Kaldıraç Dergisi Ekim Devriminin 100. yılı dolayısıyla 18 Kasım Tarihinde ODTÜ Vişnelik tesislerinde “100. Yılında Ekim Devriminin Yolunda Kapitalizm Çürümüştür Devrim İnsanlığın Dirilişidir” şiarıyla bir sempozyum düzenledi. Sempozyum ” Ekim Bir Meşaledir” ve “SSCB’nin Çözülüşü Sonrası Dünya” başlıklarıyla iki oturum olarak gerçekleşti.
Etkinlik, Paris Komününden Ekim Devrimine, Çin Devriminden Vietnam Zaferine, Küba Devrimi’ne, Spartaküs’ten Bedrettin’e, Mustafa Suphilerden, Mahir’e, İbo’ya, Deniz’e, Mazlum’a Komutan Bekir’den Ali Serkan’a ve tüm Anadolu Devrimcilerine , insanlığın yüzlerce yıllık özgürlük mücadelesinde güneşe uğurladığımız tüm yoldaşlarımız anısına denilerek saygı duruşu ile başladı.
Saygı duruşu sonrası Kaldıraç Dergisi yazarlarından Deniz Adalı’nın etkinliğe göndermiş olduğu mesajı sinevizyon eşliğinde izlendi. Mesajda; “Haksızlığa, insanın insan kulluğuna, egemenlerin iktidarına cenneti bu dünyada milyonlarca emekçinin cehennemi üzerine kuranlara karşı, ilk isyan eden kimdir bilmiyoruz, ama o isyanı o isyankarı yürekten selamlıyoruz. Ekim devrimi bu isyan geleneğinin devamı fakat sadece devamı değil aynı zamanda eşitlikçi ve özgürlükçü bir toplum hayalini hayata geçirebilme yolunun da göstericisi olmuştur. Haksızlığa karşı bugünde boyun eğmeyen, isyan bayrağı açanlara selam olsun. Ekim devrimiyle dünyada dolaşan hayalet gerçek oldu ve tarihte ilk kez proletarya iktidarı aldı, tarihte ilk kez işçi sınıfı iktidarı alırken eşitlik özgürlük ve ortaklık üzerinden insan iradesiyle bir yeni dünya kurmayı denedi, tarihte ilk kez işçi sınıf iktidarı alırken tüm sömürüye ve tüm sınıfların varlığına son verme programını ilan etti, tarihin en görkemli devrimi işçileri iktidara taşıdı. Ekim devrimi yüz yıl önce işçi sınıfının kurtuluşu ve komünizm hayalinin gerçekleşebilir olduğunu göstermiştir. Bir şeyi bir kere ispatlamış olmak yeterlidir. Ekim Devrimi tüm egemenleri korkutmuştur ve tüm dünya işçileri için bir zaferdir. Kurtuluş devrimle geliyor ve bunun için devrimci bir işçi sınıfı gerekiyor. Devrim, devrimci bir örgütlenmeyi gerektiriyor, tesadüfen olmuyor, Ekim Devrimi bunu ortaya koymuştur. Ekim Devrimi yenilgisini burjuva kalemşorlar tarihin sonu olarak ilan etmişlerdir, bu bir itiraftır ve kapitalizmin sonudur. Ekim Devriminin yenilgisi altında şekillenmiş olan Kaldıraç Hareketini oluşumunu üç kuvvet etkilemiştir. Bunların ilki Ekim Devrimi yenilgisi ikincisi 12 Eylül karşı devrimi ve bunların zıt yönde gelişen Kürt devriminin yükselişidir. Biz devrimciler bu mücadelenin uzun soluklu bir mücadele olduğunu hep bildik, bize göre cesaret bu uzun yola çıkmaktadır. Bugün SSCB yokken kölelik yeniden organize ediliyor. Bugün ekim devriminin yüzüncü yılında dünya devrime muhtaçtır. Kapitalizm şekilsiz bir canavara dönmüştür ve bugün komünizm hala günceldir ve daha da acildir. Eksik olan örgütlenmedir. Bizler özgürlük bayrağı, komünizm bayrağı dalgalanıncaya kadar, zafere kadar dövüşenlerden olacağız. Zaferi garanti edecek şey sadece inanç değildir, örgütlenme ve iradede gereklidir. Bize gerçeği görebilme gücü gereklidir. Bize yen bir cesaret tanımı gereklidir. Gerçeği anlayabilmek, kabullenebilmek, onunla yüzleşebilmektir cesaret.
