“Her insanın kendi dağarcığında, duygu dünyasında şiir yazma arzusu vardır. Benim şiir yazma arzum ise lise döneminden sonra başladı” diyor Âşık Yeksani. “Âşıklık geleneğinde sistem yanlılığı yoktur. Bana göre âşıklar tümden sisteme ve sömürüye karşıdır. Halkın ortak taleplerini dillendirirler.”
Maraş Elbistan bölgesinin yaşayan değerli bir kaynağı olan Süleyman Deprem nam-ı diğer Âşık Yeksani, aynı zamanda âşıklık geleneğinin bugünkü temsilcilerinden biri.
Âşık Yeksani, müzik literatüründe âşıklarıyla öne çıkan Maraş bölgesinin dününü ve bugününü, yaşamı içinde edindiği âşıklık ve Alevi inancındaki Dedelik kimliğini, kendi yöresinde yaşatılan Alevilik inancı ile âşıklık geleneği arasındaki ilişkiyi, kendi perspektifinden yaşamı boyunca bu iki alanda tanıklık ettiği değişimleri ve gelişen sorunları anlattı.
“Evde hangi dili konuştuğumuz takip edilirdi”
Bize kendinizden, hayatınızın dönüm noktalarından söz eder misiniz?
1952 yılında Maraş Elbistan’a bağlı Kantarma köyünde doğdum. İlkokul 3. sınıfa kadar burada ilkokula devam ettim. O dönem bizler farkında değildik ama gelen öğretmenlerin bir özelliği vardı. Bize her şeyden önce Türkçe öğretmeyi esas alırlardı. Ben Türkçe bilmiyordum, ilkokulda öğrendim. Eğitim sürecinde ilkokul 5’e kadar bütün öğrencilere zorunlu olarak Türkçe konuşma dayatılırdı. Mesela okul dışındaki zamanlarda evimizde Türkçe konuşup konuşmadığımıza dair öğretmen tarafından ajan tarzında kişiler seçilirdi. Böylece evde hangi dili konuştuğumuz takip edilmiş oluyordu. Öğretmen başka sınıflardan bilemeyeceğimiz kişiler seçerdi. Bu seçili kişiler evlerin pencere ve kapı arkalarında bizi dinler, bizse sabahleyin soluğu tahtada alır, ceza yerdik. Böyle Türkçe öğrenme sürecimiz geçti bizim.
Ben dokuz yaşındayken köyün eğitimle buluşmaya karar veren ilk ailesi olarak Elbistan’a taşındık. Elbistan’da orta öğrenim ve lise eğitimini tamamladım. Orada da şöyle ilginç bir durum vardı; ilk olarak ötelendiğimizi, yok sayıldığımızı, Kürt- Alevi olarak aşağılandığımızı orada öğrendik. Her şeyden önce sınıf arkadaşlarımız bize Kürt olduğumuz için takılırlar, bizle dalga geçerlerdi. Aleviliğimizi gizlerdik. Fakat ne kadar gizlesek de bizi bilen bilirdi, köyümüz belliydi. Bu dışlanma öğretmenlerimiz tarafından da sürdürüldü.
12 Mart
Ortaokul sürecimin ardından, özellikle 12 Mart dönemi, aktif “68 kuşağı” dediğimiz sosyalist bir yapılanma gelişti. Hemen hemen tüm Alevi gençliği olarak bizler, 68 kuşağının içerisinde yer aldık. Denizlerin, Mahirlerin o mücadele sürecini canlı yaşadık. Hatta Sinan Cemgil bölgemizde Nurhak’ta vuruldu. Denizler ve diğer yoldaşları ile irtibatımız gelişti. Örgütlenme süreci gelişti derken bu sürece tüm varlığımız ile sosyalist hareketlenmelere müdahil olduk. Tabii tüm bu süreçte imha- inkâr- asimilasyon süreci yoluyla gözaltılar, işkenceler ile 12 Mart süreci geldi. O dönemde daha yeni sempatizan durumundaydım ancak ağabeyimi götürdüler. Bireysel anlamda zarar görmüş olmasam da ağabeyim ve aile yakınlarımın, yakın dostlarımın yaşadıkları beni derinden etkiledi.
