Evrensel’in hazırlamış olduğu Avrupa gündeminde bu hafta, sağlık çalışanlarının “Yeter artık” haykırışı, Fransa’da “Krizin faturasını kim ödeyecek?” tartışmaları ve İngiltere’de yeniden popüler olan “uzmanlar”a dair çeviriler var
Kovid-19 krizi tüm ülkelerin yaşamlarını altüst etmeye devam ediyor. Yaşanan kriz yıllardır uygulanan neoliberal kapitalist politikaların insanlığa ne kadar zararlı olduğunu açıkça gözler önüne serdi. Sürekli daha fazla kâr amacıyla kamu hizmetleri altüst edilmiş. Bıçak kemiğe dayandığında ise olağanüstü önlemler alındı fakat bunlar en iyi ihtimalde yaşanan ölü sayısını azalttı. Ama bu sonuca varabilmek için sağlık emekçilerinin sağlığı tehlikeye atıldı. Sağlık emekçileri 12 saat çalıştırılıyor. Almanya’da yıllarca sağlık alanındaki sorunlar için ses çıkaran sağlıkçılar, “6 saatlik vardiya hayat kurtarır” ve “Yeter artık, sesimizi duyun” diyor.
Diğer yandan yaşanan sağlık krizi daha önceden belirtileri görünen ve giderek de hissedilen bir ekonomik krizi hızlandırdı. Buna bağlı olarak krizin faturasını kimin ödeyeceği sorunu da tartışılmaya açıldı. Büyük sermayenin temsilcileri şimdiden faturayı emekçilere ödetmeye yönelik hazırlıklarına başladı, emekçiler ise kendi cephesini örgütlemekle uğraşıyorlar.
Birleşik Krallık’ta enfeksiyon ve ölüm oranlarında artışın yavaşlamasıyla birlikte hayatın tekrar ne zaman normale döneceği; uygulanan kısıtlamaların ne zaman ve ne şekilde kaldırılacağı konusunda endişe ve muğlaklık artmakta. Başından sonuna bu pandemiye karşı hazırlıksız görünen hükümet hiçbir detay paylaşmamakla birlikte sürekli yaptığı gibi bilim adamlarının sözünden çıkmayacağını tekrarlıyor; bilim insanlarını bir kalkan olarak kullanmaya devam ediyor.
ON İKİ SAAT ÖLDÜRÜR
2010-2015 yılları arasında Essen Üniversite Kliniği yönetim kurulu başkanı olan Tıbbi Yönetim ve Sağlık Bilimleri Profesörü Eckhard Nagel, bir röportajında, Wuhan’da iş vardiyalarının uzunluğu ile hastaların hayatta kalma ve hastane personelinin enfeksiyon olasılığı arasında açık bir ilişki keşfedildiğini belirtti. Nagel, “İlk telaşlı aşamada Wuhan’daki doktorlar ve sağlık personeli genellikle 12 ila 14 saat çalıştı. O zamanlar virüs birçok sağlık personeline bulaştı. Bu gelişmeyi İtalya ve İspanya’da da görüyoruz. Çin’de çok daha fazla personel yardıma geldiğinde ve vardiyalar altı saate indirildiğinde enfeksiyon ve ölüm oranları düştü. Madalyonun diğer tarafı: Daha kısa vardiyalar, koruyucu ekipmanlara çok daha fazla ihtiyaç olduğu anlamına geliyor” dedi. Vardığı sonuç açık: Almanya ve Avrupa için çıkarılacak ders altı saatlik vardiyanın hayat kurtardığı.
SPD’nin elindeki Çalışma Bakanlığının tam tersine nisan ayında vardiyaların 12 saate çıkarılması ve dinlenme sürelerinin 9 saate indirilmesine karar vermesinin nedeni ne olabilir? Ciddi şekilde koruyucu ekipman eksikliği mi?
Düzenlemenin arka planı buysa, öfke uyandırıyor. Şimdiye kadar, politik çevrelerden hastanelerdeki durumu uzun vadede iyileştirebilecek herhangi bir sinyal gelmedi. Yıllardır kriz modunda olduğumuz da unutulmuş olmalı.