Bugün Ekim Devriminin 100. yılında yeni bir diriliş yeni bir devrim dalgası derinden de olsa gelmektedir. Henüz yeterince güçlü değil fakat 100 yıllık Ekim Devrimi deneyimiyle sarmaş dolaş. İnsanlık tarihi boyunca direniş bayrağını yüksekte tutanlara, Ekim Devrimini yaratanlara ve yaşatanlara selam olsun, Bu gemi zafere ulaşacak “denilerek sonlandırıldı.
Ardından Kaldıraç’ın etkinlik için hazırladığı sinevizyon izlendi.
Sinevizyonun ardından başlayan Ekim Bir Meşaledir başlıklı ilk oturumda ” Ekim Devrimi; Dünyayı Değiştirme” başlığıyla ilk sözü Temel Demirer aldı. Temel Demirer sözlerine “Ekim devriminin zaferi de yenilgisi de bizimdir diyerek başladı. Ekim devrimi bize dünyayı değiştirmeyi öğretmiştir. Yöntemi diyalektik yöntemdir. İşçi sınıfı ile organik bir bağ gereklidir ve bu bağ ekim devriminde kurulmuştur. Ekim devrimi insanlığın sorunlarına çözüm bulmak için yola çıkmıştır. Demokrasiye sınıfsal temelde bakar, kadın sorununu sınıfsal temelde çözmeyi hedefler. Dini kişilerin vicdanına, inisiyatifine bırakır. Devrimci mücadelede şiddeti reddedenler Marksist olamazlar. Şiddeti reddedenler partiyi de reddederler. Devrimci mücadele içinde sınıf mücadelesini kabul etmek yetmez, bu mücadeleyi proleterya diktatörlüğüne kadar götürenler Marksistir. Bir devrim partisiz ve Sovyetsiz olmaz. Ve bu dünyada demokratik emperyalizm diye bir şey yoktur. En iyi emperyalizm yok edilmiş emperyalizmdir.
Bolşevikler 1917’de karanlık yolda yol açmışlardır. Buz kırılmış yol açılmıştır. Yenilginin nedeni sınıfla bağın kopması ve dünya devrimine yürüyememektir. Dünya devrimi olmadan zaferi kazanılamaz. Bununla birlikte tarihi ya yorumlar ya da yaratırsınız. Yeni sosyalist dalga Sovyetleri eleştirdiği kadar kapitalizmi de eleştirmelidir. Bir beşerî yıkımın eşiğindeyiz, doğayı insanı yok eden sürdürülemez kapitalizmdir. Bugün bir kez daha ya sosyalizm ya barbarlık diyoruz. Barbarlığı yok edebiliriz. Biz Lenin’in yoldaşlarıyız. İmkansızlığın içinden çıkmasını biliriz” diyerek sonlandırdı.
