Notice: Array to string conversion in /home/runcloud/webapps/app-direnisteyiz29/wp-content/plugins/td-cloud-library/includes/tdb_functions.php on line 459
19.7 C
İstanbul
21 Eylül Cumartesi, 2024
spot_img

Altun: Ortadoğu’da ilk kez özgürlük alanları oluşturuluyor

KCK Yürütme Konseyi Üyesi Rıza Altun, “Şengal, ardından da Kobanê direnişi, adeta uluslararası toplumun vicdanını ayaklandırdı dedi.
KCK Yürütme Konseyi Üyesi Rıza Altun ANF İngilizce ve İspanyolca’nın sorularını yanıtladı…
Başta Güney Amerika ve Avrupa olmak üzere dünyanın birçok yerinde devrimci hareket ve kişilikler PKK ve Rojava’daki mücadeleyi ilgiyle izliyor. Ancak bu çevreler, Kobanê direnişiyle birlikte liderliğini ABD’nin yaptığı uluslararası koalisyonla içerisine girilen ilişkileri PKK ve Rojava güçlerinin sosyalist ve anti-emperyalist kimlikleriyle bağdaştıramıyorlar. Sizce de bu bir çelişki değil mi? Bu durum Kürtlerin yaşadığı siyasi, askeri kuşatılmışlık ve yalnızlıktan kaynaklanan geçici bir durum mu? Yoksa ideolojik, politik ve sosyolojik olarak da buna bir cevabınız var mı?
Mevcut ortaya çıkan bu siyasi durumu anlayabilmek için başlangıçta bunun nasıl geliştiğini biraz bilmek gerekiyor. Bunlar, başından çok planlanmış stratejik, taktik ilişkiye dayanarak gelişen bir siyasi ilişkinin sonuçları değildir. Daha çok bir siyasi durumun, mücadelenin, direnişin gelişim seyri içerisinde ortaya çıkan siyasi ve taktik durumlar olarak görüp değerlendirmek gerekiyor. Ortadoğu krizi ortaya çıktığında PKK’nin Ortadoğu’da kırk yıldır yürütmüş olduğu bir mücadele vardı.
Bu mücadele esas olarak dörde bölünmüş bir Kürdistan’ı, kapitalist ve emperyalist sistem adına yöneten sömürgeci devletlerin şahsında emperyalist ve kapitalist sisteme karşı veriliyordu. Tam kırk yıl, emperyalizm ve kapitalizm sömürgeci güçleri destekleyerek bu özgürlük hareketini bastırmak için bütün yollara, yöntemlere ve çabalara başvurdu. En son önderliğimize karşı geliştirilen uluslararası komplo da bu güçlerin ortaya çıkardığı bir sonuçtu.
Bu, Hareketimizin tasfiyesine yönelik bir sistemsel yaklaşımdır. Emperyalizm ve kapitalizmin yaklaşımıdır. Ortadoğu krizi çıktığında da baştaki yaklaşımlar, yine bu hareketin süreçten dışlanması, bastırılması, yok edilmesine yönelikti. Bu daha çok da sömürgeci güçlerle emperyalist güçlerin ilişkisi ve ittifakına dayalı yürütülen bir politikaydı. Suriye somutunda baktığımız zaman bunu çok daha iyi görebiliriz. Suriye kaosu ortaya çıktığında öncelikle birçok kesim Suriye muhalefeti adı altında uluslararası emperyalizmle, bölge sömürgeci güçleriyle yine hegemon güçlerle ilişki içerisinde yer alırken, rejimle bu konuda bir çatışma durumu yaşarken, orada Kürtlerin, sadece kendilerini savunmaya yönelik direnişinin dışında en ufak bir bağlantıları yoktu.
Destek alacakları bir güç ya da onları destekleyen bir güç söz konusu değildi. Ama daha sonra Suriye krizini geliştiren Türkiye ve Suudi Arabistan gibi güçler, maşaları aracılığıyla Kürtleri hedefleyince burada Önder Apo’nun çizgisi temelinde bir direniş ortaya çıktı. Bu direniş ortaya çıktığında Suriye’de muhalefet adı altında hareket eden güçlerle Suriye rejimi birlikte bunu bastırmak için ellerinden geleni yaptılar. DAİŞ, Nusra, Ehrar El Şam gibi örgütler, Esat rejiminin de desteğiyle Kürt bölgelerine saldırınca, Kürtler de Önderlik ve PKK çizgisinde bunlara karşılık verdiler. Burada bir direniş başladı. Esas olarak çatışma ve direnişlerin başladığı nokta burasıdır.
KOBANÊ DİRENİŞİ BİR DÖNÜM NOKTASIYDI
Böyle bir çatışma ve direniş başladığında başta Türkiye olmak üzere, İran, Suriye ve benzeri güçlerin tümü, Suriye’deki Kürtlere saldırı yapan bu selefi güçleri destekleyen pozisyondaydılar. Amerika ve İsrail başta olmak üzere, diğer güçler de bunları destekliyorlardı. Sürekli proje üretiyorlardı; üretmiş oldukları projelerle bunları kendi çıkarları temelinde hareket etmeye zorluyorlardı. Selefi güçler de bunlardan almış oldukları destekle Kürtlere saldırıyorlardı. Bu ta Kobanê direnişine kadar devam etti. Kobanê direnişi bir dönüm noktasıydı. Kobanê direnişinin olduğu döneme kadar Kürtlerin buradaki özgürlük mücadelesini destekleyen tek bir bölgesel ve uluslararası güç yoktu. Taktik ilişki içerisine giren bir güç de yoktu. Hepsi el birliğiyle böyle bir hareketi tasfiye etmek için ellerinden geleni yaptılar. İran daha çok Suriye rejimiyle hareket ederek bunun gelişmesini önlemek istedi. Amerika ve İsrail ise Türkiye ve Suudi Arabistan üzerinden selefi güçleri çeşitli politikalarla destekleyerek bu hareketi orada bastırmak istedi. Eğit-donat politikalarıyla, bizzat silah yardımıyla ve lojistiği sağlamak gibi yöntemle bunu yapmak istediler. Bunun karşısında amansız bir direniş sürdürüldü. Hem bölgedeki statükocu güçlere karşı hem ortaya çıkan selefi güçlere karşı hem ABD’nin, İsrail’in, Türkiye’nin desteklediği güçlere karşı amansız bir mücadele yürütüldü. Kobanê bu mücadelenin dönüm noktasıydı.