Yeterince personel olmaması -özellikle de kalifiye personel- yeni bir şey değil. Bunun nedenleri de bilinmekte: Piyasaya yönelim, başarısız hastane finansman ve sağlık politikaları. Yıllardır vasıflı eleman sıkıntısının nedeni olarak çalışma koşullarını mahkum ediyor ve Almanya’nın çeşitli bölgelerinde çalışanların rahatlatılması amacıyla düzenli grevler yapıyoruz. Ancak sesimizi şimdiye kadar duyan olmadı. Ve şimdi de durum aynı: Koruyucu ekipman eksikliği, çalışma saatlerini uzatmak için bir argüman haline getiriliyor. Hastanelerin virüsü yayma konusunda büyük rol oynadığı Çin ve İtalya’daki ölümcül hataları tekrarlamak mı istiyoruz?
Artık hasta bakımını garanti eden, personeli koruyan ve rahatlatan çalışma zamanı modelleri arama zamanı. Sahip olduğunuz en değerli kaynak biz sağlık emekçileriyiz. Bu kaynak, baskılanmış ve programlanmış aşırı yük ile işlemez durumda. Bazı sağlık çalışanlarının mesleği terk etmesi veya kiralanmaya “kaçması” boşa değil. Bu kaçışın ana nedenleri çalışma saatleri, artan iş yükü ve güvenilemez çalışma planları.
Neden stresli alanlarda altı saatlik vardiya modelleri oluşturulmaya çalışılmıyor? Böyle bir gelişme mesleğe geri dönmeyi de cazip hale getirecektir. Bir diğer önemli husus, gönüllülük temelinde çalışma ve işi gerçekten bilenlerin değerlendirme ve kararlara dahil edilmesi. Jena Üniversite Hastanesi’ndeki meslektaşlarımızın ardından Berlin Charite ve Vivantes’ten aktif sendika üyeleri politik çevrelere taleplerimizin ifade edildiği bir açık mektup kaleme aldı. Taleplerimizin ilk sırasında çalışanların korunması, yani yeterli koruyucu giysi temin edilmesi ve risk gruplarındaki çalışanların Kovid-19 hastalarıyla doğrudan temas gerektiren işlerde çalıştırılmaması yer alıyor.
Şu anda ülke çapında yaygınlaştırılmış olan bu açık mektuplar, bizim hangi önlemlerin doğru olduğunu düşündüğümüzü ortaya koyuyor. Çalışma saatlerinin uzatılması tabi ki bunların arasında yer almıyor.
Genellikle hasta bakıcıların sesinin olmadığı söylenir. Ancak, çok sayıda sesimiz, örneğin sendikamız ver.di var. Sesimizi yükselttik: Yeter artık sesimizi duyun!
Silvia HABEKOST
(ver.di sendikasında aktif olan Berlinli bir hastabakıcı)
(Çeviren: Semra Çelik)
YAKLAŞAN İKİNCİ DALGAYA KARŞI
Fransa’da her üç emekçiden birinin ve özel sektördeki istihdamın yüzde 45’nin, yani 9.6 milyon emekçinin geçici işsizliğe gönderildiği, 750 bin işyerinin zorluk çektiği ve birçok sektörün tamamen durduğu şu zor ekonomik koşullarda, sağlık krizin sosyal sonuçları şiddetli olacak gibi görünüyor. Hükümetin acil önlemleri zincirleme iflasları ve yüz binlerce emekçinin ekonomik nedenlerle işten kovulmalarını engelledi fakat istihdamı sağlayabilmek için sadece geçici işsizlik önlemi elbette yeterli değildir.
Ekonomist Jean Oullins’a göre “Bu sağlık krizi bir ekonomik kriz doğurmuyor, onu sadece hızlandırdı”, zira IMF bile ekonomik kalkınma öngörülerini birçok defa aşağıya çekmişti. Ekonomiste göre “2008 krizinden bu yana kısa vadede rantabilite tüm politikaların merkezinde oldu, bu ise ulusal ekonomileri hassaslaştırdı”.
Dolayısıyla “(sağlık) krizinden çıkış ekonominin tekrar canlanması anlamına gelmeyecek. Resesyon önceden ön görünüyordu ve sonra da devam edecektir”.