“Kitlelerin Öz Örgütlenmesi; Sovyetler” başlığında söz alan Özgür Narin ise; Bugün konuşmamız gereken Komünizm ve bunun ip uçlarına sahibiz. Ekim devrimi bu ip uçlarının izlerini taşıyor. Ekim devrimi proleter bir devrimdir. Sovyetler bir işçi hareketiydi. İşçi köylü halk konseyleri(meclisler)’den oluşuyordu. İlk Sovyetler ekonomik gelir düzeyi daha iyi olan işçiler tarafından 1905 yılından önce kuruluyor. Başlangıçta daha dar bir örgütlenmeye sahip olan Sovyetler zamanla tabana yayılıyor. Bu örgütlülük devrimci olmasa da Çarlık dışında bir yönetimin olabileceğine inanıyor. Başlangıçta uzlaşmacı bir tavır içinde yer alması zamanla yenilmesini koşulluyor.1905 devriminden sonra Bolşeviklerin Sovyet örgütlenmeleri içindeki geri çekilişleri 1913-14 yılında değişiyor ve Bolşevikler daha çok gelir düzeyi daha düşük olan işçi Sovyetleri içinde örgütlenmeye başlıyorlar. Sayısal olarak az olmaları siyasi taleplerin kapsayıcılığı nedeniyle daha geniş bir Sovyet örgütlenmesine etki edebiliyorlar. Bolşevikler bu dönem sandalye sayısını arttırmayı değil sınıfın bütününün çıkarlarını öne alıyorlar. Dolayısıyla içinde Bolşeviklerin örgütlü olduğu bu işçi kesimi iktidar hedefini sınıfsal öncü ile birlikte ilerletiyor. Sovyetler parti ile ilerleyip kitlelerle var oluyor. 1917-1921 yılları arasında Sovyetlerde yoksul köylülükte yerini alıyor. Ayrıca işçi asker Sovyetleri de kuruluyor. Devrim parti ve Sovyetlerle birlikte yaratılıyor. Sovyetler barışın, kardeşleşmenin garantisi olmuştur. Bugünde benzer bir örgütlenmenin nasıl yaratılacağı önemli bir konudur. Bugün sendika yöneticilerinin durumu, işsizlik, emek sektöründe çalışan işçilerin sorunları, ulaşım vb. sorunlar üzerinden Sovyet tarzı örgütlenmeler kurulabilir. Sovyetlerin bugünkü teknolojik gelişimle yeniden örgütlenmesi mümkün. Dolayısıyla bugün Ekim devrimini anlatmak tarihi anlatmak olmamalı, bugün bunu nasıl gerçekleştireceğimizin tartışması olmalı”. dedi.
İlk oturumda son olarak “Devrimci Bilincin ve Eylemin adı; Parti” başlığıyla söz alan Hakan Dilmeç ise; “Yenilgi ve kitle hareketinin yükseldiği dönemlerde işçi sınıfı var mı ya da devrimci mücadelede partinin rolü” tartışmaları yükseliyor. Örneğin 1990’larda dünyada küreselleşme karşıtı eylemler başladı. Değişik ülkelerden bir araya gelenler sosyal forumlarda tartışıyor ve birçok küreselleşme karşıtı eylem gerçekleştiriyorlardı. Bu forumlarda partinin rolü tartışmaları da gerçekleşiyordu. O dönem Marx ve Engelsin kaleme aldığı komünist manifestonun yerine yeni bir manifesto denilerek basılan “İmparator” adlı kitap Emperyalizmin bittiğini İmparatorluk çağının başladığını iddia ediyordu. Tartışmanın ana fikri çoğunluktaki ezilen kesimlerin imparatorluğa karşı ortak mücadelesinin gerekliliği üzerine kuruluydu. Sistemin dönüştürülerek değiştirilebileceği fikri hakimdi. Bu tartışmalar 11 Eylül saldırıları ile son buldu. Emperyalizm yeniden hatırlandı ve yeni bir paylaşım savaşı gündeme geldi. ABD’deki 2008 krizi ile beraber Yunanistan’dan Mısır’a dünyanın birçok ülkesinde yeni bir isyan dalgası yükseldi. Özellikle Mısır’da 6 Nisan hareketi öncülüğünde gelişen isyan gevşek bir örgütlenme nedeniyle yenildi. Fakat yenilgi sonrası bize bir örgüt lazım tartışmaları açığa çıktı. Bizde de Gezi, sonrasında Hayır Meclisleri kuruldu. Başka bir dünya için mücadele bugün hala sürüyor. Bugün devrimci özne irade çok daha önemlidir. Parti olmadan hiçbir şey yapılamaz, Lenin olmasaydı, Bolşevik parti olmasaydı devrim gerçekleşemezdi. Bolşevik partinin tek derdi işçi sınıfını iktidara taşımaktı. Parti ile Sovyetlerin bağının kanıtıdır Ekim devrimi. Devrim istiyorsak parti zorunludur” diyerek konuşmasını bitirdi.
