10.4 C
İstanbul
27 Kasım Çarşamba, 2024
spot_img

Aziz Tunç: Maraş’ta yaşanan “olay” değil bir katliamdır.

Bu röportaj dizisi bir kaç yıl önce yapıldı, ancak güncelliğini halen koruduğu için yeniden yayınlıyoruz
1.Bölüm

Aziz Tunç… Maraş’ı yazdı… Tunç ve kitap hakkında yazan Nedim Şener, bir silah kaçakçısının şikayeti ile savcılığa ifade vermeye çağırılıyor. Aziz Tunç ile ona Maraş’ı yazdıran süreci, katliamın bugüne uzanan yıkımlarını ve tüm katliamların aynı odaklar tarafından nasıl benzer şekilde pratikleştirildiğini konuştuk. Tunç, yazdıkları ve anlattıkları ile sadece bir tarihe ışık tutmuyor, katliamlarla hesaplaşmanın zorunluluğunu ve yolunu da öneriyor.

Maraş’ın sorumluluğunun devrimcilere yüklediği özeleştiri ve eksiklikleri söylemekten çekinmeyen Tunç ile yaptığımız röportajı bölümler halinde yayınlayacağız.
Yanı başımızdaki komşumuzun, fabrikada, atölyede çalışma arkadaşımızın Suriye’de IŞİD için savaşa gidip geldiği; “komşularla sıfır sorun” politikasının emperyalistlerin bölge politikaları için TIR’larla silah taşıyan iktidarın pervasızlığı; Paris’teki saldırı; Sultanahmet’te patlayan bomba; Reyhanlı; Hums ve oluk oluk akan halkların kanı…
Tam da bugün katliamlara ve katliam girişimlerine varan süreçleri ve onları durduracak akıl ile örgütlülüğü tartışmak, geliştirmek önümüzde ertelenemez bir sorumluluk olarak duruyor.
Aziz Tunç’un, katliamcıları aklayanların devam eden iktidarında yeni katliamlara hazırlığın bir parçası olarak, saçma gerekçe ve itibarsız ihbarlarla yargılanmak istenmesi de bize bunun gerekliliğini gösterirken; bu ‘yargılama’ girişimi Tunç’un işaret ettiği gerçekliklerin öneminin somut göstergesi.
“Ben devrimci olarak bu işe başladım, bir devrimci olarak yapmam gerekeni yapacağım dedim.” diyen Tunç, “Ölüm de olsa, hapis de olsa, katliamla hesaplaşmaktan vazgeçmeyeceğim” diyerek kararlılığını da vurguluyor.
Yarım bıraktırılmış yaşamlar ile, katliamın parçası olan baskı, sürgün, tehditlerin yarattığı sosyolojik, ekonomik ve psikolojik yıkıma da ışık tutuyor Onun anlattıkları. Sayılar, tarihler ve sloganlar olarak bugüne devrolan katliamların altyapısının anlaşılmasına daha fazla ihtiyaç duyulan bugün, katliamla gerçek anlamda hesaplaşmanın yollarına dair de önerilerde bulunuyor.
Kitabında yer almayan çarpıcı bilgiler veren Aziz Tunç’un bizlere anlatmak istediği ve bizim gerçek anlamda bilince çıkarmamız gerekenler bu röportajın ayrıntılarında…
Unutulmasın, hesap sorulsun ve yenileri yaşanmasın diye…
Röportaj: Ecem Özgü, direnisteyiz
10933057_10152718690408406_221964064_n
Ecem Özgü-direnisteyiz: Maraş katliamına ilişkin ikinci kitabınız. İlk kitapta olayların gelişimi ve katliam anlatılırken bu kitabınızda katledilenler ile tanışıyoruz. Birçoğumuzun bakmaya dayanamadığı fotoğraflardaki cansız bedenlerin öldürüldükleri ana kadar yaşadıklarını dinlemek, yazmak çok zor olsa gerek. Sizi böyle zorlu bir işe girişmeye iten şey neydi ve neler hissettiniz bu süreçte?
Aziz Tunç: Ben Maraşlıyım, Maraş katliamı yaşandığında politik sorumluluğu olan bir insandım. Yani politik olarak devrimcilik yapan bir insandım. Bunun yarattığı bir sorumluluk vardı, bölgedeydim ve bu benim sorumluluğumdu. Ayrıca Maraşlı olmanın getirdiği bir sorumluluk vardı, yani katledilen insanların birçoğu çevremdeki insanlar, bir kısmını tanıyordum hepsi çevremizdeki insanlar. Falanca köyünün, filanca köyünün insanlarıydı. Daha önemlisi de şuydu; katliamın önlenmesi veya sınırlandırılması noktasında devrimci bir yapının insanı olarak rolümüzü yeterince oynayamamış olmanın ezikliğini yaşadım yıllar yılı. Yani hep bunu hissettim. Katliamdan sonra zaten bu duygu otomatikman oluştu. Çünkü bunu böyle düşünmeyi gerektiren politik bir durum vardı Maraş katliamıyla ilgili.
Maraş katliamı yaşandığında topyekün bir mahalleye yönelmişlerdi, faşist katliamcı saldırganlar Yörükselim Mahallesi’ne. Yörükselim Mahallesi devrimcilerin, Kürtlerin, Alevilerin yoğun olduğu bir mahalleydi. Devrimci örgütlülüklerin de olduğu, işte herkesin bir biçimde devrimcilerden etkilendiği bir mahalleydi. Gazi Mahallesi ya da 1 Mayıs Mahallesi’nin eski hali gibi bir özelliği vardı. Bu durum şunu yaratmıştı; kısmen devrimcilerin kendi örgütlülüklerini yarattığı imkânlar ve olanaklar vardı, ama devrimcilerin halkı etkilemiş olmasının yarattığı imkânlar da vardı. Dolayısıyla saldırı esnasında herkes elinde ne varsa imkânları neye müsaitse direndi. Yani çatapatını alan da çıktı, dededen kalma kırmalısıyla da çıktı, elindeki kazmayla da çıktı kürekle de çıktı, direndi.

