Ankara’yı sevenler ve sevmeyenler var. Az insan net olmaz bu konuda. Bu bakımdan karakterli bir şehir Ankara.
Aslına bakarsanız, Ankara’ya dışarıdan gelip onu tutkuyla seven insanlar da “neyini seviyorsun?” sorusuna klasik bir gerekçenin dışında yanıt bulmakta çok zorlanırlar. Bu gerekçe de ilginç biçimde şehrin sevilmesinin nedeninin şehrin karakterini bizzat ona has olanın, örneğin dalgalı bir denizinin, serinletici bir melteminin, yüce bir dağının belirlemesi gibi bir durumun olmamasıdır. Aksine şehrin sınırlarını çizdiği mekanda ona insanlarca verilen bir karakter bu. Aristoteles’ten Montesquieu’ya kadar birçok filozofun coğrafyanın özellikle de iklimin, insanların bireysel ve şehirlerin politik karakteri üzerindeki etkisi bağlamında söylediklerini tersine çevirir belki Ankara. İnsanların taşın ağırlığını, suyun akışını, rüzgarın yönünü belirlediği bir şehirdir. Bozkırda orman olmaz gerçeğine karşı orman çiftliğini kurduran idealizmdir işte. Kuruluşun böyle bir yönü vardır. Bozkırın ortasında bir başkent yaratacaksınız, dünyanın en güzel kentlerinin birinden, İstanbul’dan bürokratları, diplomatları, mektep hocalarını hatta mektepleri taşıyacaksınız. Gelenlerle bir şehir inşa edeceksiniz, o şehrin türkülerini, öykülerini, romanlarını yazacak insanlar bulacaksınız. Bunlar sizi sevecek ya da sevmeyecek örneğin, Yenişehir’de hâlâ tek tük olan “piknik”lerin en dokunaklı sosyolojisini Sevgi Soysal’a, Karanfil Sokağı’nın doğasını Ahmed Arif’e keşfettireceksiniz. Kapatmak istediğiniz defterleri tekrar açacaklar, kale içinde yaşayanlar ile Ankara Palas arasındaki tuhaf ilişkiyi, gayrimüslim mahallerindeki yangını, bir orta Anadolu kentini de işte… Gerçektir Ankara. Bütün bu gerçek “keşifler” şehrin yüz binlerce “başka”sını inşa eder. Belki de Cemal Süreya’nın koskocaman bir arka planı olan iki hecesi anlatır bu yüz binlerce başkasının hikayesini.
“Ankara, Ankara
Ey iyi kalpli üvey ana.”
Güzelleme olmayan her keşif gibi gerçektir Ankara. Kolektif olarak keşfedilmiş bir gerçektir, o nedenle fethedilememiştir, şehri kuranlar dahil kimse Sevgi Soysal’dan, Ahmed Arif’ten, Cemal Süreya’dan daha çok sahibi değildir bu şehrin. Bütün devlet aygıtı burada konumlansa da, o çok eleştirilen gri kent fethedilemez işte. 25 yıllık Gökçek yönetiminin dinozorlu, laleli fetih planı nasıl işlemediyse öyle işlemez fetih planları…
MERKEZDEKİ KARAKOL NE YAPAR?
Ankara üretici ve yaratıcıdır, bütün gücü tükendiğinde insan sarılacak birini bulur hep. Kent kendisine sarılmaya, kendisini kavratmaya, kuşatmaya izin vermez çünkü. Bazı sürprizleri vardır, Yüksel Caddesi’ndeki sarılmaya özendiren heykel gibi örneğin. Sarılanı çoktur, yanında oturup sohbet edeni… Ankara’nın merkezidir Yüksel ve Konur’un o kesişimi. Mülkiyeliler Birliği’nde Türkiye tekrar tekrar kurulur, hemen önünde 12 Eylül sonrasında Türkiye’de demokratik protesto hakkının güç bela kullanılır hale gelmesini sağlayan yegane eylem biçimi olan basın açıklamaları burada yapılmaya başlanır. 12 Eylül faşizmi burada kırılmak istenir. 12 Eylül’ün de Ankara’yı fethedemeyeceği gerçeği burada filizlenir bir kez daha. 1990 yılında tam bu noktaya konur Metin Yurdanur’un İnsan Hakları Anıtı. Elinde İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ni tutan, onu okuyan bir kadındır. Bu anıtın bugüne kadarki ömrü de anıtsallaşmıştır. Son fetih hareketi de burada başlamıştır. İnsan Hakları Anıtı OHAL’in daha şaşalı günlerinde 23 Mayıs 2017’de gözaltına alınmıştır. Ankara’da olabilecek kadar çıplak gerçekliktir bu işte. Hiçbir söze yer bırakmayacak biçimde insan hakları adına yapılmış bir anıtın tutuklanmasıdır, bir dönemin Türkiye’sidir bu resim. Hiçbir imaya, hiçbir ironiye başvurmayan çıplak bir gerçek. OHAL’de insan haklarının durumunun raporudur işte.
2018 seçimlerinin ardından anıtın tutukluluğu sona ermiş görünse de adli kontrol sürmektedir. Hem de çok yakından. Anıtın tutuklanmasıyla Ankara’nın orta yerine inşa edilmeye başlayan karakol o güzelim sokağın tamamını kaplar artık. Tam bir fetih girişimidir yani. Bir kültür varlığı olan Mülkiyeliler Birliği binasının önü yasalarımıza göre kapatılamayacak olsa da karakol yasa dinlemez. Hemen ardındaki Ankara’nın en eski okullarından biri olan Mimar Kemal İlkokulu’na gitmek isteyen çocuklarımız uzun namlulu silahlar taşıyan üniformalı devletin önünden geçip gitmektedir. Ankara’nın orta yerinde çocuklarımız bakımından bir halk sağlığı sorunu olarak işlemektedir fetih girişimi. On binlerce insanın yolunun kesiştiği bir kavşakta güvenlik sorunudur.
Ankara’nın orta yerinde, herkesin gözünün önünde, birkaç kişinin günde iki kez yaptığı işimizi geri istiyoruz protestosunu gerekçe gösteren onlarca polisli, onlarca uzun namlulu onlarca demirli, paslı ve tozlu bir konteyner karakol durmaktadır.
Ankara’nın orta yerinde bu karakol varken, hiçbir sistem revizyonu, hiçbir yargı reformu, hiçbir girişim demokratikleşme adına olamaz. Çünkü sevin sevmeyin Ankara gerçeğin çıplak halidir, kavrayamazsınız kuşatamazsınız, kandıramazsınız. Bir yerden fışkın verir çıkar ve çıplak biçimde gösterir gerçeği.
Efendiler, İnsan Hakları Anıtı’nı, Ankara’nın orta yerini artık serbest bırakın!