“SSCB Sonrası Dünya” başlıklı ikinci oturumda, ilk sözü “Neden Kapitalizmin bir Geleceği Yok” başlığıyla Fikret Başkaya aldı. Fikret Başkaya; “Balıklar derya içinde yaşar fakat deryayı bilmez. Kapitalizmin içinde yaşayanlarda kapitalizmi bilmiyorlar. Sadece işçiler emekçiler değil, aydınlar, üniversite profesörleri vb de bilmiyorlar kapitalizmi. Kapitalizm dünyayı yok etmek üzere vardır ve bugünkü krizi çöküş halinde olduğunun kanıtıdır. Bir daha sistem yapma yeterliği aşınmış bir sistem içindeyiz. Bu sistem çözümden çok sorun yaratıyor. Her canlı organizma gibi bu sistemde sorunludur. Kapitalizmde kaçınılmaz sondan muaf değildir. Sorun yıkılıp yıkılmayacağı değil sadece ne zaman yıkılacağıdır. Başını tv programlarından telefonlardan vb kaldıran ve etrafına bakan herkes kapitalizmin yıkılacağını görür. Kapitalizmin çöküşü bir süreç içerir. Kapitalizm krizlerle yürüyen bir sistemdir. Krizler kapitalizmin gençlik aşısıdır. Fakat kapitalizm 1970’lerdeki krizini hala atlatamamıştır. Bunun kanıtı işsizlikteki artış, düşük büyüme, gelir dağılımı arasındaki adaletsizliğin büyüyen oranı, borçlanmadır. Kapitalizmde sınırsız büyüme eğilimi vardır fakat kaynaklar sınırlıdır. Kapitalizmin iki tür gelişimi vardır. Yatay ve dikey. Bu iki tür gelişimde sınıra dayanmıştır. Kapitalizmde değer üretme yeteneğinde de sınır aşılmıştır. Kapitalizm çöküyor fakat bu çöküş halini hızlandıracak, duruma müdahale edecek öznel faktör sorunu vardır. Önümüzdeki dönem muazzam kitle hareketlerinin ortaya çıkması kesindir. Ve yeni devrimler dalgasında bu süreci ezilen sınıflar lehine çevirecek örgütsel yapıların 19. Yüzyıl 20. Yüzyıl örgüt anlayışıyla çözülmesi mümkün değildir.” dedi.
