Ayten Öztürk, 8 Mart 2018’de Lübnan’da Beyrut Refik Hariri Havalimanı’nda gözaltına alınarak Türkiye’ye getirildi. 6 ay boyunca gizli bir işkencehanede tutuldu. 28 Ağustos 2018 gecesi bedeninde 898 yara ile Ankara’da bir araziye bırakıldı. Bırakılır bırakılmaz da terörle mücadele şubesi tarafından gözaltına alındı. Emniyet Ayten’i Ankara’da arazide bulduğunu ve sözde bir ihbar üzerine geldiğini söylüyor.
Ayten Türkiye’ye getirildikten sonra bir iftiracının Okmeydanı’ndaki bir linç olayını kaldırımdan izlediği ifadesi nedeniyle iki kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası aldı. Dosya şu an Yargıtay’da, onanırsa tek kişilik hücrede tutulacak. Ayten şu an Küçük Armutlu’daki evinde aylardır ev hapsinde.
Kamuoyunun da bildiği derin ve uzun bir işkence dönemi ve buna karşı direnişin var. Bununla birlikte bir devlet politikası olarak bu yapılanların nedenleri üzerinde değerlendirmeni almak isteriz.
Benim yaşadığım olay 2018 yılında yaşandı. O dönemlerde başlayan bir politikaydı. Bu olayı yaşamamla birlikte orada farklı insanların da aynı durumu yaşadığını gördüm. Orada seslerini duyup da seçebildiğim 7 kişi vardı. Kaçırıldığımda bu aşamaya geleceğini tabii ki başta tahmin etmiyordum ama yavaş yavaş orada bulunduğum süre boyunca ne yapılmaya çalışıldığını aslında anladım. En çok düşüncelere saldırıyorlardı. Bana orada bulunduğum süre boyunca en çok söylenen şey şuydu: “Kafanın içinde ne var, kafanın içindekileri çıkar. Seni motive eden şey nedir? Motive eden şeyleri bize anlat. Bizimle işbirliği yapacaksın, yapmak zorundasın. Konuşmadan buradan hiç kimse çıkamaz. Biz burada seni yıllarca yaşatırız ve yıllarca yaşattığımız gibi de gerekirse burada ölürsün.”
“Biz zamanında çok öldürdük seni öldürmeyeceğiz. Ölmekten beter edeceğiz.“
Tamamen bir hiçlik, çaresizlik, düşüncelerden arındırma çabası vardı. Onu hissettirmeye çalıştılar. Tabi ben de orada buna karşı neler yapabileceğimi düşünerek direndim. Çünkü ortam insanları insanlıktan çıkarmaya dönük bir ortam. Düşünün 24 saat gözetleniyorsunuz. Tuvalette gittiğinizde de gözetliyorlar, yarım bir kapı var çünkü. Uzun süre ben duş yapmadım. Sonra kendileri saldırarak zorla yapacaklarını söyledikleri ve bunun yapılmasını istemediğim için kendim girdim. Tamamen onurunu ayaklar altına almaya dönük, düşüncelerini arındırmaya dönük bir çabaydı. Ben sonuçta orada ya açlık greviyle ya da işkenceden ölebileceğimi biliyordum. Bunun için sonuna kadar direnme kararlılığım vardı. Bunu gördüler ve dediler ki: “Biz zamanında çok öldürdük seni öldürmeyeceğiz. Ölmekten beter edeceğiz.”
“Eğer yaşayarak çıkacaksam, buna karşı ancak güçlü bir direnişle çıkabilirim”
Diğer insanlara da orada işbirliği teklif ediyorlardı ve ifade almaya çalışıyorlardı. Bende bunu yapamadılar zaten orada tek devrimci kimliğe sahip kişi bendim. Duyduğum kadarıyla başka hiçbir kadın yoktu, tek kadın bendim. Sadece bir keresinde beni zorla müdahale için revire götürdüklerinde bir kadın sesi duydum. “Komisyon gelecek, komisyon için hazırlıklar yapın” vesaire diyordu. Hem bir kadın olarak beni kimliğimden, kişiliğimden, onurumdan arındırmaya dönük bir saldırıydı hem de bir devrimci olarak bir saldırıydı. Ve şunu diyorlardı “Senin gibiler az kaldı, sen bir numunesin. Sizleri bitirdik.” Tüm düşüncelerimi yok etmeye dönük bir saldırıydı. Eğer yaşayarak çıkacaksam, buna karşı ancak güçlü bir direnişle çıkabilirim dedim. Ne yaparlarsa yapsınlar benim düşüncelerimi teslim alamayacaklar.