ŞENGAL DİRENİŞİ DÜNYAYA NEFES ALDIRDI
DAİŞ üzerinden Ortadoğu’ya hakim olmak isteyen güçler çok bilinçli ve acımasızca bir politika izlediler. Tıpki Cengiz Han’ın, Timur Leng’in kısa sürede tüm Ortadoğu’ya hakim olmalarını sağlayan stratejiyi izlediler: Sınırsız şiddet ve vahşet. DAİŞ’in yüzlerce insanın kellesini kameraların önünde keserek basına servis etmesi, cehaletlerinden kaynaklanmıyordu; tamamen bir stratejinin ürünüydü: Korku, panik ve teslimiyeti yaratma stratejisi. Dikkat edilirse ilk katliamlardan sonra, daha DAİŞ gelmeden korkusu geliyordu ve kasabalar, kentler hiçbir direniş gösterilmeden DAİŞ’e teslim ediliyordu.
DAİŞ karşısında ilk ve tek direnişi, Şengal’de Êzidî Kürt halkına saldırdıkları sırada PKK gerillaları ve Rojava’da savaşan YPG-YPJ savaşçıları gösterdi. ABD, Rusya, AB devletleri devasa güçleri olduğu halde Êzdî halkına yönelik katliamı izlerken HPG-YJA Star gerillaları ve YPG-YPJ savaşçıları Yüzbinlerce Êzidî, Hıristiyan ve Müslümanı katliamdan kurtardı. Şengal direnişi adeta dünyaya nefes aldırdı ve durup düşünmesini sağladı. İnsanlar birazcık panik ve korku havasından kurtularak durumu sorgulamaya başladılar; ABD, AB ve diğer küresel ve bölgesel güçler neden ellerinde büyük imkanlar olduğu halde bu vahşete müdahale etmiyorlar? Yoksa bu vahşetten bir çıkar mı elde etmeyi düşünüyorlar? diye sorgulamaya başladılar. Bu durum söz konusu uluslararası ve bölgesel devletlerin meşruiyetini tartışmaya açarken PKK ve Önderliğimize büyük bir itibar kazandırdı. Türk sömürgeciliği ve emperyalizmin kırk yıldır hareketimize yapıştırdığı ‘terör örgütü’ yaftasını yerle bir etti. Bu noktadan sonra artık hiç kimse DAİŞ ve benzeri örgütlerle ilişkisini sürdüremezdi. Özellikle kendilerini ‘demokratik devletler’ olarak tanımlayan güçler bölgede varlıklarını sürdürmek için yeni yönelimlere girmek zorundaydılar.
Ancak durum böyle olduğu halde bölgesel güçler DAİŞ ve benzeri güçler üzerinde yürüttükleri politikalarını devam ettirdiler. Bu sefer DAİŞ’in yönünü Kobanê’ye vererek Kobanê’nin düşürülmesini sağlamaya çalıştılar. Burada hedef Rojava Kürtlerinin kazanımını, ama ondan da önemlisi Ortadoğu’da özgürlük çizgisinin kazanımlarını tasfiye etmekti. Bunda herkesin bir biçimiyle çıkarı vardı. Hem rejimin ve dolaylı olarak rejimi destekleyen güçlerin bundan çıkarı vardı hem Türkiye’nin çıkarı hem Suudi Arabistan’ın çıkarı vardı. DAİŞ’de bunlarla stratejik, taktik ilişkilerini Kürt karşıtlığı üzerinden inşa etmişti. Kobanê saldırısı bu temelde ortaya çıkmıştı. Kobanê saldırısı karşısında ciddi bir direniş ortaya konuldu ve bu direniş Kürdistan’ın dört parçasında halka mal oldu. Özellikle de Kuzey, Güney, Rojhilat Kürdistan’da Kürtlerin tümü Kobanê direnişine karşı gerekli hassasiyeti gösterdi. Direnişin uzun sürmesi de giderek bölge halkları ve uluslararası kamuoyunun da ilgisini çoğalttı.
100 gün süren büyük bir direniş sonucunda adeta Kobanê dünyanın gündemine oturdu. Dünyanın gündemine oturduktan sonra DAİŞ’in burada istediği başarıyı elde edememesi, istediği sonucu elde edememesi bir kırılma ortaya çıkardı. Tam da bu kırılmanın olduğu noktada küresel ve bölgesel güçler kendi siyasi ve askeri durumlarını yeniden gözden geçirerek kendileri açısından yeni bir süreci başlattılar.