Ardından söz alan “SSCB Sonrası Yeni Sola Eleştirel Bir Bakış” başlıklı sunumuyla Sibel Özbudun; “SSCB 1991’de çöktü ve yeryüzünün ilk işçi sınıfı iktidarı yenildi. Yenilgi hepimiz için geçerliydi, hatta yenilgiye sevinen kesimler de yenildi. İşçi sınıfının elindeki haklar bir bir elinden alındı. Dünyanın kuzey kısmıyla birlikte Güneyi de Sovyetlerin çöküşünün bedelini ödedi. Bu yenilginin faturası bazı yeni sol çevreler tarafından Marx ve Engels’e yüklendi. Hataların nerelerde yapıldığına bakmak yerine Marksizmin toptan inkarına yönelindi. Marksizm dünyayı tahlil etme ve değiştirme aracımızdır. SSCB yenilgisi sonucu elimizden alınmak istendi. Tarihin sonunun geldiği ilan edildi. Dünyada yaşanan isyan hareketleri tarihin sonunun gelmediğinin kanıtıdır. Bu hareketler 1990 sonrası yeni sosyal hareketler olarak tanındılar. Ortak özellikleri Neoliberalizm tarafından dışlanmış olmaları, sosyal özne olmalarına rağmen iktidar hedefinden yoksun olmaları, otoriter ilişki biçimlerinden kaçan yatay hiyerarşik ilişkiler şeklinde örgütlenmiş, kültürel farklılıkları tanıyan, Neoliberalizmle uzlaşmaya yatkın hareketlerdi. Buradaki kritik soru şudur; U tarz hareketler yeni midir ya da ne kadar yenidir? Tarihte her toplumsal devrim öncesi bu tür örgütlenme modelleri görülmüştür. Fakat üretim ilişkilerini değiştirme hedefi, iktidar hedefi olamayan bu tarz örgütlülükler yenilmeye mahkum olmuşlardır. 1990’lardan bu yana dünyada bir hoşnutsuzluk hali vardır. Emekçiler artık yeter diyor fakat iktidarı ele geçirme iradesi olmadığı sürece değişim sağlanamaz. Sürdürülemez bir sistemde yaşıyoruz, sistemi yok edecek olan dünyayı değiştirmek isteyenlerin örgütlü iradesi olacaktır. Sovyetleriz ve partisiz devrim olmaz ve bugün de böyledir.” diyerek sözlerini bitirdi.
Oturumun son konuşmasını “Sosyalizm Güncel Bir İhtiyaçtır” başlığıyla Ekin Erdem Evliya gerçekleştirdi. Evliya konuşmasında; “Bugün, bütün dünyada geniş bir şekilde sosyalizmin olanaklılığı, daha da ötesi gerekliliği tartışılmakta. Bizim iddiamız, kapitalist sistemin iç içe geçmiş derin bir ekonomik ve siyasal krizin içerisinde olduğu, bu krizin derinleşmekte olduğu ve önümüzdeki dönemde dünya çapında yeni bir devrim dalgasına doğru ilerlemekte olduğumuzdur. Son zamanlarda, Bill Gates gibi sermayedarların, Uluslararası Ödemeler Bankası’ndan Claudio Borio gibi burjuva iktisatçıların, bizim ülkemizde de Ali Koç gibi isimlerin kapitalizmi eleştirmesi, bunu yaparken de neo-liberal politikaları merceğe almaları tesadüf değil. Tarif edilen koşullar altında, ekonomik krizle, savaşla ve iflah olmaz bir ideolojik karanlıkla karşı karşıya yaşayan milyarlarca insandan oluşan toplam ise “eskisi gibi yönetilmek istememektedir”. Y kuşağı olarak tabir edilen, 90’larda doğan ve bugün çalışma hayatının asli bir parçası olan nesil, mevcut sistemin en azgınca saldırılarının yaşandığı bir dönemde yetişmiş durumda ve sistemin kendilerine sunabileceği pek bir şey olmadığının farkındalar. Genç nesillerin tamamında işsizlik, gelecek kaygısı, yoğun ve kuralsız çalışma, düşük ücretler gibi olgular genelleşmiş durumda. Ülkemizde de, dünyada da ekonomik krizin etkilerini daha yoğun olarak hissettirmeye başlamasıyla birlikte işçi sınıfındaki hareketlenmeler, takip eden herkes tarafından görülebilir bir durumda. Son dönemlerde her ay yapılan irili ufaklı işçi eylemlerini gazetelerimize sığdırmakta zorlanır haldeyiz. Tabi ki burada, gürül gürül akan, devrimcileşmiş bir sınıf hareketinden bahsetmiyoruz. Bugün genel anlamda, ekonomik ve yerel talepleri ön plana çıkan, kendi iş yerlerinde hak gaspı ya da hak taleplerine yönelik eylemler yapan, ancak çokça yapan bir işçi sınıfıyla karşı karşıyayız.