İlk Kitabı Yazarken Aslında “Maraş Katliamını” Gerçekten Bilmediğimizi Farkettim

Direniş devrimcilerin önderliğinde ve etkisiyle yapılmasına rağmen, sınırlı ve güçsüzdü, yetersizdi, buna rağmen etkili oldu. Yörükselim Mahallesi’ne katliamcıların girmesi engellendi. Yörükselim mahallesinde diğer mahallelere oranla daha az insan katledildi. Bu çok önemlidir. Yeni demek ki katliama karşı devrimci bir direniş örgütlenebilmiş olsaydı diğer mahallelerdeki tahribatlar da sınırlandırılabilirdi. Yani işte Karamaraş’taki tahribat da sınırlandırılabilirdi, Yusuflar Mahallesi’ndeki tahribat da sınırlandırılabilirdi. Bu zaten katliam sonrasında bizim görebildiğimiz bir durumdu. Yani demek ki bu iş böyleymiş, biz bunu niye görmedik. Yani neden bu katliamın olabilirliğini aşağı yukarı kestirmemize rağmen, önlenmesi için Yusuflar Mahallesinde gerekli örgütlülüğü yaratamadık, neden Sakarya Mahallesinde gerekli örgütlülüğü yaratamadığımızın sorumluluğunu yüklüyordu politik faaliyet yürüten benim durumumda insanlarına. Ben bu sorumluluk içindeydim, yani yıllar yılı Maraş katliamıyla ilgili her yıl dönümünde bu konu önümüze çıkıyordu, konuşuyoruz, değerlendiriyoruz. Bunu her seferinde anlatıyordum ben, her sefer de bu konu gizlendi, bu konunun bilinmezleri çok fazla. Bu konuyu tartışmak gerek, kamuoyunun bu konuyla daha özel ilgilenmesi gerek, bu sıradan bir durum değil, sadece yıl dönümleriyle sınırlandırmamız gereken bir iş değil. Bunun başka boyutları var, bunun açığa çıkması için daha özel çalışılması gerektiğine dair önermelerde bulunuyordum. Günün birinde de birisi “sen niye yapmıyorsun?” dedi. Politik faaliyet yürüten bir insanım, yani sonuçta hayatım böyle geçti, bunla meşguldüm. Ama niye yazmıyorsun diye başlayan soru beni, Maraş Kıyımı kitabını yazmaya götürdü. Ben Maraş Kıyımı’nı yazdığımda da yazarken de çalışırken de, gelişmeleri gördükçe de daha çok etkilendim, yani hakikaten bilmediğimizi fark ettim.