12 Mart sürecinden sonra yeni bir yapılanma süreci başladı. Bu yeni yapılanma aşamasında sosyalist hareket alanının TSİP koluna bağlı olarak aktif siyaset yapmaya başladım. TSİP’in Elbistan İlçe Başkanlığı ve Sosyalist Gençlik Birliği’ni yürüttüm. Bu arada Keban Barajı’na işçi olarak çalışmaya gittim. Tabii orada da baskılar oldukça devam etti. Benim oradaki Kültürel ve sosyal faaliyetlerim gerici kesimin oldukça dikkatini çekmişti. Gece saat dörtlerde yolum kesildi, camide benim hakkımda fetvalar verildi. Hareketin dışından bir dostumun haber vermesiyle oradan ayrıldım.
12 Eylül
1977 yılında Karayolları Müdürlüğü’nde işçi olarak çalışmaya başladım. Aynı zamanda Açık öğretim Fakültesi’nin Fizik-Kimya bölümünü kazandım. Bu vesileyle Antep’e işçi olarak tayinim çıktı. Antep eğitim fakültesi bizim elimizdeyken sonrasında Türk Ocakları hareketinin eline geçti. Biz okula gitmiyorduk, resmen siyasi arena türünden bir çatışma süreci başladı. Son sınıfta öğretmen olarak diplomamızı almaya bir ay kala 12 Eylül geldi. Bizi de karşı hareketin en aktif olduğu bölgeye göndermeye çalıştılar ama gitmedim.
Eğer gitmiş olsaydım başıma çok daha büyük şeyler gelmiş olabilirdi. Bu sebeple okula devam etmeyerek Karayolları’nda işçi olarak çalışmaya devam ettim. Daha sonra 12 Eylül cuntası beni gözaltına aldı. 26 gün süren işkenceden sonra çıktığımda 32 yaşındaydım ve henüz askerliğimi de yapmamıştım. Gözaltı sürecinden sonra beni sürekli alıp bırakacaklarını düşünerek bir karar verdim. O zaman askerlik yapıyorsanız gözaltına alınsanız dahi gözaltı süreci de askerlikten sayılıyordu. Askerlik süresince tekrar alınma gibi bir durum da yaşanmadı. Fakat ne yazık ki askerlikte de kimliğim ve aktif siyasi geçmişim sebebiyle de sürgünlere ve zorlamalara tabi tutuldum. Nihayetinde askerliği de bir şekilde bitirdim.
Anlattıklarınızdan yola çıkarak yirmili yaşlarınızdan bu yana süren aktif bir siyasi geçmişinizin daha ön planda olduğunu anladım. Peki, son zamanlarda Alevilik inancı ile ilgili çalışmalarınıza daha çok yoğunlaşmanızın sebebi nedir?
Özellikle 1993’te Sivas Katliamı oluncaya kadar ne sol örgütlerin ne demokratların ne de siyasi partilerin gündeminde Alevilik vardı. Aleviliği din içerisinde değerlendirerek “din afyondur” klasik mantığıyla yaklaşıp Aleviliği dillendirmeyen ve ne olduğunu araştırma ihtiyacı duymayan bir kaba örgütlenme biçimi olarak gelişti sol. Sol, gerçek anlamda sosyalist bir teori ile gelişmedi, buna sistem müsaade etmedi. Sosyalist hareketler çeşitli zaafları sebebiyle gerçek anlamda sosyalist birliği oluşturamadılar. Sivas katliamı sonrası ve Alevilerin kendilerini sorguluma sürecinden sonra Alevi dernekleri hatta partileri gibi Alevi örgütlenmeleri baş göstermeye başladı. Tabii partileşme sürecini ayrı değerlendirmek gerekir. Buradaki tek zaaf bana kalırsa, devletin izniyle kurumlaşmanın bir hata olduğunu belli bir kesimin sonradan yavaş yavaş öğrenmeye başlamış olmasıydı.
Son otuz yılda gelişen Alevi dernekleri ve federasyonları pir- dede anlayışına odaklandılar. Burada iki sınıflaşmadan bahsedebiliriz. Birincisi, sol örgütlenmeden beklentisini karşılayamayan bazı unsurların Alevilik içerisinde kendilerini var etmeye çalışmış olmasıydı. İkincisi ise pir soylu özelliklerini geçmişlerine bakmadan, Aleviliğe uygun olup olmadığına bakmadan kendilerini pir ilan edip Alevi örgütlenmelerinde kendilerini var etmeye çalışanların olmasıydı.