Ben ona kilitlendim ve ona göre hareket etmeye başladım. Bunu nasıl yapacağımı yazdığım kitapta da çok ayrıntılı anlatmıştım. Onlar bir işkence programı yapmışlardı benim üzerimde. Günlere, aylara hatta saatlere bölünüp zamana göre programlanmış sistemleri vardı. Ben de ona göre bir alternatif yaratıyordum. Mesela sabah ne düşüneceğimi, öğlen ne düşüneceğimi, akşam ne düşüneceğimi, işkence sırasında ne düşüneceğimi ve onların dışında farklı şeyler düşünmemeye göre kendimi programladım. Çünkü orası öyle bir yer ki tek başınasın. Hiç kimse yok, güneş yok, insanlar, hiçbir şey yok. Uzun bir süre gözlerim de kapalıydı, kapkaranlık bir yer içindesin. Yani beynin gerçekten bildiklerinle, yaşadıklarınla, sevdiklerinle, davanla dolu olmadıkça orada biter insan. O yüzden ben oradan kendimi soyutlayıp tamamen kendi dünyamda yaşamaya çalıştım. Sahip olduğum değerlerle yaşamaya çalıştım ve işe yaradı. Onların sokmaya çalıştığı o yalnızlık duygusuna kapılsaydım, o çaresizlik duygusunu yaşasaydım oradan sağlam çıkabileceğimi düşünmüyorum. Çünkü bu duyguları kafama sokmaya çalışıyorlardı ama bunu başaramadılar.
Bugün her kesime dönük saldırıların, baskıların ve bununla birlikte adaletsizliğin arttığı bir süreç yaşıyoruz. Kadınlara, LGBTİ+’lara, Kürtlere, işçi sınıfına ve bu kesimlerin direnişlerine karşı ciddi bir saldırganlık var. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsun?
Siz de görüyorsunuz, yönetenler çok ciddi bir kriz yaşıyor. Hem ekonomik, hem siyasi bir kriz yaşanıyor. Bu krizi atlatabilmek için saldırılarını halka, devrimcilere dönük arttırmaya çalışıyorlar. Şu anda Türkiye’de süren yaklaşık 1430, direniş var. Çeşitli biçimlerde her yerde direnişler var. Çünkü her yerde ya işten çıkarmalar, ya böyle haksız yargılamalar ya da çeşitli biçimlerde katledilenler var. Katilleri bulunamamış, cezası verilmemiş kayıplar var. Bu baskılara karşı parça parça direnişler var. Yönetenler de bunun farkında. Evet, bir örgütlenme eksikliği var ve yönetenler bundan faydalanmaya çalışıyor. Yani ne kadar ezersem, ne kadar korku salarsam, ne kadar parçalarsam, politikalarımı o kadar güçlü bir şekilde uygularım diye düşünüyor. Yasalarına da uymuyor. Mesela hasta tutsaklar için sadece 16.maddeyi uygulasalar birçok hasta tutsak çıkacak ama uygulamıyorlar. Benim yargılandığım dava gibi davalarda beraat verilmesi gerekirken onu da uygulamıyorlar.
“Bir Ayten örneği üzerinden devrimcilere gözdağı verilmek isteniyor”
Dediğim gibi bir kriz var ve böyle bir krizde benim gibi bir insanın kalkıp da gizli bir işkence merkezini teşhir etmesi, anlatması onların krizlerini daha da derinleştiriyor. O yüzden susturma, ezme hatta zamana yayarak yok etme politikasının bir parçası bu cezalandırma politikası. Yani bir Ayten örneği üzerinden aslında devrimcilere, demokratik kitle örgütlerine, muhaliflere de bir gözdağı vermek istiyorlar. Bu krizi atlatmak için ne kadar, nasıl saldırabilirsem kardır diye düşünüyorlar. Mesela işkence bitti diyorlar; şu anda karakollarda, emniyette böyle benim yaşadığım gibi yaşanmıyor olabilir. Daha geçen gün Gazi’de gözaltına alınan gençler ciddi anlamda işkenceye uğramış halde çıkmışlardı, her tarafları morluklar içerisindeydi.