Endüstri 4.0 olarak ifade edilen, üretimde robotların ve bilişim sistemlerinin kullanıldığı büyük teknolojinin kapitalist üretim ilişkilerinden bağımsız kullanılması, insanlığın ihtiyaç duyduğu üretimi çok daha az emek harcayarak elde etmesinin yolunu açabilecekken, bugünkü ilişkiler bağlamında devasa bir işçi kitlesinin “gereksizleşmesine”, böylece işsizliğin artarak ücretlerin düşmesine, çalışma saatlerinin artmasına sebep olacaktır. Kapitalist üretim ilişkileri insanın hayatını kolaylaştırma işlevi görebilecek teknolojik gelişmeleri başaşağı çevirerek ortaya garip bir durum çıkartmakta. İkinci olarak bilgi üzerindeki mülkiyet, geniş kitlelerin bilim ve teknolojinin faydalarından yararlanmasının, insanlığın yaratıcı potansiyelinin gelişiminin önünde büyük bir engel oluşturuyor. Üçüncü mesele ise teknolojinin genel anlamda örgütlenmesi konusu. Pragmatist bir anlayışa uygun olarak bugün bilim ve teknoloji, bunları elinde bulunduran tekellerin faydasına güdümünde kullanılmakta.
Bugün, sistemin içinde bulunduğu kriz, teknik olanakların durumu, kitlelerin sisteme olan itirazı, işçi sınıfının hareketliliği ve potansiyeli bir araya geldiğinde, dünya çapında yeni bir devrimci dalganın olanaklarını önümüze seriyor. Emperyalistler kendi ülkelerinde ve sömürgelerde kitlelerin gittikçe yoğunlaşan huzursuzluğunu, ekonomik bunalımlarını gidermekte zorlanır halde. Ortaya çıkacak olası bir isyan dalgası, olası bir kıvılcım, pek çok yerde bir şekliyle karşılığını bulacak halde. Barut fıçısı epeyce dolmuş durumda… Elbette şu ana kadar tarif ettiğimiz durum, tamamıyla mevcut nesnel durumu tarif ediyor. Bir olanağın varlığı, bu olanağın kendiliğinden gerçekliğe dönüşeceği anlamına gelmiyor. Sosyalizmin nesnel olarak olanaklı olması, bu durum, tek başına olumlu bir hali ifade etmeye yetmiyor. Devrimci bir durumun karşılığını bulması için gerekli nesnel ve öznel koşulların bir arada olması gerekiyor. Bugün, ne yazık ki öznel açıdan, yani örgütlülük açısından dünya genelinde çok zayıfız.
Nesnel süreçlerin bu denli devrimden yana olduğu ama devrimin bu kadar uzak olduğu bir dönem ancak ve ancak siyasal öznelerin eksikliğiyle açıklanabilir. Toplumsal değişimin kendini dayattığı, ancak toplumsal değişimi gerçekleştirecek öznenin olmadığı durumlarda, çürüme başlar. Her anlamda çürüme başlar. Hem ekonomik, hem siyasal hem de insani olarak. Bu çürümeyi dünyadaki milyarlarca insan derinden hissediyor. Ekim Devrimi’nin yüzüncü yılında, tarih insanlığın kurtuluşunu, sosyalizmi çağırıyor. Bugün sosyalist bir devrim sadece olanaklı ve güncel değil aynı zamanda vazgeçilmez bir ihtiyaç da. Rosa Luxemburg’un dediği gibi önümüzde sadece iki seçenek var; “Ya sosyalizm Ya Barbarlık” diyerek tamamladı.
Sempozyumun kapanış konuşmasını yapan Gülşah Gülen de sunumlarda kapitalizmin sürdürülemez olduğu, sosyalizmin nesnel olarak mümkün olduğu, öznenin eksikliği sorunun yaşandığının ifade edildiğini, bu tartışmaları bir adım daha ileri taşıyalım, örgütlenelim dedi.
direnisteyiz14.org/Ankara