ŞENGAL VE KOBANÊ DİRENİŞİ, ULUSLARARASI TOPLUMUN VİCDANINI AYAKLANDIRDI
Rojava’da, Kobanê’de gelişen Kürt direnişi yeni bir durum ortaya çıkardı. Uluslararası toplum ve kamuoyu ABD ve diğer uluslararası güçler üzerinde, duruma müdahale etmeleri için muazzam bir baskı oluşturdu. Şengal, ardından da Kobanê direnişi, adeta uluslararası toplumun vicdanını ayaklandırdı. Nasıl ki, ikinci dünya savaşında Hitler faşizmine karşı Sovyetler Birliği ve ABD’nin ittifakı her iki taraftaki kamuoyu ve toplum tarafından meşru görüldüyse, ABD öncülüğündeki koalisyon ile YPG arasındaki ilişki de her iki tarafın kamuoyu tarafından meşru ve gerekli görülüyordu. Tıpkı İkinci Dünya Savaşı’ndaki Sovyetler ve ABD gibi, bu sefer de her iki tarafın da bir ilişkiye ihtiyacı vardı. Böylece, ABD öncülüğündeki koalisyon güçleriyle DAİŞ’e karşı mücadelede taktik bir ilişki düzeyi ortaya çıktı. İlişkinin başlama biçimini böyle ele almak gerekir. Meseleyi sadece bu ilişkinin tarafları olan siyasi güçlerin ideolojik konumundan hareketle ele alıp bir sonuca varmak yerine, bu ilişkinin nasıl geliştiğini ve bu ilişkide kimlerin hangi hedeflerle hareket ettiğini görmek daha önemlidir.
Yoksa kırk yıldır ABD, PKK’ye karşı mücadele ediyor, PKK’de sömürgecilik şahsında emperyalist sisteme karşı mücadele ediyor. Ama Ortadoğu’da yaşanan ve dünya sistemini ilgilendiren yeni bir durum ve kaos var. Bu kaosta sadece ezilen halklar ve sosyalist Hareketlerle, emperyalist güçlerin mücadelesi söz konusu değildir. Bizzat emperyalist güçlerin kendi aralarında yürüttükleri mücadeleler, emperyalist güçlerle, bölgesel sömürgeci güçler arasındaki mücadele ve yerel gericilikle mücadeleler vardır. Bu mücadele, her kesimin birbirleriyle taktik ilişkiler içerisine girerek ama kendi hedefleri doğrultusunda yol almasının imkânlarını sunmaktadır. Dolayısıyla herkes birbirinin güç ve imkânlarından yararlanarak kendi hedefleri doğrultusunda yol almaya çalışmaktadır. Çeşitli siyasi ve askeri pozisyonlar da buna zemin sunmaktadır.
ABD’NİN MECBUR KALDIĞI SEÇENEK
ABD, Ortadoğu krizinin başlangıcında Türkiye ve Suudi Arabistan üzerinden Suriye’de yaptığı siyasi ve askeri yatırımlar boşa çıktığı için birkaç seçenekle karşı karşıya kalmıştı. Birinci seçeneği Suriye’yi, dolayısıyla bölgeyi terk etmekti. Suriye’yi ve bölgeyi terk etmek, dünya hegemonyasından vazgeçmek anlamına gelecekti. ABD, bunu yapamazdı. İkinci seçenek Türkiye ve Suudi Arabistan üzerinden yürüttüğü ama iflas eden politikalarına daha fazla yatırım yapmaktı. Bu da farklı bir sonuç ortaya çıkarmazdı. Üçüncü seçenek ise, sahada başarısını kanıtlamış yeni bir güçle ilişki geliştirerek yoluna devam etmekti. Bu neredeyse ABD’nin mecbur kaldığı bir seçenekti.
ABD, Türkiye ve Suudi Arabistan ile yola devam ederek başarı kazanmış bu özgürlük gücüne karşı mücadele ederek önceki pratiğini tekrarlamak yerine, bu direnişin ortaya çıkardığı başarılara ‘ortak’ olarak yoluna devam etmeyi daha fazla kendi çıkarına gördü. Bu, kazanımları kendine mal etmeyi ön gören bir emperyalist kurnazlıktı. ABD, bunu çok iyi hesaplayarak Kobanê’de taktik bir ilişkiye girdi. O uluslararası koalisyonun bir yaklaşımı olarak, YPG güçlerinin oradaki direnişlerine destek verme temelinde bir süreç başlattı. Bu süreç daha çok bir taktik süreçtir. Rojava’da Kürtlerin geliştirmiş olduğu özgürlük mücadelesi daha çok özgürlüğü, eşitliği esas alan bir mücadeledir, sosyalist temelde gelişen bir mücadele ve direniştir. Halkların kardeşliği ve birliği temelinde gelişen bir çizgiyi ifade ediyor. Diğer tarafta ise emperyalizm, Ortadoğu’yu kendi hegemonyasına alma siyasetini yürütüyor. Bu iki çok farklı stratejik durum, ideolojik durum mevcut Ortadoğu zemininde sadece taktik bir ilişki temelinde Kobanê’de bir süreç içerisine girmişlerdir. Ondan sonrası da bu taktik ilişkinin devamı olarak değerlendirilebilir. Bu ilişki kendi içerisinde çok sancılı bir ilişkidir. Bir yanıyla özgürlük mücadelesi kendi alanını genişletip, demokratik çözümlerle özgür bir Ortadoğu’yu yaratmanın mücadelesini verirken diğeri Ortadoğu’da kendi hegemonyasını geliştirebilmenin, hâkim kılabilmenin ilişkisi içerisindedir. Bu, sadece birbirini destekleyen bir ilişki değil, kendi içinde de sürekli çatışma halinde olan bir ilişkidir.
Bu belki tarihte çok ender rastlanan hatta ilk kez rastlanan bir durum değil mi? Ezilen halk ve toplum güçleri ile hegemon emperyalist güçlerinin bazı noktalarda ortak çıkarlarının çakıştığı bir durum ve bunun getirdiği bir taktik ortaklık mı söz konusudur?