Yani açıktan yapılan bir işkence var ve bunu kabul etmiyorlar. Belki olmadığını söyledikleri açıktan yapmadıkları işkence çeşitleri, Filistin askısı, falaka vb. işkencelerdir. Ama bunu da benim 6 ay boyunca kaldığım gizli işkencehanelerde yapıyorlar. Orada işkenceye uğrayan insanlar var. Benim dışımda kimse bunu ifade etme gücü bulamamış olabilir. Bazıları yurt dışına gittikten sonra anlattı. Ben burada anlattığım için gözdağı devam ediyor. Ben bir yılı aşkın süredir ev hapsindeyim. İlk aylarda ayağıma elektronik kelepçe takılmadı ama şimdi elektronik kelepçe taktılar. Sonrasında da yenilediler. İşkence suçunu işleyenleri yargılamak yerine bana ev hapsi ve elektronik kelepçeyle işkenceye devam ediyorlar.
Bana yaptıkları gibi demokratik kitle örgütlerinin, devrimcilerin sesini kısmak ve sindirmek için yaptıklarını düşünüyorum.
Bana yaptıkları gibi demokratik kitle örgütlerinin, devrimcilerin sesini kısmak ve sindirmek için yaptıklarını düşünüyorum.
Senin bu yaşadığın durumla birlikte bu saldırılara, baskılara karşı birlikte nasıl cevap verilebilir?
Bu baskılara maruz kalan birçok kesim var. Bu kesimlerin hepsini bir araya getirebilmek, her konu ve alan konusunda ayrı ayrı birlikler kurarak, daha çok başarıya ulaşılır. Örneğin işkence ve kayıplarla ilgili bir birliğin oluşturulması, özel olarak bu konuyla ilgili girişimlerin olması, bunların önlenmesini sağlar. Bunun bence birçok kesimle yapılması gerekir. Öyle olursa kayıpların akibeti araştırılır, sonuçlar alınabilir. Kaybetme, kaçırma politikası bu kadar rahat hayata geçmez.
Örneğin, biri kaybedilmeye çalışıldığında hemen telefonla duyurulduktan sonra bir avukat aracılığıyla gidilip araştırılabilir. Aileler gidip mesela emniyete, hastanelere sorarlar. Birliğin içindeki diğer kesimler de toplanıp nerede kaybolduysa önünde oturabilirler gibi… Yani herkesin bu koordinasyon içerisinde bir işlevi olur, bir iş bölümü olur ve bu kalıcılaşır. Ayrıca sokaklarda, meydanlarda işlerine geri dönmek için eylem yapan işçiler var, çalışanlar var, kamu emekçileri var. Onlar için de ayrı ayrı birlikler oluşturulabilir. Biz kendi kampanyamızda bunu adımını attık. Bence olumlu da oldu, büyük oranda bir araya geldik. Bunu sürdürmeliyiz diye düşünüyorum. Benim kampanyam bu ceza ortadan kalkana kadar bitmeyecek.
Buradan kadın örgütlerine, kadınlara çağrın nedir?
Türkiye’de 40’tan fazla kadın örgütlenmesi var. Şu ana kadar ben bunların yaklaşık 30’una mail veya telefon yoluyla ulaşmaya çalıştım. Tam olarak hiçbirinden dönüş olmadı. Sempozyum olacağı zaman bir iki kişiyi katmaya çalışacağız diyenler vardı. Onlar da daha çok sosyalist kadın örgütleriydi. Kadın örgütleri kadına karşı bütün şiddet biçimlerine karşı mücadele yürüttüklerini söylüyorlar. Ben ülkemizdeki kadın örgütlerinin özellikle devrimci kadınların sorunlarına, yaşadıkları, uğradıkları şiddete karşı bir şeyler yaptıklarını düşünmüyorum. Arkadaşlarım görüşmeye gidip benim durumumu anlattıklarında “Ee biz ne yapacağız?” gibi bir yanıt aldılar örneğin. Bir kadın böyle bir şey yaşamış, en azından nasıl olduğunu, durumunu sor. Yani öyle bir şey de yok. Çoğunun aslında ülkemizdeki kadın sorununu temsil etmediğini düşünüyorum. Kadın örgütleri eğer gerçekten kadın sorununu çözmek istiyorlarsa, kadınları temsil ettiklerini düşünüyorlarsa benim yaşadığım sorunları da ele almaları gerektiğini düşünüyorum. Bizim bu konuda, yani onları göreve çağırma konusunda çabamızın da süreceğini belirtmek istiyorum. Teşekkür ederim.