Artı Gerçek’ten Derya Okatan’a konuşan, Antropolog Osman Özarslan’a göre, hayatımızdaki değişimlerin kalıcı olup olmadığı post-covid dünyada belli olacak ama salgının, insanları daha mütevazı olmaya dönüştürme potansiyeli var.
Tüm dünyaya yayılan yeni tip koronavirüs (Covid-19) salgını insan davranışlarını değiştirirken, bu değişimin kalıcı olup olmadığı merak konusu.
Antropolog Osman Özarslan, bu soruyu yanıtlamak için erken olduğunu belirtiyor. “Yanıtı korona bittikten sonra, post-covid dünyada nasıl bir ekolojik, biyolojik ve insani bir durumla karşı karşıya kaldığımızı gördüğümüzde verebileceğiz” diyen Özarslan, ancak koronanın her şeye muktedir olmadığımızı gösterdiğini ifade ediyor.
Aynı zamanda sosyoloji doktorasına devam eden Özarslan’a göre koronanın, insanları daha mütevazı ve alçakgönüllü olmaya dönüştürme potansiyeli var.
Osman Özarslan, “Ya hep beraber ya hiçbirimiz” meselesinin hiç bu kadar hayati hale gelmediğini de belirtiyor. Peki, bu dönemde dayanışma mı öne çıkıyor bencillik mi? Özarslan’a göre, Türkiye’de kültürel olarak dayanışmacılık var. Ancak AKP kültürel dayanışmacılığı siyasi yardımseverliğe dönüştürdü. Ve devlet yardımından dayanışmaya geçiş, rejim bakımından bir mevzi kaybı anlamına geliyor.
Antropolog Osman Özarslan’ın Artı Gerçek’ten Derya Okatan’ın sorularına verdiği yanıtlar şöyle:
‘‘Yeni normal’ denen yaşam biçimine alışmaya çalışıyoruz’
-Kaygılar, korkular insanları ne tür davranışlara itiyor? Bu döneme dair gözlemlerinizi paylaşabilir misiniz?
İnsanlık tarih boyunca hep salgınlarla yaşadı. Büyük edebiyat eserlerinde, sanat eserlerinde bunun izlerini görürüz. Örneğin Homeros’un İlyada’sı bir salgınla açılır. Roma, Bizans ve Osmanlı tarihini, modern dünyayı ve erken cumhuriyeti de aynı şekilde salgınlar üzerinden takip edebiliyoruz. Ne var ki, ikinci dünya savaşından sonra gelişen sosyal devletler ve salgınlarla mücadelede elde edilen başarılar, geliştirilen aşılar, ilaçlar bütün dünyada insanları salgına karşı üstün kıldı.
Dolayısıyla insanlar yaklaşık 70 yıldır salgınları gündemlerinden, hayatlarından, yaşam biçimlerinden çıkardı. Şimdi, salgın yeniden hayatımızda ve “yeni normal” denilen yaşam biçimine alışmaya çalışıyoruz. Yeni normal dediğimiz durumu ise korkulardan ziyade endişeler ve kaygılar yönlendiriyor. Zira, tam anlamıyla neyle karşı karşıya olduğumuzu bilmiyoruz, tedavisini bilmiyoruz, sabun, su ve fiziksel temastan korunma dışında hastalıktan nasıl kaçınmamız gerektiğini bile bilmiyoruz.
‘İnsanlar için vazgeçilmez olan şeyler öldürücü hale geldi’
Ama antropolojik olarak insan dediğimiz türün hayatındaki en büyük sarsılma, herhalde bu süreçte temel duyuları ve sosyalleşme biçimleri ile kurmuş olduğu tartışılmaz ön kabüllerin sarsılmış olması. Dokunmak, nefes almak, sarılmak, sohbet etmek, alışveriş yapmak, insan için vazgeçilmez olan şeyler ama öte yandan da şimdilerde bir o kadar öldürücü. Dahası, bunlardan imtina etmediğiniz durumda yalnızca kendinizi değil, sevdiklerinizi de tehlikeye atıyorsunuz. Tüm bunlar büyük bir endişe kaynağı…
‘Değişimleri post-covid dünyada göreceğiz’
-Korona ile birlikte hayatımızda neler değişti ve bu değişimler kalıcı mı, yoksa salgından sonra yine eskiye dönecek miyiz?