Ortadoğu zemininde belki bu ilktir. Dünyada bunun örnekleri yok değil. İnsanlık tarihinden beri yürütülen özgürlük mücadelelerin geçmişine baktığımız zaman çok örnek ortaya çıkarabiliriz. Bu kısa dönem içinde de örnekleri vardır. Özellikle 1. ve 2. dünya savaşları ve Sovyet devrimi dönemindeki durumlara baktığımız zaman bu tür örnekler çok fazladır. Mesela diyelim ki 2. Dünya Savaşı’nda faşizme karşı mücadelede, Sovyetler Birliği ile ABD’nin ittifak içerisinde faşizme karşı ortak mücadele yanları görüldü. Şimdi burada bunu değerlendirdiğimiz zaman Sovyetler Birliği’nin durumunu nereye koymamız gerecek? O zaman direkt olarak ABD ile girmiş olduğu ilişkiler ya da İngiltere öncülüğünde batıyla girmiş olduğu ilişkilere baktığımız zaman burada Sovyetler Birliği’nin emperyalizmle işbirliği içerisine girdiği gibi bir tespit mi yapmak durumunda kalacağız. Bu oldukça basit ve dogmatik bir yaklaşım olur. Buna benzer örnekler Ekim devriminde de vardır. Ekim devrimine baktığımız zaman birçok anlaşma var. Kapitalizmle, emperyalistlerle yapılan ekonomik anlaşmalar, siyasi anlaşmalar vardır. Ama bu anlaşmaların doğasına baktığımız zaman burada sosyalizmin bir inkarı yoktur. Yani Ekim devrimi sırasında Lenin’in çeşitli kapitalist ve emperyalist güçlerle geliştirdiği ilişkilerde sosyalizmin inkarını göremediğimiz gibi ikinci dünya savaşında da Sovyetler’deki sosyalizmin bir inkarını göremiyoruz. Burada daha çok Ekim devriminin kendisi için gerekli görmüş olduğu taktik ve stratejik ilişkilerin ve anlaşmaların bir gereği vardır. Yine ikinci dünya savaşında ise faşizme karşı yürütülen mücadele, anti-faşist cephenin oluşturulmasını zorunlu kılmıştır.
Bu ilişkiler ne kadar süreyi kapsar?
Dikkat edilirse ilişkiler, daha çok sorunların ortaya çıkışının süresiyle sınırlıdır. Yani stratejik bir ilişki konumunda değildir. Nasıl ki Ekim devrimi kendi devrimini geliştirirken birçok kapitalist güçle yaptığı anlaşmalar daha çok konjonktürel durumlarını ifade ediyorsa ve bu konjonktürel durum bittikten sonra bu anlaşma ve ilişkinin hiçbir anlamı ve değerinin kalmadığı gibi bir sonuç ortaya çıkıyorsa benzeri durum ikinci dünya savaşında da aynısıdır. İkinci dünya savaşı sırasında gerçekleşen ittifak, faşizmin çok yoğun saldırıları altındaki Sovyetler Birliğinin ana vatan savunmasıyla diğer anti-faşist güçlerin çıkarlarının çakışması sonucunda ortaya çıkmış bir anti-faşist duruştur. Ama bu faşizmin saldırısı olduğu sürece güncelliğini korudu. Faşizm yenilgiye uğradıktan sonra herkes kendi siyasi pozisyona döndü ve ideolojik-politik çizgisi temelinde yoluna devam etti.
SAHADA TEMEL ÜÇ ÇİZGİ VARDIR
Ortadoğu’da belki bunun çok fazla örnekleri yoktur. Ortadoğu’da ilk defa böyle bir şey gerçekleşiyor. Bu biraz özgün bir durumdur. Şu an da dünya genelinde yaşanan çatışma ve mücadele aslında 3. Dünya Savaşı’dır. Ortadoğu, 3. Dünya Savaşı’nın kendisini en fazla hissettirdiği coğrafyadır. Ortadoğu’da şimdiye kadar görmediğimiz birçok şeyi şimdi görebiliriz. Örneğin hem bölgesel statükocu devletler açısından hem uluslararası emperyalizmin açısından hem de devrimci sosyalist güçler açısından bu savaşta kendi çizgilerini güçlendirmenin çok karmaşık taktik ve stratejik ilişkilerine tanık olabiliriz.
Çünkü sahada yaşanan gerçeklik çok karmaşıktır. Sahada temel üç çizgi vardır. Biri uluslararası emperyalist çizgi ve onun güçleridir. Bunun temsilini ABD, Rusya ve AB devletleri yapıyor. İkinci çizgi bölgesel statükocu güçlerdir. Bunların temsilciliğini de Türkiye, İran ve Suudi Arabistan gibi güçler yapıyor. Üçüncü çizgiyse sosyalizm, demokrasi ve özgürlük çizgisidir. Bunun temsilciliğini de PKK öncülüğündeki sol ve sosyalist hareket ve toplumsal kesimler yapmaktadır. Bu üç çizgi ve güçleri hem bir birleriyle, hem de özellikle ilk iki çizgi kendi içerisinde çatışmalıdır. Dolayısıyla bu çizgiler, çelişki ve çıkarlarının önceliğine göre sürekli olarak değişik ilişki ve ittifaklar geliştirebiliyorlar. Herkes birbirleriyle hem çatışmalı hem de ilişki ve ittifaka açık vaziyette durmaktadır. Bizim 3. Dünya Savaşı tanımlamamız bu gerçeklere dayanıyor. Bu 3. Dünya Savaşı’nın tanımlamasıyla hareket ettiğimiz zaman burada birçok yeni stratejik, taktik ilişkiler ortaya çıkar. Ve birçok güç kendi stratejisine ulaşmak için sanki çelişkiymiş gibi görünen birçok taktik ilişki içine girerek yol almak zorundadır. Bu herkes için geçerlidir. Bu siyasetin doğasında var, diplomasinin doğasında var. Bunu beklemek gerekiyor. Onun için sadece görüntüde ortaya çıkmış bazı siyasi ve askeri durumlara bakarak nitelendirmelerde bulunmak çok yüzeysel ve dar bir yaklaşım olabilir.