Ben Sosyalist düşüncemden taviz vermiş değilim. Ancak pir soylu oluşumdan dolayı bu tür yanlışların da önüne geçebilmek amacıyla pir soylu özelliğimi kullanarak Aleviliğin yanlışa yönelmesinin önünde kendi dağarcığımla ve var gücümle durmak amacıyla bu yolu seçtim. Çünkü Alevi Dedeliği, Alevilerin başında oturup emir- talimat verme kurumu değildir. Pirlik, gerektiğinde cezaevinde, eylemde, savaşta olsun talibinin başucunda olması gereken kişidir. Pirlik, topluma karşı ahkâm kesme makamı değil halkın hizmetinde hizmetkâr olabilmektir. Pir Sultan, Hallacı Mansur bunun en iyi örnekleridir.
Aleviliğe yoğunlaşmamın ikinci sebebi ise Aleviliğin temel ilkelerinden birinin komünal yaşama dayanmasıdır. Pir olarak camii- cem evi projesinde Aleviliği yozlaştırmaya çalışanlar da oldu. Ancak Aleviliğin gerek ortak bir paylaşım gerek rızalık üzerine bir varlık gerekse ikrar üzerine bir örgütlenme olduğunu bilmek gerekir. Aleviliğin kendi zeminde örgütlenmesini de beyan etmiş biri olarak bu doğrultuda bir çaba ve yönelim içerisinde oldum.
“Mahsuni’nin itibarı halk zeminindedir”
Âşıklık sizce nedir, sizin için neyi ifade eder?
Âşıklık, Aleviliğin toplumsal ifade olarak temel yapısı olan ışık taifesi söyleminden türemiş bir sözcüktür. Işık, aydınlık; âşık, aydın; aşk, bilgeliktir. Işık taifesinin söylemleri üzerine yazılı kaynakların imha edilmesinden sonra âşık geleneği ile bu felsefe günümüze kadar taşınmıştır. Dolayısıyla âşıklık geleneği alevi bilgeliğinin topluma aktarılma özelliğidir. Tüm âşıklar Aleviliğin felsefesini aruz ve hece vezni ile günümüze kadar taşımışlardır. Divân edebiyatına aruz, halk edebiyatına hece vezniyle girmiştir. Aşkın ifadesi iki biçimde topluma yansıtılmıştır. Güzele olan aşk ve yola- erkâna olan aşk. Yol- erkân âşıkları yola olan ikrarlarını, yaşam felsefelerini ve tanık oldukları haksızlıkları ve toplumsal sorunları çalıp söyleme geleneği ile ifade etmişlerdir.
Sizce âşıkların toplumsal yapısı nasıldır?
Âşıklık geleneğinde sistem yanlılığı yoktur. Bana göre âşıklar tümden sisteme ve sömürüye karşıdır. Halkın ortak taleplerini dillendirirler. Bu özellikleri ile de muhalif toplumda önemli bir saygı uyandırmışlardır. Çoğunun bu konuda öncü rolü ortaya çıkmıştır. Doğayı, insanı, gurbeti, ayrılığı, hasreti işleyen de çok değerlidir elbette. Fakat toplumsal mücadeleyi de işleyenler daha çok öne çıkmıştır. O yüzden Mahsuni toplumsal tabanda popüler ama resmi ideolojide sürekli geri tutulan isimlerden birisi olmuştur. Bir sözü bu durumu çok iyi anlatır:
“Bizim elin radyosunda eşek zırlasa da bey olur.”
Mahsuni’nin ülke ve dünya siyasetine karşı hicivleri ve taşlamaları ülke iktidarını rahatsız ettiği için egemen ideoloji ve yönetim tarafından itibar görmez. Onun itibarı halk zeminindedir.
“Popüler müzik türlerini pek dinleyemiyordum”
Köy yaşamınızda tanık olduğunuz âşıklık geleneği nasıldı? Bu geleneğin içinden biri olarak siz kimlerden etkilendiniz?
