Önümüzdeki yaz ayları ve sonrasının burjuvazi ve bekçisi devlet için hayli meşakkatli olacağını bilmenin netliği ve kararlılığıyla hareket etmiştir. Fiilen uygulanan IMF programının sonraki etaplarının acı mı acı zehirlerle devam edeceği bilinci ve buna karşı patlayacak toplumsal öfkenin soluğunu Bozdoğan Kemeri surlarına asılı bırakma hedefiyle…
Yardımına yetişense burjuva muhalefetin baş aktörü CHP’dir. CHP’nin yanına konumlanmış, dahası arka bahçesi haline gelmiş DİSK de bu rol açısından “hazır ol”a geçmiş durumdadır. Düzeyleri farklı gibi görünse de KESK ve diğer meslek örgütleri de bu çemberin içindedir.
Genel seçimleri kaybettikten sonra yerel seçimlerde işçi ve emekçilerdeki birikmiş tepkinin akacağı adres haline gelen CHP, bu “gücünü” faşist iktidar blokunda “yumuşama” yaratacağı vehmiyle kullanmaya çalışıyor (!). Rejimin olduğu kadar onun da “bahar” tasavvurunun sınırları belli. Ne neoliberal saldırı programının karşısındadır CHP ne de bu düzenin bekçisi devletin kodlarına işlemiş Kürt fobisi ve yayılmacı hayallerin dışında bir yerde konumlanmaktadır. Özgür Özel’in Erdoğan’la görüşmesinde ona da güvence verme düşüncesiyle “sınırların dışında ve dış politikada Türkiye partisiyiz” teminatı vermesi CHP’nin bu tarihsel konum ve misyonunun altını bir kez daha çizen bir itiraftır. En fazla “yalandan da olsa bir bahar havası estirelim” kadardır soluğu. O da yıkım programının yönünü çok da saptırmayacak birkaç “düzenlemeden” ibarettir. Emekli aylıkları, asgari ücrette artış, iş cinayetleri, öğretmenlere kadro vs. kadar. Ha, bir de olursa Gezi tutsağı Vera’nın babası ve diğerlerinin serbest bırakılması gibi bir jestle yükseldikçe yükselen toplumsal barometreyi bir nebze düşürebilmektir.
Bu açılardan mevcut iktidar blokuyla bir derdi yoktur özünde. Derdi de bellidir: Ağır kriz birikiminin sistem için yaratacağı toplumsal tehditleri hareket alanı çok daralmış olsa da en azından “mış gibi yaparak” biraz hafifletmek, deyim yerindeyse gazını alacak atraksiyonlara gitmektir. Kısacası genlerinde “devlet partisi” yazılı CHP, tarihsel misyonunu güncel gerçeklik içinden üretme peşinde.
Mevcut iktidar blokunun “bahar” için çizdiği ve 1 Mayıs’ta Bozdoğan Kemeri’ndeki kalın polis barikatıyla ilan ettiği sınırlar, esasında CHP’nin de sınırlarıdır. Bu gerçek, Saraçhane’deki belediye binası önünde sergilenen ve DİSK’in de figüran olarak kullanıldığı teatral 1 Mayıs gösterisinin ardından Özel ve İmamoğlu’nun kendi kitleleri de dahil alanda toplanmış işçi ve emekçileri arkalarına bakmadan bırakıp gitmeleriyle ilan edilmiştir. Nitekim Özel bu demokrasi neferliğinin sınırlarını bir gün önce “Yarın bizi polisimize karşı kışkırtmak isteyen provokatörler, marjinal gruplar olacak” diye de ilan etmişti.
2 Mayıs’ta koşa koşa gidilen AKP Genel Merkezi ve Erdoğan’la yapılan pek sıcak görüşmede ne konuştular kimse bilmiyor. Mesele diplomatik ziyaretlerde “eşitim değilsin” anlamına gelen boş koltuk tartışmaları ya da kimi magazinel ayrıntılarla boğulsa da mevcut krizin yönetilebilir hale gelmesi için kafa kafaya verildiği belli.