BU PRATİK BİR SÜREÇTİR
Meseleye doğru yaklaşmak şu anlama geliyor; dünya kapitalist sisteminin içine girmiş olduğu derin ve yapısal bir kriz vardır. Bu kriz, dünya genelinde yaşanmaktadır ama kendisini en çok hissettirdiği yer Ortadoğu’dur. Ortadoğu zemininde yürüyen savaş siyasi olduğu kadar askeri olarak da bir çatışmalı hali yaşıyor. Yani burada sadece bir ideolojik ve siyasi yaklaşım yeterli değildir. Aynı zamanda örgütsel ve askeri olarak da pozisyon almak gerekiyor. Örgütsel ve askeri bir pozisyon almak demek var olan şeylere karşı sürekli mücadele etmek, değiştirmek, dönüştürmeyi içermek bunun yerine de yeniden bir yapılandırmayı geliştirmektir. Bu, pratik bir süreçtir. Bu pratik süreç doğru ele alınamaz ve kendi gelişim diyalektiğinin çok iyi bir uygulaması ortaya çıkarılamazsa, dogmatik yaklaşımla büyük bir tasfiyeye yol açabilir. Özgürlük çizgisinin kendisini hiç ifade edemediği bir duruma yol açabilir. O zaman sahayı çok yerinde görmek, tanımak gerekiyor. Neye karşı ne zaman ne yapmak gerektiğine çok iyi karar vermek gerekir. Ele geçirilen bir kazanım ve mevziinin de nasıl korunacağı ve sosyalizmin tesis ve inşa edilmesinde nasıl kullanılacağı çok iyi değerlendirmelidir. Eğer böyle bakmazsak biz ne burada özgürlük çizgisini anlayabiliriz ne bölgesel statükocu güçlerin durumunu çok iyi anlayabiliriz ne de uluslararası emperyalizmin durumunu çok iyi anlayabiliriz. Hepsini birbirine karıştırarak ama içine de girmeden, dışında da kalarak sadece teorik yaklaşımlarla büyük bir özgürlükçüymüşüz gibi bir görüntü versek de gerçekte buradaki halkın yürüttüğü mücadele ve direnişe en büyük haksızlığı yapmış oluruz.
Bu ilişkiler taktik ilişkilerdir, bu anlaşılırdır. Şimdi genelde Kuzey Suriye Federasyonu ve Rojava güçlerinin hem ABD ile bir ilişkisi var hem Rusya ile. Bunlar devasa emperyalist güçler olduğu biliniyor. Hem bunlarla siyasi, askeri, ekonomik ilişkiler içerisine girip hem de sosyalist kimliği korumak gerçekten mümkün müdür?
Bizim yürüttüğümüz mücadele, tarihsel olarak özgürlük mücadelelerinin bütün birikimlerini göz önünde bulundurarak yürütülen bir özgürlük mücadelesi ve direnişidir. İkincisi reel sosyalizmin bakış açısıyla bizi anlamak mümkün değildir. Yani reel sosyalizmin o dünyayı kutuplara ayırarak kendini bir kutupta ifade edip cepheleşme biçimiyle bir özgürlük mücadelesinin verilemeyeceğini reel sosyalizmin pratiğinden biz çok iyi biliyoruz. Ne dünyanın hali öyledir ne de dünya kapitalist sistemi içerisinde kendini soyutlayıp marjinalleştirerek özgürlük mücadelesi vermek mümkündür. Bir bütünlük içerisinde meseleye yaklaşmak gerekiyor. Bu konuda kapitalist bir dünya sisteminin içerisinde yaşıyoruz. Dünya kapitalist sisteminin içerisinde kapitalizme karşı mücadele, emperyalizme ve sömürgeciliğe karşı mücadele içerisinde bir özgürlük alanı açmak istiyoruz. Şimdi bizim, var olan bir özgürlük alanında mevzilenerek yeni bir özgürlük alanı açma imkânımız yoktur. Biz esir alınmış, köleleştirilmiş bir dünyada bir özgürlük alanı açmak istiyoruz. Bu açmak istediğimiz özgürlük alanları da başkalarının elinde, başkalarının hakimiyetinde olan alanlardır.
Ancak alanda bulunan çeşitli siyasi ve sosyal kesimlerin birbirleriyle çok ciddi çelişkileri bulunmaktadır. Biz ancak sosyalist ideal adına bütün bu çelişki ve çatışmalardan yararlanarak yol alabiliriz. Kutuplaşma yaratmak veya kutuplaşmalarda yer almak, sosyalist güçlerin yararına değildir. Eğer reel sosyalist bir kutuplaşma anlayışıyla meselelere yaklaşırsak, tüm emperyalist ve sömürgeci güçleri bir anda karşımıza almak durumunda kalırız. Oysa gerçekte emperyalist ve sömürgeci güçler yekpare değildirler. Aralarında birçok çelişki ve çatışma vardır. Bu çelişki ve çatışmaların oluşturduğu çatlaklardan yararlanarak sosyalist ideal adına güç ve mevzi derlememek, sosyalist ideoloji açısından büyük bir kayıp olur. Eğer meseleye sadece sosyalist olanlarla, kapitalist ve emperyalist olanlar ayırımıyla bakarsak, sahada bizim dost diyebileceğimiz çok az kimse kalır. Sadece dostlardan derlenenlerle bu devasa mücadelede yol almak çok zordur. İmkân varken kapitalist-emperyalist sistemden aldıklarımız sosyalist hareketi güçlendirir, onları ise zayıflatır. O zaman bizim gerçekten de kendi ideolojik, politik yaklaşımlarımızın, çizgimizin gerekli kıldığı temelde doğru bir örgütlenme ve doğru bir mücadeleyle sürekli özgürlük alanları açarak yol almamız gerekiyor. Çünkü önümüzde bu alanlara hükmeden, kapitalizmle bağlantılı hegemonik güçler var ve bizim, bu alanlarda kendimize yol açmamız gerekiyor.