Dolayısıyla emekçiler, özelliklede sosyal korunması olmayanlar, önümüzdeki aylarda ciddi saldırılara maruz kalacaklardır. Zira, geçici işsizlik şu ana kadar paratoner rolü oynadı, ama bu önlemde hızla büyüyor (…). Kısa vadeli geçici işlerde çalışanlar ise daha vahim bir durumda, Mart ayının ilk on beş gününde bu anlaşmaların yüzde 75’i iptal edildi.
CGT sendikasına göre “ne pahasına olursa olsun” emekçilerin büyük faturayı ödememeleri için, 2020’de (büyük tekellerin) hissedarlara kâr payı dağıtmaması gibi açık siyasi kararlar verilmesi için acil ve derhal harekete geçmek gerekiyor.
(CGT Genel Sekreteri) Philippe Martinez derhal “Gerekçesi ne olursa olsun işten atmaların yasaklanması ve şirketin yeniden yapılandırma planları ya da sözde istihdamı koruma (adı altında işçilerin bir kısmını işten atan) planlarının dondurulmasını” talep ediyor. Sendikanın genel sekreteri için hükümet “en kırılgan durumda olanlara, sosyal koruması olmayan, geçişi sözleşme ya da mevsimci olan emekçilere özel bir ilgi göstermesi gerekiyor”.
Ekonomist Jean Oullins’e göre uzun vadede “mantığı değiştirmek lazım” ve kesinlikle “kesintisiz kâr hırsı ve mali rantabiliteye destek arayışından vazgeçmek gerekiyor”.
Kriz sonrası dünya “büyük kamu odaklarının (ve bankalar, toplu taşımalar da buna dair olmaları gerekiyor) yeniden tanımlanmasından, işçi temsilcilerinin yetkisinin artmasından, (iş yerlerinde işçi temsilcilerinin yer aldığı) Hijyen, güvenlik ve çalışma koşulları komisyonlarının (CHSCT) yeniden görevlendirilmesi ve Sosyal ve Ekonomik Komitenin (CSE) ekonomik yetkilerinin arttırılmasından geçiyor.
Yani ekonomistin görüşünün göre, kısaca özetlemek gerekirse, “demokratik planlamayı inşa etmeye ihtiyacımız var”.
Marien D’ALLARD
Humanite Dimanche
(Çeviren: Deniz Uztopal)
UZMANLARA GERİ DÖNÜŞ?
Kovid-19 krizinin Birleşik Krallık’ta göze çarpan gelişmelerinden birisi de uzmanların rehabilitasyonu oldu. Herkesin çok iyi bildiği üzere Brexit tartışmaları sürecinde ekonomist, avukat, kamu hizmetlisi veya akademisyen olsun, uzmanlar iftiraya maruz kalmışlardı. Fakat Chris Whitty, Niel Ferguson ve Catherine Calderwood gibi hükümete danışmanlık yapan bilim insanları geçtiğimiz haftalarda ünlendiler. Uzmanların bu geri dönüşü en çok, politikacıların yanında yerini alan bilim insanları ve sağlık uzmanlarını gördüğümüz günlük hükümet açıklamalarında göz önüne çıkıyor; hükümet her söyleminde atılan adımların ‘bilimsel tavsiyeler’ ışığında atıldığını tekrarlayarak topluma güven vermeye çalışıyor.
Peki uzmanlara neden yeniden revaçta? Uzman Görüşünün Politik Kullanımları (The Political Uses of Expert Knowledge) adlı kitabımda da belirttiğim gibi, uzman görüşünün politikada alabileceği üç rol mevcut: Siyasi gidişatı bilgilendirmek; kararları ve öne sürülen iddiaları desteklemek; şahısların kararlarında ehliyetini onaylamak. Günümüz koşullarında her üçü de görülebiliyor.