Bizim yörede lebdeğmez ya da irticalen yürütülen âşık atışmaları olmazdı. Bu daha çok Serhad bölgesinde yaygın olarak gözlemlediğimiz geleneklerdir. Özellikle bizim köyde dede- talip ilişkisi içinde cemlerde Harabi, Nesimi, Fuzuli gibi kadim alevi yol önderlerinin; Daimi, Güfrani, Hüdai gibi ozanların felsefik deyişleri okunurdu. Bu arada bazı pirler ve bu yola giren talipler kendi özgün görüşlerini ve duygularını söze ve saza dökerek aşka gelirlerdi. Böylece âşıklık geleneği toplumumuzda boy gösterirdi. Elbistan yöresinde ağırlıklı olarak Alxas ve Kaşanlı aşiretinde âşıklık daha çok gelişmiştir. Erdem Baba, Perişan Güzel, Ali Haki Edna gibi tarihe mâl olmuş kişilikler son yüzyıl içerisinde bu geleneğe eklenmişlerdir. Ben ağırlıklı olarak Alevilik kültürüyle geçmişi bir olmuş, çağdaş ozanlardan Mahzuni, Mahrumi, Meluli, Mücrimi, Meçhuli, Erdem Baba ve Âşık Veysel gibi âşıkların deyişlerini dinleyerek büyüdüm. Bu daha tarihimi ve kültürümü yansıttığı için bana daha etkileyici geliyordu. Bunların dışında popüler müzik dediğimiz müzik türlerini pek dinleyemiyordum.
Mahsuni ile görüşmedim ama onun saz hocası Mahrumi ile çeşitli irfan toplantılarında bir araya geldik. Şiirler ve deyişler söyleyip muhabbetler ettik. Bu arada şiirlerimi mahlas kullanmadan yazıyordum. Bir muhabbette Mahrumi Baba, senin adın Yeksani olsun dedi. Öylece Yeksani olarak devam ettim. Benden önce de başka bir Yeksani olduğunu biliyorum, kendisiyle ilgili çok kaynağa ulaşamasam da ayrıca bağlamada Yeksani ismi bir düzen olarak da karşımıza çıkmaktadır.
“Babamın sazını çala çala farklı makamlar buldum”
Kaç yaşınızda saz çalmaya, şiir yazmaya başladınız?
Her insanın kendi dağarcığında, duygu dünyasında şiir yazma arzusu vardır. Benim şiir yazma arzum ise lise döneminden sonra başladı. Seksenli yıllarda cezaevi sürecinde yazmış olduğum pek çok şiir kayıp. Bugüne kalanlar ise serbest ve hece vezniyle yazmaya çalıştığım şiirler oldu. Kendimi bir şair, âşık olarak görmüyorum ama hâlâ bir deneme gayreti içerisindeyim. Mahrumi Baba’nın verdiği Yeksani Mahlasını bir muhabbette aldık kabul ettik. Ondan beridir de eksik tamam Yeksani mahlası ile yazmaya devam ettim.
Babam cura çalardı, biz yörede yaygın olarak çalınan, ortalama 60 cm boyutunda tekneye sahip bu saza ruzba deriz. Babam Rıza Deprem (Rıza Dede) Sinemilli Ocağının değerli pirlerinden biriydi. Curasıyla deyişler çalıp söyler, cemler bağlardı. Buradaki Alevi pirleri ses, söz, kulak ve yürek bütünlüğü içerisinde çalıp söylerlerdi. Bölgede Sinemilli tarzı bir deyiş söyleme biçimi (makamı) de vardır. Ben saz çalmayı babamdan öğrenmedim fakat onun sazını çala çala farklı makamlar buldum. İlkokul 4’ten bu yana da saz çalıyorum.
“Türkiye dışında iki yıl önce Irak bölgesinde yaşayan Kakailer ile bir iletişimim oldu. İkisi kadın olmak üzere içinde öğretim üyeleri, doktor ve gazetecilerin de olduğu on kişilik bir ekip Türkiye’ye gelmişti. Kendilerini Ankara’da karşıladıktan sonra önce Hacı Bektaş Veli’yi makamında ziyaret ettik. Ardından Elbistan’a Sinemilli Ocağının merkezi olan Kantarma köyüne geldik.”
Şiirlerinizde işlediğiniz konular nelerdir?