Maraş Katliamının Ermeni Katliamıyla Direkt Bir Bağlantısı Var.

Maraş’ta 1922’ye kadar ki nüfusun yüzde 40’ı gayrimüslim; Ermeni, Rum, Süryani. Burada bir katliam yaşanmış ve bir tane insan kalmamış. Şu anda Maraş’ta ne Ermenilikten söz edilir ne Rum’luktan, Süryanilik’ten. Şimdi 1922 ya da 78 arasında geçen zamana baktığımızda da şunu çok net görebiliyoruz, ‘78 Maraş katliamı esnasında ‘22 katliamı’nda yer alan insanlar çocuk da olsalar o dönemleri hatırlayan, ailelerin de büyüklerinin filan anlattıkları bilgiler üzerine donanmış insanlar, bu katliamda fiilen rol aldılar. O bilgiler üzerinden rol aldılar. O şovenist, ırkçı, gerici anlayış üzerinden rol aldılar, yani “aa biz dedemiz Ermenileri katletti, falanca yerde falanca şeyleri gasp etti” ya da “zaten Ermenilerin katledilmesi gerekir”, düşüncesinden bakan, bunu dedesinden babasından anasından dinlemiş olan o saldırgan katliamcı güruh pekala Maraş Katliamını gerçekleştirebildi. Dolayısıyla Maraş katliamı dendiğinde ben tarihsel arka planı olarak Ermeni katliamıyla bağı olduğunu gördüm. Yıllarca katliamdan bahsedenler gibi ben de daha önce şöyle değerlendiriyordum: “Bu katliam yükselen toplumsal mücadeleyi bastırmak için yapıldı.” Aynen konjonktürde bu böyle, fakat stratejik olarak etnik arındırma, dinsel arındırma amaçlı bir katliam olduğunu bu çalışmaları yaparken gördüm. Bu çok şaşırttı beni. Hakikaten nasıl oldu bu iş diye çok merak ettim ve şunu gördüm mesela o kitapta ayrıntılı var bu; Maraş katliamının yaşandığı tarihlerde devletin kozmik odaları, karar güçleri, karar organları, militarist güçleri, milli güvenlik kurulu, oturuyor, Kürt meselesini tartışıyor. Halbuki biz o günün koşullarında toplumsal mücadeleyi yükseltmişiz, işte DEV-SOL tartışmıyor, TKP/ML tartışmıyor, ama Kürt sorunu tartışılıyor. Milli Güvenlik Kurulu, Diyarbakır’dan bilmem nereye giden bir otobüste iki tane Kürdün kendi arasında Kürtçe konuşmuş olmalarını ve Kürtçe kendi kimlikleri üzerine bir şeyler söylemiş olmalarını toplantısında gündem yapıyor. Çünkü devletin, yani sistemin sahipleri şunun farkındalarmış demek, biz bilmiyormuşuz. Toplumsal mücadeleyi ileri taşımak, sonuca götürmek, ulusal bir sorunu ileri taşımaktan daha zordur. Dolayısıyla ulusal bir sorun çok daha büyük çapta bir gelişmenin önünü açabilir, gelişme kendileri için “dert” olabilir, onun için ilk başta onu bastırmaları gerekiyor. Öncelikle onu bastırmaya yönelik bir çaba içinde oldukları bu çalışmalarda çok net bir biçimde açığa çıkıyor.