Birinci olarak hükümetin sorunu çözmek için uzmanların görüşlerinden yararlanma isteği açık. Diğer birçok politik alanda izlenen siyasetin etkileri uzun dönemli ve yayılmış olmasına rağmen, hükümetin pandemi sorunuyla mücadelesinin geçerliliği şu anda alacağı kararlarla çok yakından ilişkili. Sosyal izolasyon politikasına devam etmek, test satışlarında artış, yoğun bakım kapasitesinin artırılması, vs. toplum sağlığı sonuçları üzerine büyük etkiler yaratabilir. Bu koşullar altında retorik ve gövde gösterileriyle, en azından uzun süre geçiştirme şansı mümkün değil. Popülist hükümetlerin bu koşullarda zorlanmasının nedeni bir bakıma budur.
Sonuçların ülkeler arası ölçülüp karşılaştırılması da risk faktörünü artırmaktadır. Ülkelerde ölüm-oranlarının seyrini gösteren grafikler hükümetlerin performanslarına yönelik acımasız bir suçlama haline gelebilir. Dolayısıyla, liderlerin doğru kararlar alması çok önemli ve en güvenilir bilimsel kanıtları kullanmaları zorunlu. Attığı adımların sonuçlarının zamana yayılacağı ve belirlenmesi zor olacağı Brexit konusunda hükümetin neden uzmanları dinlemekteki isteksiz olduğu böylece biraz daha açıklık buluyor.
Tabii en güvenilir ‘kanıt’ı belirlemek her zaman kolay değil, özellikle de değişik disiplinlerin sunduğu sonuçların birbirine tezat olduğu ya da kamu sağlığı kararları ile geniş çaplı sosyal ve ekonomik faktörler arasında denge kurulması gereken koşullarda. Yöneticiler bilimin sınırlarının farkındalar ve dolayısı ile daha önce kullanılmamış, soyut bir modele dayalı adımları uygulamak yerine, deneme-yanılma ve yeni tedbirlerin ufak adımlarla uygulanmasına başvuruyorlar.
Fakat bu sadece kararları doğru vermekle ilintili değil; zaten politika bu değil. Uzmanlığın kullanılmasının güçlü sembolik bir boyutu da var. Hükümet, kararlarının bilimsel delillere dayandığını sürekli halka hatırlatıyor. Birçok elebaşı da duruşunu haklı çıkarmak için bilimsel delilleri koz olarak kullanmaya hazır; uzman bilgisinin doğrulayıcı gücü kullanılmaya çalışılıyor. Durumu daha da karmaşıklaştıran ise hükümetin uzmanları sadece adımlarını doğrulamak için kullanmakla kalmayıp bir sigorta poliçesi olarak görmesi. Eğer durum kötüye giderse -ve eğri daha da dikleşirse- suç bilim danışmanlarının olacak.
İşte bu durum hem bilim insanları hem de politikacılar için bir tehdit içeriyor. Yanlış politik kararların sorumlusu olarak görünen bilimin otoritesi aşınacaktır. Bilim, yeni sosyal sorunlara kesin cevaplar sunmaz, sunamaz; sadece belirli oranda güvenilir önermeler ve hipotezler sunabilir. Dolayısı ile siyaseti kesin olmayan bu savlar üzerine kurma samimiyetsizdir ve bilime olan güveni zayıflatmaktan öte geçemez.
Politikacılar için ise risk bilim adamlarını suçlama çabalarının kendilerine geri dönmesidir; suçlama çabaları zayıflığın ve karar vermede eksikliğin göstergesi olacaktır. Dolayısıyla, tekrar uzmanlara başvurulması olumlu olsa da gerçek dışı beklentilerimizi onlara yük etmemeli, rollerini politikacılarınkiyle bir tutmamalıyız.
Bilim değişik senaryo modelleri çıkarmak, medikal ve teknik cevaplar geliştirmek için vazgeçilmez bir araçtır; fakat karar alma mekanizmaları için birçok açıdan tartışmaya açıktır ve mutlak değildir. Bilim danışmanlarımızın siyasi çözümler bulmalarını beklemek bilime karşı hayal kırıklığı yaratma ve uzun vadede otoritesini daha çok azaltma riskini artıracaktır.
Prof. Christina Boswell
Blogs.ed.ac.uk
(Çeviren: Haldun Sonkaynar)
Avrupa'da salgınla savaşan sağlıkçılar: Yeter artık sesimizi duyun!
KaynakEvrensel