CHP bir kez daha itfaiyecilik yapıyor demek dışında bir tanım bulamıyor insan. İşçi sınıfının önemli konfederasyonlarından DİSK de bu uğursuz rolün aparatı durumuna gelmiştir. TV programları, basın açıklamaları, arada bir İŞKUR ya da TÜİK önünden yapılan serzenişler, en fazla her 1 Mayıs’ta kentin belirli noktalarında bildiri dağıtımı sınırlarına çekildiğini çoktan ilan eden (içindeki direnişçi dinamiği tenzih ederek) DİSK bürokrasisinin artık sınıfı temsil edebilecek hiçbir vasfının, niteliğinin kalmadığının da ilanı olmuştur 2024 1 Mayıs’ı. DİSK’in aşılmasının artık bir söylem değil yakıcı bir hedef haline geldiğini Bozdoğan Kemeri’nin dibinde sergilediği tutumla kendisi ilan etti. CHP ile birlikte yürüttükleri bakanlık-valilik görüşmelerindeki sınırları bildiği halde “bu yumuşama havasında belki Taksim’i de 2009’da olduğu gibi sınırlı bir şekilde açarlar” vehmi, açmazlarsa da arkasını dönüp gidebilme pişkinliğiyle hareket etti. Bir sınıfın temsilcisi olmaktan uzaklaşmış olmanın yarattığı deformasyon bu kadar açık sergilenebilirdi ancak!
DİSK, CHP’nin işaretini takip etmeyi tercih etti. Çizilen “bahar” tablosunda herhangi bir aparat olmayı… Oysa o tablonun arkasındaki karanlıkta üyesi olan on binlerce işçinin ümüğünü daha fazla sıkacak IMF programının daha sancısız uygulanabilir hale getirilmesi var.
Yerel seçimlerde yarattığı toplumsal kutuplaşmanın surlarında gedikler açılmasının geleceği açısından nasıl bir risk taşıdığını gören tek adam rejiminin tepesindeki Führer, CHP’nin uzattığı bu dalı geri çevirebilir mi, çeviremez. Tersine, bir cankurtaran simidi gibi hızla tutundu. Boş koltuk krizine anında yanıt vererek “iade-i ziyarette bulunacağız, siyasette yumuşamaya ihtiyaç var” deyivermesi de bunun açık ifadesidir.
İşçi ve emekçilerin geleceği üzerinde tepinilerek sergilenen bu seremonilerin belki de en somut sonuçlarından biri Anayasa değişikliği olacak. Yasaları- Anayasa’yı hiçe sayan, istediği anda bir kararnameyle işi götüren, Anayasa Mahkemesi’ni kapatmakla tehdit eden, AİHM gibi üyesi olduğu uluslararası kuruluşları takmayan mevcut rejimin yeni Anayasası’nın bu kriz, savaşlar, bölgesel savaşlar konjonktüründe demir bir yumruk halinde kullanacağı bir Anayasa olacağı açık. Bu böyleyken ve 1 Mayıs’taki pratikle ilan edilmişken emekçilerde yine yeniden “yetmez ama evet” beklentisi yaratarak tarihsel bir eşiği kırılma yönünde büken CHP ve onunla özdeşleşmiş DİSK’gillerin aşılması dışında bir seçenek var mıdır?
1 Mayıs, bu eşiğin siyasal ve sendikal cephede yoğunlaşmış direniş odaklarının yaratılması, milyonları ezip geçecek yıkım programlarına karşı yoğunlaşmış bir örgütlenme seferberliğinin başlatılması, bu seferberlikle o milyonların öfkesinin Bozdoğan Kemerlerini yıkıp geçecek birleşik bir kuvvete dönüştürülmesi tarihsel bir görevini açıkça ortaya koydu. Bunu tartışmak, somut adımlar atmak, ortak bir mücadele programı temelinde yürümek dışında bir seçeneğimiz yoktur.