Türkiye’de Yaşanmış Katliamlar ve Katliam Girişimlerinde Devlet Aynı Tarzı Kullanıyor

Bir de, Türkiye’de bu anlamda yaşanmış başka faaliyetlerin, başka katliamların, katliam girişimlerinin, aynı tarzda yapıldığını farkettim. Mesela 1934’de Yahudiler Trakya’da katliama maruz bırakılmışlar. Şimdi bakıyorsun, o Yahudilere yönelik saldırı o günün konjonktürel olarak Hitler faşizmiyle ilişki kurmak amacıyla yapılmış. Konjonktürel sebebi bu. Ama stratejik sebebi, katliam, yani bu fırsattan yararlanarak topyekün Yahudileri ortadan kaldırmak. Ve öyle de olmuş zaten. Yani, evet aslında yönetimin merkez organları bu işleri çok iyi biliyorlar, bu işlerde yüz yıllık bir uzmanlaşma süreci var. Aynı şey 6-7 Eylül olaylarında da oluyor. Mesela, 6-7 Eylül olaylarıyla Maraş katliamı çok benzer. 6-7 Eylül olaylarında bir Kıbrıs sorunu çıkıyor, Dış İşleri Bakanı İngiltere’den telefon ediyor diyor ki, “orada birşeyler yapın ki benim burada pazarlık gücüm artsın”. Burada bilinen işte, adam gidiyor, provokatörün birisi Mustafa Kemal’in evine bomba atıyor, attığı iddia ediliyor… Ondan sonra gazeteler bunu manşete çıkarıyor. Katliama teşvik edilen de sendikalı işçiler büyük ölçüde, 6-7 Eylül olaylarında. Sonuçta işçi sınıfı bilincinin dışında insanlar bunlar. Harekete geçiriliyorlar, bildiğimiz katliam yaşanıyor, 6-7 Eylül olayları. Ne oluyor, esasında stratejik amaçları; Ermenilerin ve işte Rumların kalanlarını da, İstanbul’da, İzmir’de, Ankara’da – 6-7 Eylül olayları yalnızca İstanbul’da olmuyor diğer illerde de oluyor- bu kalanları tasfiye etmek amaçları. Ama konjonktürel nedeni, Kıbrıs meselesinde ellerini güçlendirmek. Demek ki devlet şunu çok iyi yapıyor, konjonktürel ihtiyaçlarıyla stratejik ihtiyaçlarının çakıştığı anları iyi tespit ediyor ve o anlarda da bu tip katliamları pratikleştiriyor.
Maraş’ta bu nasıl oluyor?
Mesela Dersim’de Alevi katliamı yapamazsınız. Yapamaz, devlet de yapamaz. Katliam için harekete geçireceği bir toplumsal taban yok. Diyarbakır’da da Kürtleri katledemez. Çünkü orada da Kürtler’e yönelteceği bir toplumsal taban yok. Ama Maraş’ta Kürtlere, Alevilere, devrimcilere yöneltilebilecek şovenist, ırkçı, gerici bir zemin var. Dolayısıyla bunu kullanarak, hem toplumsal mücadelenin önünü kesmek hem de stratejik arındırma, etnik arındırma, dinsel arındırma sürecini tamamlamak amacıyla, bu Maraş Katliamı gerçekleştirildiğini bu vesileyle gördüm. Mesela Maraş’ta Ermeni varlığından söz edemezsiniz. Maraş’taki Ermeni varlıklarından hiçbirinde -ben gidip dolaştım hepsini- kocaman kocaman Ermeni kilisesi şusu busu var, ama bunların Ermenilere ait olduğunu gösteren hiçbir şey yok. Kilisenin kilise olduğunu gösteren hiçbir şey yok. Yakından bilen biri olmazsanız, anlayamazsınız. Cami yapmışlar mesela kilisenin önüne, kilise müştemilata dönüşmüş. Cami kapatmış, sen bilemiyorsun orda kilisenin olduğunu.
1922’lere kadar Maraş Ermenilerin, Süryanilerin, Kürtlerin, Alevilerin, tabi Türklerin çok dilli, çok dinli bir siyasal yapısının, sosyolojik yapısının olduğu ve kimsenin de birbiriyle kavga etmediği bir yapı. Ama o tarihlerde, bildiğimiz süreç başlatılıyor Ermenilere karşı.

