“Tarlalarımıza girmiş değil sizin gibisi yaban domuzunun.
Şehrimiz görmüş değil yangının sizden kanlısını.”
Ekim ayında açlık sınırı 20.432 TL iken asgarî ücret 17.002 TL’dir
Ülkede çalışan her iki kişiden en az biri asgarî ücretle çalışmaktadır.
Bu demektir ki her iki kişiden en az biri açlık sınırının altında yaşamaktadır.
Oysa sadece Cengiz Holding’den silinen vergiler silinmese ve asgarî ücrete eklense; asgarî ücret yaklaşık 20.576 TL olur ve bir ay için asgarî ücretlilerin tamamı açlık sınırının üzerinde maaş alabilir.
Ama pek başarılı Mehmet Şimşek için önemli olan bu değildir. Asgarî ücretlinin yaşam koşulları bir yana o asgarî ücretten alamadığı verginin peşindedir. Gözü dönmüştür, öyle ki ağzından çıkanı kulağının duymasına dahi ihtiyacı yoktur. Bu ülkenin insanlarına “yerli halk” demesinde aslında uluslararası tekellerin dümeninde ülke ekonomisini “düzenlemeye” gelen bir memurun şevkle işine sarılmasını görmek gerekir.
Mehmet Şimşek şevkle çalışmaya devam ederek asgarî ücreti de uluslararası tekellerin isteklerine göre belirleyecektir. IMF asgarî ücret zammına %25-%30 aralığında bir sınır koymuştur. Meclise sunulan 2025 bütçe taslağı içinde ise asgarî ücret öngörüsü %17’dir. Asgarî ücret bu rakamlar arasında yürütülecek pazarlık üzerinden belirlenecektir ve IMF’nin onayına sunularak komisyona gelecektir. Bu nedenle Mehmet Şimşek kendisine asgarî ücret artışı sorulduğunda “asgarî ücrete vergi mi getirelim” karşılığını vererek emekçiye parmak sallayıp bugünden Türk-İş’e ayar vermektedir.
2025 yılında da milyonlarca işçi, milyonlarca aile yine açlıkla sınanacaktır. Asgarî ücret zam oranı da, 2025 bütçesi de işçi emekçilere sefaleti dayatacaktır. Uluslararası sermaye ve onun bir sömürgesi olan ülke ekonomisi bir krizin içindedir. Bu kriz yağma, savaş, rant ekonomisinin ihtiyaçları doğrultusunda, uluslararası tekellerin çıkarlarını koruyacak şekilde işçi sınıfının üzerine yıkılmıştır. Bu yeni değildir.
Sermaye işçi sınıfına sadece hayatta kalabileceği koşulları dayatarak krizin yükünü hafifletmek istemektedir. Krizden işçi sınıfının payına üç kuruş ücret, hayat pahalılığı, uzayan iş saatleri düşmüştür. İş cinayetleri, derinleşen borçlanma ve intiharlar açığa çıkan sonuçların en görünür olanlarıdır. Tüm bunlara eşlik eden çürüme giderek derinleşmektedir. Açlık, sefalet ne kadar normalleşirse günü kurtarma hâli o kadar normalleşmekte ve genelleşmektedir.
Açlıkla sınananların yaşadıkları mahalleler, sokaklar hem satan için hem içen için uyuşturucu cennetidir; her bir cep telefonu günü kurtarmak zorunda kalan için kumarhaneye dönüşmüştür. Çaresizce sanal bahis, kumarhane ve uyuşturucu ağının içerisine çekilen milyonlarca işçinin maaş diye eline geçen üç kuruşa da bir başka yağmacı sürüsü göz dikmiştir. Belki pek başarılı Mehmet Şimşek işin bu kısmına kadar düşmemiştir ama onun temsil ettiklerine eşlik eden ve devletle kol kola girmiş bu mafyatik ağ, işçileri, kadınları, gençleri hedefine alan devasa bir saldırıyı yönetmektedir. Her an her yerden yükselen şiddet bu çürümenin etkisi altında genelleşmiştir.
Bu saldırı işçi sınıfına, kadınlara, gençlere diz çöktürmeyi hedeflemektedir. Bu saldırı hem ekonomik bir rant ve yağma üzerine kuruludur hem insana ait ne varsa bütünüyle hedefine alarak üç kuruşluk bir hayatı normalleştirmek istemektedir.
İşçi sınıfına yönelen bu bütünlüklü saldırı karşısında elbette direnenler de vardır. Eski Bakanlardan Hüseyin Çelik’in “Gezi bizim şaftımızı kaydırdı” itirafı gerçektir. Dahası Gezi’den bugüne sayısız direniş gerçekleşmiştir. Bu direnişler başta ekonomik temellidir ancak içinden geçtiğimiz son dönemde sendikal örgütlenme taleplerini içerecek şekilde nitelik kazanmaktadır. Yarın siyasal talepler de öne çıkacaktır. Bu aynı zamanda direnişle öğrenen ve gelişme gösteren bir sürecin işaretidir. Egemenler bu gerçeği çok iyi biliyorlar.
Bu nedenle işçilerin, kadınların, öğrencilerin, doğa ve yaşam savunucularının birlikteliği ile gelişen bir örgütlenme ve böylesi bir örgütlenmenin alabileceği her türden kazanım onların korkulu rüyasıdır.
Bu olmasın diye, Soma madencileri Polonez işçileri ile birlikte mücadele etmesin, direnişler birbirleri için ve aynı zamanda kendi talepleri ile bir araya gelmesin istiyorlar.
Çünkü yan yana gelen direnişlerin talepleri daha güçlü açığa çıkacaktır, direnenler örgütlü hareket etmenin gücünü göreceklerdir ve sonuç almayı öğreneceklerdir.
İşte o zaman üç kuruşluk değil insanca ve onurlu bir yaşam talebi büyüyecektir ve direnişler tüm bu çürümüş, her yanından bok akan sistemin yıkılması için tek ve gerçek odak olacaklardır.
Bu birliktelik ve kardeşleşme mümkündür. Dahası başka bir çözüm yolu yoktur. Böylesi bir birlikteliği ve kardeşleşmeyi sağlayacak örgütlenme Birleşik Emek Cephesi’dir. Zaman direnişleri örgütleme, büyütme ve bir araya getirmeyi zorunlu kılıyor.
Nasıl ki kriz kendi koşullarını bizlere dayatıyor, Birleşik Emek Cephesi ihtiyacı da mücadeleye kendini öyle dayatmaktadır.
Birbirimizin kaderi birbirimizin ellerindedir.