Aslında bu sorunun yanıtını vermek için erken, bu sorununun yanıtını tam olarak, korona bittikten sonra, post-covid dünyada nasıl bir ekolojik, biyolojik ve insani bir durumla karşı karşıya kaldığımızı gördüğümüzde verebileceğiz.
‘Korona bizi daha alçakgönüllü insanlara dönüştürebilir’
Bununla birlikte, içinden geçtiğimiz şeyin bize yaptıkları ile ilgili bir takım spekülasyonlarda bulunmamız gerekirse, büyük bir tecridin sonucu olarak, sıkıntı ve ölüm duygusu ile yüzleşmiş, bunu hissetmiş bir nesil olarak muhtemelen daha olgun ve biraz da depresif bir nesle dönüşeceğiz. Bu olay, her şeye muktedir olmadığımız, böyle bir şeyin de zaten imkânsız olduğu gerçeğini adeta gözümüze soktu. Dolayısıyla, korona bizi, daha mütevazı, daha alçakgönüllü insanlara dönüştürme potansiyeli taşıyor.
‘AKP kültürel dayanışmacılığı siyasi yardımseverliğe dönüştürdü’
-“Dış tehdit” anlarında insanların birbirine daha çok kenetlendikleri biliniyor. Kutuplaşmanın çok keskin olduğu Türkiye’de bir kenetlenmeden söz edebilir miyiz? Dayanışma duyguları arttı mı? Salgını yaşayan diğer ülkelerde durum nasıl?
Dayanışma, yardımlaşma bana göre iç güdüsel değil, öğrenilen, edinilmesi ve nesilden nesile aktarılması gereken bir yetenek. Türkiye üzerinden konuşursak, memleketimizde, kültürel olarak dayanışmacılık var, ama bu tek başına yeterli değil; dahası AKP bizim kültürel dayanışmacılığımızı, siyasi yardımseverliğe dönüştürdü. Bunun anlamı şu, benim kapımda dilenci olursan varsın, değilsen yoksun. Organize bir yardımlaşmadan bahsetmek zor, aile içi, kapı kapıya, komşu komşuya bir yardımlaşma var… Tüm dünyada da durum böyle aslında. Dikkat ederseniz, dünyanın her yerinden iyileşme haberleri duyuyoruz, Türkiye’den de öyle, köpürtülen haberler bunlar ama kimse dayanışma haberleri yapamıyor.
‘İnsanlar devlet yardımı yerine dayanışmayı düşünmeye başlarsa, akp önemli bir mevzi kaybetmiş olacak’
Burada koronanın buna fiziki imkân veremiyor olması bir yana, yardım dediğimiz şeyin, bir dayanışma değil de hayırseverlik formunda kalması, sarayın önem verdiği konulardan. Çünkü, insanlar devlet yardımından, dayanışmaya geçmeyi düşünmeye başlarlarsa, TC’nin büyük bir özenle büyütüp geliştirdiği 12 Eylül rejimi ve onun devamcısı olan AKP iktidarı önemli bir mevzi kaybetmiş olacak.
‘Koliyi yırtan kadının çocuğuna üzüldüm’
-İYİ Parti’den gelen yardım kolisini yırtan bir kadın, bu videosunu tiktok’tan yayınladı. Bu tabloyu nasıl değerlendiriyorsunuz?
İktidar, büyük bir hukuksuzluk ve mantıksızlık üzerinden ilerliyor. Bu yüzden bu dönemin kadroları, bu hukuksuzluğun hukukunu ve mantıksızlığın mantığını kuran troller ordusu. AKP rejiminden büyük/küçük pay almak isteyen herkes, bu alanda maharetini ispatlamak zorunda, bu bir tür “teşkilata giriş” ritüeli olmuş. Deve sidiğinde keramet vardır diyen doktor, Soylu istifa ederse intihar ederim diyen Rizeli vatandaş, ben Tayyip Erdoğan’a aşığım diyen Ethem Sancak, şimdi de o koli açma ve afiş yırtma şovu yapan kadın… Ben kendi adıma o görüntüleri izlerken, bilhassa kadının çocuğuna son derece üzüldüm… Çocuk kolinin içindekilerle, kadınsa dışındakilerle ilgileniyor ve son derece şiddet yüklü bir ortam…
‘Yardımları engellemek AKP’yi tüketiyor’
-Muhalif partilerin çalışma ve yardımlarının engellenmesi toplumda nasıl karşılık buluyor?