Maraş’ın “Kurtuluşu”nda 20 Bin Ermeni Öldürülmüş, Kim Kimi Neyden Kurtardı?

Maraş’ın “kurtuluşu”nda ne olmuş biliyor musunuz. 20 bin tane Ermeni ölmüş, 500 tane Türk askeri ölmüş. Kim kimi neyden kurtarmış? Neyden kurtarmışlar Maraş’ı? Maraş Zeytun’da Ermeniler özerkti. Bakın, tarihsel olarak çok önemli bir şey. Ermeni kurumlarıyla da bu konuyu konuşuyoruz, onlar da şaşırıyorlar bu konuyla gereken düzeyde ilgilenmedikleri için. Yurtdışında biliniyor bu. Zeytun diye bir yer var Maraş’ta, Maraş’ın bir kasabası. Burada Ermenilerin kendi belediyeleri var, kendi kaymakamları var, kendi okulları var, kendi askeri birimleri var. Ne zamana kadar? 1920’lere kadar. Maraş’ta devletin bütün kurumlarında Ermeniler temsil ediliyor 1920- 22’lere kadar. Belediye meclisi mi var, orda nüfusa uygun olarak beş tane, üç tane Ermeni var. Kaymakamlığın yardımcıları mı var, orda da aynı şekilde Ermeniler var. Ama ne oluyor bildiğimiz o ırkçı tasfiyeci soykırım sürecinden sonra, Ermeni filan kalmıyor orada.

Ermeni Katliamı, Onlardan Boşaltılan Yerlere Yerleştirilenler Sosyolojik Zemin Oluşturuyor

Bunu bize Maraş’ın kurtuluşu diye anlattılar yıllar yılı, halen de böyle. Neresi, kim kimi neyden kurtardı? Üstelik bunu yapanlar da çok şaibeli insanlar, bilinen insanlar, Kılıç Ali diye Teşkilatı Mahsusa’nın adamı, yanına bir tane yine Teşkilatı Mahsusa’nın eli kanlı katilini alıyor, Maraş’a gidiyor. (O “kurtuluş savaşı” denen süreç başlamadan oluyor bu) Teşkilatı Mahsusa’nın adamlarını Mustafa Kemal, Sivas’ta özellikle gönderiyor. Fransızlar Mustafa Kemal’le o arada görüşüyorlar diyorlar ki, “biz zaten çekip gideceğiz kardeşim, bizim burada toprak derdimiz yok.” Bunu fırsat bilen Teşkilatı Mahsusa yapısı, geliyor orda hazır Fransızlar giderken, Ermenilerin de hakkından gelelim diyorlar ve bütün yaptıkları Ermeni katliamı. İşte bu katliam, doğal olarak orada ve bu katliamdan Maraş’ı terk edenlerin yerine kimler yerleştiriliyor, Balkan göçmenleri, Çerkesler, yani bir soykırımdan geçen, Rusya’da bir soykırımdan geçen Çerkes halkı geliyor buraya yerleşiyor, aynı şekilde bu Balkanlarda da. Doğal olarak zaten bu halklarda ırkçı militarist bir duygu oluşuyor, yani kendilerine bu iyiliği yapan devlete aşırı bir bağlılık oluşuyor, devlet kendini korumuş kurtarmış duygusu oluşuyor. Bunlar, Maraş katliamı dediğimiz sürecin sosyolojik yapısını oluşturuyor. Maraş katliamı bu insanlar tarafından pratikleştirilen gerçekleştirilen bir şey. Ama tabi Maraş katliamını organize edenler, devletin ilgili merkezlerinin insanları. Maraş katliamında bu isimler çok bellidir. Bugün bu isimlerin bu anlamda somut olarak itham edilemiyor olması, bizim devletin gizlediği bilgilere henüz ulaşamıyor olmamızdan kaynaklanıyor. Mesela Rıdvan Akar’la, Can Dündar’ın, Ecevit’in kasasında çıkan arşivinden çıkan bilgiler, MİT’in raporu biliniyor. MİT o dönem Maraş katliamından önce bir rapor yazıyor, Ecevit’e diyor ki, “burada bu katliam olacak, katliamı da şunlar şunlar yapacak.” Tek tek isimler veriliyor. Bu isimler bilinen isimler.
Resmen planlı ve örgütlü, hiç tereddütsüz kuşkusuz, o dönemin siyasal yapılanması, etnik arındırma dinsel arındırma amacıyla ve konjonktürel olarak da dönemin yükselen toplumsal mücadelesini de bastırmak amacıyla bunu planlamıştır, gerçekleştirmiştir. Bunun şüphesi yok.
Bir de araştırmanızda ortaya çıkarttınız ki katledilenlerden cenazeleri kaybolan, mezarları olmayanlar var.