ÖZGÜRLÜK ÇİZGİSİ ORTADOĞU’DA BÜYÜK BİR ETKİ YARATTI
Ortadoğu gerçeğine baktığımız zaman, Ortadoğu gerçeğinde şu alan özgürlük alanıdır diyebileceğimiz, şu kesim özgürlük kesimidir diyebileceğimiz bir alan ve kesim yoktur aslında. Her taraf kaybedilmiştir, tarih boyunca kaybedilmiştir. Toplum anlayış bazında, zihniyet bazında mevcut kapitalist dünya sistemi içerisinde eritilmiştir. Ülkeler ve coğrafyalar daha çok sömürgeci, emperyalist hegemonya tarafından istila edilmiştir. Devlet egemenliği adı altında toplum özgürlüğüne kapatılmıştır. Kürtler böyle bir durumda özgürlük mücadelesi geliştiriyor. Özellikle dört sömürgeci devletin ve emperyalizmin inkar ettiği bir toplumun gerçeği içerisinde bir özgürlük sahası yaratmak istiyoruz. Onun için son derece ince yaklaşım ve hesaplarla yol almak zorundayız. Kaba bir biçimde şu emperyalisttir, şu sömürgeci ve kapitalisttir diyerek herkesi karşımıza almak, zaten başında yenilgiyi kabul etmek anlamına gelmektedir.
Özgürlük mücadelesinin tasfiyesini göze almak demektir. O zaman yapılması gereken nedir? Bu alanların askeri, siyasi, toplumsal gerçekliğini çok iyi görerek, bu gerçeklik içerisinde kendini sıfırdan var etmeyi bilebilmektir. Şimdi böyle hareket ettiğin zaman birçok güçle yüz yüze gelmek, karşı karşıya gelmek, iç içe olmak, taktik ilişkiler içerisine girmek, askeri ve siyasi ilişkiler içerisine girmek kaçınılmaz bir durum olur. Ama burada önemli olan sürekli olarak kendi ideolojik politik ve özgürlük çizginden vazgeçmemek, tüm ilişkilerinin bu hedeflere hizmet etmesini gözetmektir. O zaman Ortadoğu’da özgürlük mücadelesi veren herkes, bu gerçeği göz önüne getirerek kendisini bu gerçeklik içerisinde ifade etmeye mecburdur.
Şimdi bizim de geliştirdiğimiz bir özgürlük mücadelesi var. Geliştirdiğimiz özgürlük mücadelesinin tarihçesine baktığınız zaman insanı dehşete düşürecek kadar zorluk ve zenginlikler görürsünüz. Tam kırk yıldır dünya kapitalist ve emperyalist sistemi, PKK hareketinin geliştirmiş olduğu sosyalizm ve özgürlük mücadelesine karşı bir birlik içerisine girdiler. Herkes daha çok sömürgeci güçleri desteklemek şeklinde mümkün olduğu kadar bir özgürlük hareketinin ortaya çıkmasını engellemek, filizlenmesine müsaade etmemek için büyük destekler verdiler, büyük yatırımlar yaptılar. Böyle bir hareketin ortaya çıkmasını engellemek istediler. Buna rağmen kırk yıl süren ve sadece halka dayalı bir direnişle buna karşı büyük bir mücadele geliştirildi. Bu mücadele Kürt toplumuna mal edildi. Kürt toplumuna mal edilmiş bir özgürlük çizgisi Ortadoğu’da büyük bir etki yarattı ve konjonktürüne de kendisini taşımayı bildi. Bütün dünyanın yok etmek istediği bir hareketin, kendisini gerilla temelinde, demokratik siyaset temelinde ve halkın örgütlülüğü temelinde ifade etmesi büyük sonuçlar ortaya çıkarmıştır.
EMPERYALİST GÜÇLERİN İFLAS ETTİĞİ BİR ORTADOĞU ORTAYA ÇIKTI
Yine bu direniş, kendisine değişik açılardan özgürlükçüyüm ya da sistem karşıtıyım diyen birçok hareketten de aktif destek almadan kendisini yaşatmayı bildi. Birçok kesim kırk yıllık bu mücadeleye kaygıyla baktı ve bunu desteklemenin yaklaşımı içerisinde de olmadı. Bugün bu kırk yıllık mücadelenin yaratmış olduğu sonuçların etkisiyle de Ortadoğu’da çıkan bir kaos vardır. Bu kaos Ortadoğu’yu alt-üst etti. Yani büyük güçlerin, uluslararası güçlerin, emperyalist güçlerin iflas ettiği bir Ortadoğu bölgesi ortaya çıktı. Herkesin kapitalizmi çok güçlü sandığı, emperyalizmi çok güçlü sandığı, İsrail’i çok güçlü sandığı bir Ortadoğu’da bunların ne kadar güçsüz bir duruma düştükleri ortaya çıktı. Ortadoğu kaosu adeta hepsini yuttu, görünmez hale getirdi. Yine bunlarla ilişki içerisinde olan bölgesel güçler, devletlerin hegemonyaları da statükocu yapıları da çöktü, alt-üst oldu. Peki, bu nereden geliyor? Hiç kuşkusuz bunu istemin kendi kriziyle ifade edebilirsiniz, tarihsel çelişkilerle de bunu ifade edebilirsiniz ama hepsi bu kadar değil.