Muhalif partilerin çalışmalarının ve yardımlarının engellenmesi elbette AKP’yi tüketen bir şey. Bu sonuçta, “eyy Amerika” demek gibi bir şey değil. İnsanlar evlerinde işsiz, gelirsiz oturuyor ve sen ona ekmek getiren kişiyi engelliyorsun. Bununla birlikte, AKP, muhalefetten daha bilinçli, yoksullara yardım götürmenin/götürmemenin bir iktidar meselesi olduğunun farkında ve öyle hareket ediyor, muhalefet bunun için mücadele etmeli, dahası götürdüğü şeyin yalnızca sosyal devletin ve dayanışmacılığın tohumları olduğunu bilmeli… Ama bunu bilmek ve yapmak istiyor mu tabi bu da çok tartışma götürür.
‘‘Ya hep beraber ya hiç birimiz’ meselesi hiç bu kadar hayati hale gelmemişti’
-Korkular bir yandan da insanların önce kendilerini korumaya almasına sebep oluyor. Bu bencilliği de beraberinde getirdi mi, gözleminiz nedir?
Bence burada yaşanan endişe, insanı kolektif düşünmeye daha yatkın hale getirir. Çünkü, gerçekten “ya hep beraber ya hiçbirimiz” meselesi hiç bu kadar hayati hale gelmemişti. Dünyadaki herkes herkesten sorumlu oldu, herhalde tarihte böyle bir durum daha önce yaşanmadı. Yani, senin kendini eve kapatman, fildişi bir kule yapmış olman yetmiyor, dışarıda bir kişi bile enfekte ise bu bütün dünyayı tehdit ediyor…
‘Yoksullar ya enfekte olup ya da evde oturup açlıktan ölmeye mahkûm edildi’
-Salgınla birlikte sınıf ayrımı da çok daha çarpıcı hale geldi. Özellikle yoksulların ölüm tehdidi altında çalışmak zorunda olması çok tartışılıyor, tepki çekiyor. Bu durum ezilenlerin bilinçlerinde nasıl etki/değişim yaratır?
Salgın, özellikle Türkiye’de sınıf farklarını son derece görünür kıldı. Öncelikle saray rejiminin aslında büyük bir hamasetten başka bir şey olmadığı, yıllardır kendi banka hesapları için çalıştıkları, kötü günler için bir kenara beş kuruş bırakmadıkları, memleketi talan etmekten acil durum planları bile yapmadıkları ortaya çıktı.
İkinci olarak, 65 yaş üstü çalışmak zorunda olan yoksul insanları eve kapatarak açlık mı korona mı tercihiyle baş başa bıraktılar. Aynı şekilde, İstanbul, Ankara, İzmir gibi kentlerde karantina protokolünü hiçe sayarak, işçileri çalışmaya mecbur bıraktılar. Dolayısıyla, devletin yıllardır kestiği fonlarla finanse etmesi gereken yoksul insanlar ya çalışarak enfekte olmaya ya da evde oturarak açlıktan ölmeye mahkûm edildiler.
‘Korona sonrasının tek belirleyeni mücadele olacak’
-Küresel düzene, kapitalizme, neoliberalizme dair tartışmalar yoğunlaştı. Salgın sonrası (orta ya da uzun vadede) ekonomik sisteme, yönetim sistemlerine dair daha yapısal değişimler bekliyor musunuz?
Bu süreç bir şekilde sona erdiğinde, dünya elbette büyük değişimler geçirmiş olacak. Ne var ki, her değişim hayırlıdır diye bir şey yok. Dünya belki daha iyi, belki de daha kötü bir yer olacak. Avrupa’da sosyal devletler güçlenir, neo-liberalizmin kırılganlaştığı yerlerde devrimci mücadeleler hatta sosyalist rejimler ortaya çıkar gibi iddialar var… Bunlar her zaman mümkün, ama sosyal mücadelenin merkezinde özne durur, dünyada dönüştürücü bir devrimci özne var mı ben bundan pek emin değilim… Hepimiz biliyoruz ki, bugün bize normal gelen pek çok şey, uzun mücadeleler sonucunda kazanıldı, kimse bize bunu vermedi. Hafta sonu tatili, doğum izni, 8 saatlik iş günü, emeklilik, sağlık sigortası vb… Bu başlıkları çoğaltılabilir ve her bir başlığın altında büyük, meşakkatli ve görkemli bir mücadele tarihi yazılabilir/yazılmalıdır. Dolayısıyla, koronadan sonra dünya daha iyi mi yoksa daha kötü mü bir yer olacak sorusunun tek belirleyeni olacaktır; o da mücadeledir!