İnsanlar o katliam esnasında katlediliyorlar, öldürülüyorlar, mezar, devlet zoraki mezarlara gömüyor, dini tören yapmadan, şunu yapmadan, bunu yapmadan. Katledilen insanların yakınları ürkek ve korkak durumdalar. Bunlara kitapta da yer verdim, aileler kendi cenazelerini mezara götürdüklerinde Maraş’a, yani devlet zaten resmen yasaklıyor. Devlet kendi denetiminde götürüyor ve “buraya gömeceksin” diyor. Ailelerden birisi anlattı, el arabası ile 7 cenazeyi mezara taşıyor. Böyle bir şey olabilir mi? İnsanların öldürülmesi bir katliamdır evet, ama o insana bunu yaşatmak, katliamı ikiye katlamaktır, on ikiye katlamaktır.

Şimdi bundan dolayı bunlar beni mi yargılayacak?

Adam dedi ki, “ben cenazemi gömerken mezar kazıcılar, (Maraş’ın katliamcı ruh halinden etkilenmiş yetkililer), dediler ki seni de buraya gömelim mi?” Adam, kaçıp gitmek zorunda kalmış. Gömer gömer yani, niye gömmesin ki? Zaten öldürmüş yüzlerce insan. Hadi bir tane daha öldürsün. Yani bu durumda insanlar mezarlara gömülmüş ve daha sonra bu insanlar mezarlarını ziyarete gidemedikleri için, yani düzenli olarak gidemedikleri için bu mezarlar kayıp. Bir yasaktan dolayı da değil, zaten o insanlar büyük ölçüde katliamdan sonra Maraş’la ilişkilerini kopardı. Adam nasıl gitsin, halen gitmek istemeyenler var. Ben Maraş’a dair çok negatif duygular taşıyorum, insanlar gerçekten de bunu hissediyor, tabi ben bunu olumlamadım, hiçbirini bu anlamda olumlamadım, buna da ayrıca geliriz.

Son Haberler

ÇOK OKUNANLAR

ÖZGÜR BİR DÜNYA İÇİN!

KALDIRAÇ DERGİSİ'NİN KASIM SAYISI ÇIKTIspot_img

ARTIK TELEGRAM'DAYIZ!

spot_img

DÜNYAYI İSTİYORUZ!

İŞÇİ GAZETESİ'NİN 218. SAYISI ÇIKTI!spot_img

Bizi takip edebilirsiniz

369BeğenenlerBeğen
851TakipçilerTakip Et
14,108TakipçilerTakip Et
1,920AboneAbone Ol