Sistem krizi ve tarihsel çelişkiler ancak belli bir mücadeleyle, müdahaleyle tetiklenerek kaosa dönüştürülebilir. O zaman PKK’nin kırk yıldır vermiş olduğu özgürlük mücadelesi, Ortadoğu kaosunun ortaya çıkmasında, sistemin çökmesinde büyük pay sahibidir. Şimdi bu yeni süreçte herkes adeta kendisini Ortadoğu’da yeniden var etmenin sürecine girdi. Bu çok önemlidir, bunu görmek gerekiyor. Kapitalist modernitenin krizinin merkezi şu an da Ortadoğu’dadır. Ya Ortadoğu’da kapitalizm kendisini yeniden var ederek yüz yıl ya da bin yıl ömrünü uzatmanın şansını elde edecek ya da Ortadoğu kaosu özgürlüğün ortaya çıktığı bir alan olarak kapitalist modernite düzeni içerisinde yeni bir gedik açacaktır. Bütün dünya güçlerinin bugün Ortadoğu’da olmasının ve savaşmasının asıl nedeni budur. Meseleyi sadece petrol savaşlarıyla izah etmek çok sığ bir yaklaşım olur.
Dünya kapitalist sistemi bunalımının 3. Dünya Savaşı’na dönüştüğü zemindir burası. Bu zeminde herkes var. Buradaki mücadele ideolojiktir, politiktir ve sistemseldir. Küresel emperyalizm buradaki mücadele neticesinde post modern bir dünya hegemonyası ve sistemi geliştirmek istiyor. Bölgesel statükocu devletler, 20. yüzyıl sisteminin kendilerine sağladığı imkan ve avantajları muhafaza etmeye çalışıyor. Ezilen halk ve toplumsal kesimler de bu kaostan kendi özgürlük ve eşitliklerini üretme çabasındadırlar. Şimdi Rojava’da ortaya çıkan aslında budur.
Peki, bu ilişkiye girerken neye güveniyorlar? Amerika, Rusya ve Avrupa devletlerinin emperyalizmine rağmen kuzey Suriye’de ya da Ortadoğu’da sosyalist bir yaşamı inşa etmek mümkün müdür?
Krizin daha önceki Ortadoğu turuna baktığımız zaman, bu tur içerisinde bir özgürlükçü çizgi yoktur. Tunus’ta yoktur, Libya’da, Mısır’da, körfez ülkelerinde bu yoktur. Daha çok bu kaos kimin elinde dönüyordu? Esas olarak kapitalist modernitenin kendini yeniden tesis etmenin mücadelesi olarak emperyalist ve sömürgeci güçlerin çatışması biçiminde seyrediyordu. Özgürlüğü ifade edebilecek bir çizgi ve örgütlülük yoktu. Halkın özgürlük arayışları örgütsüz olduğu için, mücadele ve çabaları sürekli olarak bunların potasında eritildi. Ama ne zaman kriz gelip Rojava’ya dayandıysa, burada özgürlük çizgisi temelinde yeni bir durum ortaya çıktı. İşte PYD’nin, YPG’nin şahsında ortaya çıkan böyle bir durumdur. İlk defa Ortadoğu’da kapitalist moderniteye karşı ciddi bir demokratik, özgürlükçü, sosyalist çizgi ortaya çıktı. Onun için başından itibaren herkes birleşerek bunu boğmak istediler. Ama bunu başaramadıkları için bu çizgi Ortadoğu ve dünyaya mal oldu. Bu durumda tasfiye edemedikleriyle ilişkilenmek zorunda kaldılar. Bu pozisyon da ne yapmak lazım? Elbette burada özgürlük mücadelesini verenlerin her şeyden önce kendilerine güvenmesi gerekiyor. Eğer ideolojilerine, sosyalizme, özgürlüğe ve toplumun eşitliğine ihtiyaç ve inançları varsa bu durumda hiç kimseyle ilişkilenmekten çekinmemeleri gerekiyor.
Şimdi bu sizin sorduğunuz soru adeta Ortadoğu’nun bir kaderi gibidir. Eğer burada birileri özgürlük mücadelesi veriyorsa ve birileri de kendi çıkarlarını hâkim kılmanın siyasetini güdüyorsa o zaman bu güçlerin sürekli ilişkili ve çelişkili bir süreci, bir durumu yaşamaları zorunludur. Bu bazen uzlaşı ve ittifak, bazen de çatışmak biçiminde olabilir. Mesela ABD, başında hiç ilgi göstermediği Kürtlerle sonra YPG şahsında taktik ilişkiye girmek zorunda kaldı.
Ama girdiği taktik ilişkiyle onu kendi sosyalist kimliğinden koparıp kapitalist emperyalist sisteme entegre etmek için elinden gelen bütün çabaları sarf ediyor. Bu onun açısından ilişkilenmenin hedefidir. Ama Kürtlerin ve Özgürlük çizgisinin de bu ilişkide bir nedeni ve hedefi vardır. Kimin kimin atına binerek yol aldığı önemlidir. Yine her iki tarafın bu ilişkilerde elde ettikleri sonuçların taraflar açısından stratejik ve taktik değeri de önemlidir. Rojava Kürtleri ve Kuzey Suriye federasyonu güçlerinin burada bir mevzi kazanmaları, bütün sosyalist ve sistem karşıtı güçler açısından kazanılmış stratejik bir mevzidir. Ama ABD’nin Suriye’de varlık göstermesinin emperyalist sistem açısından sadece niceliksel bir değeri vardır. Onun için bu taktik ilişkilere girmek önemlidir. Hiç kuşkusuz bu ilişkiler sürekli çatışmalı bir hal içerisinde olacaktır. Oradaki hareket kendine güveniyor ve bu konuda sonuç da alıyor.
