparılmıştı. Ukrayna ve Gürcistan gibi Rusya’dan ayrıştırılan bölgeler bu savaşın kaybedenine, NATO tarafından ödetilen bedellerdi.
NATO ve Avrupa bugün Soğuk Savaş’ın galip tarafları olarak Rusya’dan savaş yenilgisini kabullenmesini ve bir tür teslimiyet antlaşmasına razı olmasını talep ediyor. Yeni bir Soğuk Savaş’tan bahsedilmesi de bu talepler nedeniyledir. Çünkü henüz Rusya Federasyonu Soğuk Savaş ertesinde kendisine dayatılan koşulların tamamını tanımaya rıza göstermemiştir. Bunu Rusya’nın “güncellenmiş Brest-Litovsk’a” razı olmadığı biçiminde anlamak mümkündür. Ukrayna’da devam eden savaşın siyasi anlamı budur.
ABD’nin İmparatorluğu Çatırdıyor
Pekâlâ Brest-Litovsk’un tarihi ve siyasi önemi nedir? Ankara ekolünden önemli tarihçilerce çıkarılan Historia Dergisi’nde, Brest-Litovsk Antlaşması üzerine yazdığı incelemede Ergun Türkcan buna değiniyor. Şöyle: “Brest-Litowsk Antlaşması bir anlamda, Rusya için bizim Sèvres (Ağustos 1920) Antlaşması’ndan daha kötü ve aşağılayıcıdır. (…) Verdiği topraklarla Rusya 17. yüzyıl Moskova Prensliğine indirgeniyordu.” Brest-Litovsk’u imzalayan Sovyet Hükümetinin başında bulunan Lenin de Brest-Litovsk’u bir “esaret” ve “aşağılanma” antlaşması olarak görür. Bugün Rusya’ya dayatılan güncel Brest-Litovsk’un hangi anlama geldiğini ise Beyaz Saray’ın yakın zamanda yaptığı, Rusya’ya yönelik “ekonomik ve finansal parya” ifadesi tüm açıklığıyla teyit ediyor.
Herhalde ABD tarafı, 1991 sonrasında kendi yetkili ağızlarından sıklıkla atıfta bulunulan Roma İmparatorluğu egemenliğini ve Batılı etimologların “slave” (köle) sözcüğünün Slav sözcüğünden geldiği düşüncesini hatırlamış olmalıdır. Bu yüzden, 2000 yılında Amerikan Merkez Komutanlığı’nda görevli ABD’li General Anthony Zinni’nin gazeteci Dana Priest’e, kendisini Roma İmparatorluğu topraklarını idare eden bir prokonsül olarak gördüğünü söylemesi boşuna değildir.
Roma İmparatorluğu uzun yıllar yaşamıştı. Amerika’nın tek kutuplu Roma egemenliği ise SSCB’nin 1991’deki çöküşünden 30 yıl sonra çatırdamaya başlamış görünüyor. Donbass ve Ukrayna’daki trajedi bu çatırdamanın, başka deyişle çok kutuplu yeni bir dünyanın doğum sancılarının bir sonucudur. Ölü bir doğumun bedelini ise Rusya dışında, NATO savaş aygıtı ile baş başa kalacak olan İran ya da Venezüela gibi ülkelerin hızla ödeyeceği bilinmelidir.