Suriye’de Türkiye girdiği alanlardan çıkmayacağını belli etti. İdlip’in hiç değilse kuzey yarısını Rusya baskısına direnerek elde tuttu. Oradaki tahkimat da misafirliğin yatılı türden olacağının göstergesi. Irak Kürdistan’ında da ayakizi genişledi. Hakurk ve Haftanin alanları derken, mevcudiyet arttı ve derinleşti.
Anlam yerine içerik de denilebilir, süreç yönetimi ve sonucundan söz edilebilir, askerce konuşursak “maç-tanım-kapsam” diyebiliriz, Amerikancaya geçersek “end game” terimini yeğleyebiliriz, muhasebeci yaklaşımıyla sayfanın ortasına dikey bir çizgi çekip “bilanço” nedir, ona da bakabiliriz. Sevgili arkadaşım Haşmet Topaloğlu’nun girişimiyle üniversitede kurduğumuz Sinema Kulübü yıllarında elimize geçirip, bir daha elimizden bırakamadığımız geçenlerde rahmetli olan Peter Wollen’in “Sinemada Göstergeler ve Anlam” kitabının açtığı yoldan bir ara epey göstergebilim (Barthes, Saussure vs.) okumama dayanarak “gösteren+gösterilen” çözümlemesine de yönelebiliriz.
Dilerseniz cafcaflı sözleri bir yana bırakıp “ne uğruna?” diye kafadan sorup, dönüp başta CHP, muhalefete “ya siz?” diye de sorabiliriz. “Atılan taş, ürkütülen kuş” denklemini de masaya koyabiliriz. “Zorunlu muydu?” tüm bunlar diyebiliriz. “Vatan savunması, ulusal güvenlik neden sınırda değil ya sınırötesinde, ya denizaşırı başlar?”, bunu gündeme getirebiliriz. Alet çantasında kaba kuvvet yani askeri güç kullanımı dışında neden daha etkin, daha düşük maliyetli diplomasi gibi gereçler bulunmadığını da sorgulayabiliriz. Medya önünde hesap verme, parlamentoda sigaya çekilme, akademya tarafından sağlama yaptırma gibi doğrultucu işlevler de olmadığından, hata payı artmış mıdır diye kuşkuya da kapılabiliriz.
Özetle, Türkiye denizaşırı Libya’da konuşlandırdığı SİHA’lar ve hava savunma sistemleriyle Hafter’i önce duraklattı, sonra geriletti. Hücuma çıkarken, top kaptırıp gol yiyen takım gibi Trablus’u bir ayda fethedip ülkenin tek hâkimi olacağını düşünen Hafter’in kendi koalisyonu da dağılma eğilimine girdi. Suriye’de Türkiye girdiği alanlardan çıkmayacağını belli etti. İdlip’in hiç değilse kuzey yarısını Rusya baskısına direnerek elde tuttu. Oradaki tahkimat da misafirliğin yatılı türden olacağının göstergesi. Irak Kürdistan’ında da ayakizi genişledi. Hakurk ve Haftanin alanları derken, mevcudiyet arttı ve derinleşti. Hava harekâtları sıradanlaştı. Bu bölüm “göz açtırmamak” şiarıyla pazarlanan, içerideki kayyım atamaları gibi uygulamaların doğrudan dışarıdaki uzantısı.
Libya’da Merkez Bankası UMH tarafında, o kasalar dolduracak geliri getirecek üretim tesisleri ise Hafter tarafından bloke edilmiş durumda. Kaldı ki, petrole küresel gelir yerle bir, varil fiyatı da öyle. Bu durumda Türkiye’nin voli vurmak beklentisiyle Libya ve Kıbrıs açıklarına göndermek üzere satın aldığı sondaj gemileri atalete mahkûm. Trablus’un UMH’sinde de Türkiye’nin savaş giderlerini karşılayacak kaynak kalıp kalmadığı meçhul. İki komşu Mısır ve Cezayir, Türkiye’nin değerli uzman Dr. Erhan Keleşoğlu’nun deyimiyle magrep-maşrek sınırını belirleyen Libya’daki varlığından mutlu değiller. Hafter’in de havada üstünlüğü geri almak için yerde keklik gibi avlanan Pantsir’lerden alamadığı verimi, Suriye’den getirttiği Sovyet döneminden kalma savaş uçaklarını kullanmayı deneyeceği görülüyor.
Suriye’de ABD ile Rusya, doğası gereği mükemmel olamayacak, adı üzerinde “siyasal” bir çözüm peşinde. İkisi arasında farklılıklar bulunsa da uzlaştıkları konu bu ve belki buna ek olarak İran’ın Suriye’deki varlığının deyim yerindeyse artık “balon yaptığı” yani sona ermesi gerektiği. Türkiye’nin böyle bir derdi yok, hiç de olmadı. Ne Irak, ne Suriye ne şimdi Libya’da. Türkiye’nin “siyasal çözüm” anlayışının en başarılı modelini görmek için KKTC’ye bakılabilir. Sözkonusu askeri çekişmelerin, sonu getirilemeyen ve sonunun nasıl, hangi koşullar oluştuğunda, hangi zaman diliminde geleceği bilinmeyen niteliği üzerine özenle titreniyor. Zira, bu durum içeride de başka tür bir perde arkası iktidar paylaşımını ve şimdi yeni kurulan “Türk tipi” başkanlık rejiminin -devletin değil- bekasını yani sürdürülmesini ilgilendiriyor.
Durun bitmedi. CHP minareden “bella çav” çalınmasında “tuz bende” diye vaka mahalline koşarak intikal edip, kendi eski il başkan yardımcısını kolluk kuvvetine teslim etti. Iğdır’da kayım atanmasıyla meydanda Hasan Mutlucan’dan serhat türküleri dinletilmesini dert edinmedi. 2017’de Bitlis’ten çıkarılan 261 cenazenin İstanbul’da kaldırımın altına plastik kutularda gömülmesine gözlerini kırpıştırarak bakakaldı. Adana-Yüreğir’de karnına silah dayanan kendi ilçe gençlik kolu başkanının yardım dağıtımını engelleme gerekçesiyle tutuklanmasına sesini yükseltemedi. Dokunulmazlıkların kalkmasına “anayasaya aykırı ama evet” dedi. Keza tezkerelere “ciğeri yana yana evet” dedi. CHP’den beklentimiz, haydi Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’i geçelim, bari Suriye, Libya ve Irak’ta ne yapacak, onu söylemesi. CHP’nin iktidara eleştirisi ise şundan ibaret: Genelkurmay Başkanı nerede? Eğer CHP’nin amacı iktidara gelmek değil, devleti yeniden fethetmekse “sual varit.”
Askeri zaferlerin anlamı: Libya, Suriye ve Irak – Aydın Selcen
KaynakGazete Duvar