Kendi duygularımı, yaşam felsefemi hem taşlama yoluyla hem Alevi inanç sisteminin temel taşı olan Enel Hak inanışının doğrultusunda kavradıklarımı şiirsel olarak sazla bazense ezgisiz aktardım. Bazı şiirlerimde, yaşadığım tecrübelerden yola çıkarak, devrimci geleneği serbest şiir formuyla dile getirmeye çalıştım.
Anadiliniz olan Kürtçe diliyle yazılmış şiirleriniz de var? Hangi dilde daha rahat ifade ediyorsunuz kendinizi?
Siyasi mücadele sürecimde öğrenme anlamında anadilimi daha iyi kavradım. Çünkü yazı dilini unutmuştuk. Zaten yasaklı olduğu için öğrenme şansımız da yoktu. Siyasi mücadele sürecinde bu olanağı yakaladım. Bu sürecin etkisiyle birlikte deyiş ve ağıtları da Kürtçe yazmaya başladım.
“Dem û Devran” ismiyle yayınlanan şiir kitabım dışında son dönemlerde yazıp yayınlanmamış Kürtçe şiirlerim de var.
GULBANG
Werin em li hew niyaz bin,
Bi hewra çerx û pervaz bin.
Cem bibin yek awaz bin.
Mirad ê me ji şahê Merdan.
Ji dil rakin xem û kederê
Deng ê xwe bişînin her derê.
Dar û dîdar li ve derê.
Mirad ê me ji şahê Merdan.
Gurûh û Nacî dewr-û dem a me.
Mirin û mayin ne gam a me ye.
Ji bo mirovatî ev cem a me.
Mirad ê me ji şahê Merdan.
YEKSANÎ bêje En el Heq.
Şewq a çeraxa ji bo Heq.
Em riya nizanin dilê me ê pak.
Miradê me ji şahê Merdan.
Maraş yöresi âşıklık kültürü bakımından oldukça zengin bir bölge olma özelliğine sahip. Özellikle son yüz yıla baktığımızda bunun yoğun etkisini görmek daha mümkün. Fakat kadın âşıklara daha az rastlıyoruz bunun nedeni sizce nedir?
Dediğin gibi bölgemizde âşıklık geleneği hayli gelişmiştir. Bölge olarak bahsedersek Kayseri’de Sarız, Maraş’ta Pazarcık ve Afşin, Malatya’da Kürecik ve Arguvan bölgelerinde ağırlıklı olarak ön plana çıktığını görebiliriz. Belli bir dönemde okuma yazma oranının düşük olması âşıklık geleneğinin öne çıkmasına katkıda bulunmuştur. Şimdi daha farklı bir durum söz konusu, Bütün Alevi felsefesi âşıkların sözcüklerinde dile gelmiştir. Bu bölgede kadın âşıklara az rastlanmasının birinci sebebi, Aleviliğin asırlardan bu yana asimilasyondan dolayı yozlaşmanın getirdiği bu süreçte kadının istemeden de olsa ikinci plana itilmesidir. İkincisi, kadınlarda okuma oranı az olduğu için yazma geleneği çok gelişmemiştir.
Peki, yöreniz müziğinde kadının konumu, etkinliği ve üretkenliği için neler söylemek istersiniz?
Çok önemli bir özellik vardır. Kadınlar bilhassa Hakk’a yürüme erkânlarında, cenazelerde ya da mezar başlarında irticalen dile getirdikleri oldukça nitelikli ağıtların hepsi birer ozan tarzı söylemlerdir. Burada önemli mesajlar vardır. Fakat anında, irticalen söylendiği için yazıya dökülmemiştir. Tüm bu ağıtlar özel bir çalışmayı gerektirmektedir. Bir örnek sunayım, 70’li yıllarda köyümüze merhum Ruhi Su gelmişti. Ruhi Su literatüre katkı sunan “Ağıtlar” albümünde, bu köyde söylenen kadın ağıtlarına da yer vermiştir. Özellikle kadın araştırmacılarımızın bu konuya yoğunlaşarak cenazelerde, aile içinde ya da mezar başlarında kadınlarımızın söylediği bu Kürtçe ağıtları kayda alıp çalışmasını çok isterim. Bu konuda hali hazırda çalışma yapan sanırım çok az kişi var. Kadınlarımız toplumsal anlamda alan bulamadıkları için bu tarz sorunlar yaşanmaktadır.