ROJAVA DEDİĞİMİZ KÜÇÜK BİR TOPRAK PARÇASI ÜZERİNDE BİR ÖZGÜRLÜK ALANI AÇILDI
Şimdi orada ABD’nin temsil ettiği bir koalisyon gücü var. Arkasında kapitalizmin bütün güçleri var. Bu sistemin değişik bir cephesi olan Rusya güçleri var ve bunun arkasında da birçok güç vardır. Bir tarafına NATO’yu, bir tarafına Avrasya’yı aldığın zaman Rusya ve Amerika’nın şahsında bütün dünyanın hegemon ve emperyalist güçlerinin, kapitalist güçlerinin kendisini ifade ettiği bir merkezi temsil düzeyi vardır. Ama aynı zamanda bunların bölge devletleriyle de ilişkileri ve çelişkileri vardır. Ve bölge devletleri de bu iki uç arasında hem ilişki hem çelişki durumlarını yaşıyorlar. Bunlar bir yanıyla kapitalist, emperyalist dünya sistemini burada hakim kılmaya çalışırken diğer tarafta kendi aralarında kendi hegemonyasını mutlak bir hegemonyaya dönüştürmenin çelişki ve çatışması içerisindedirler.
Böyle bir durumda bizim Rojava dediğimiz küçük bir toprak parçası üzerinde bir özgürlük alanı açılmıştır. Demokratik komünal alan açılmıştır. Ortadoğu’da ilk defa özgürlük alanından söz ediyoruz. Yani bir toprak parçası üzerinde, kendisini toplumsal, siyasi, ekonomik olarak ifade etme gücünü kısmen ortaya çıkarmış bir güç var. Bu güç, söz konusu toplumun bütün maddi ve manevi moral gücünü de arkasına alarak savaşını sürdürüyor. Aynı zamanda, dünya kapitalist sisteminin bütün gücüne karşı, ideolojik, politik ve ekonomik bir direniş içerisinde kendisini var etmek istiyor. Bu özgürlük alanı özgürlükçüler için ne anlam ifade ediyor bunun üzerinde düşünmek lazım. Şimdi bu alanın tümünü tasfiye etmek isteyen emperyalist, kapitalist bir yaklaşım var. Bunun yaratmış olduğu ağırlık var.
Diğer yanda bu alana dayalı mücadele ederek alanı daha da genişletmenin özgürlükçü mücadele çizgisi var. Buradaki çelişki ve çatışmayı çok iyi anlamak lazım. Bu çelişkiyi, çatışmayı anlamadan meseleyi anlayamayız. O zaman YPG’nin Rusya ve Amerika ile girmiş olduğu ilişkilerin çok iyi değerlendirilmesi lazım. Bu ilişkilerin günlük olarak yürütülmesi biçimine baktığımız zaman bile sorunu her zaman anlamak mümkündür.
Güçlerin stratejik yaklaşımlarından bahsettiğiniz. Rusya’nın nasıl bir stratejik yaklaşımı var?
Rusya’nın stratejik yaklaşımında, daha çok bir bölgesel güç olarak oraya girmek istediğini görüyoruz. Arkasına almış olduğu güçler kimlerdir? İran, Türkiye, Irak ve Suriye’dir. Rusya, buradan hareketle Ortadoğu’da diğer devletleri de bir biçimiyle etkileyerek bir güç oluşturmak istiyor. Burada temel stratejik hedefi nedir? Daha çok Suriye rejimine bir ulus devlet karakteri kazandırarak yeniden hegemonik bir güç haline getirmektir. Burada demokrasiyi çağrıştıracak, eşitliği özgürlüğü çağrıştırabilecek, gerçekten de sorunları demokratik bir temelde çözmeyi çağrıştıracak bir yaklaşım göremiyoruz.
Bu yaklaşımını yaparken elbette ki bütün bu ittifak ettiği güçlerle günlük çelişkiler içerisinde bir konsept oluşturuyor. Bu konsepti oluştururken daha çok Kürtlerin öncülüğünü yapmış olduğu özgürlük alanını da mevcut rejime, ulus devlete entegre etmek için siyaset yapıyor. Askeri, siyasi ve diplomatik gücünü bu temelde kullanıyor. Ama diğer taraftan özgürlük mücadelesi verenler de bu gücün durumunu değerlendirerek bunun çatlaklarından yol almak istiyor. Onun için çok sancılıdır. Rusya, bir taraftan Türklerle, bir taraftan İranlılarla, bir taraftan rejim güçleriyle ilişki içerisinde oradaki özgürlük mücadelesini teslim almak, rejime entegre etmek istiyor. Ama özgürlük Hareketi de bütün bunlara rağmen, bunların ilişkilerinin çatlaklarını kullanarak siyasi, askeri, ekonomik ve diplomatik olarak yol almaya çalışıyor.
Peki, Rusya’nın stratejik yaklaşımından bahsetmişken Amerika’yı da sorma gereği duyuyorum. Amerika’nın nasıl bir stratejik yaklaşımı var?
Benzeri bir durum Amerika için de geçerlidir. Amerika PYD’nin özürlük çizgisinden çok memnun mudur? Orada kantonal biçimde bir durumun ortaya çıkması, devlet yerine özyönetim siteminin esas alınması ve sosyal anlamda eşitlikçi özgürlükçü bir toplumun yaratılması yönündeki çabalardan Amerika’nın çok memnun olduğunu düşünmüyorum. Amerika bunu konjonktürel bir durum olarak görmezlikten geliyor ve taktik ilişkilerle askeri başarı kazanmak istiyor. Ama bunun karşısında daha çok devletlerle geliştirmiş olduğu ilişkilerini stratejik bir temelde ve ileriye yönelik olarak inşa ediyor. O zaman, yürürlükteki taktik ilişkinin anti-emperyalist karakterini görmeden, sadece görünene bakarak ona karşıt bir pozisyon içerisine girmek adeta mevcut hegemonik iktidarın sitemin ekmeğine yağ sürmektir. Taktik, siyasi, askeri ilişkilerin dışında da başka bir ilişki de yoktur. Şimdi emperyalizmin kendisine temel aldığı tekellere dayalı ekonomik bir sistem Rojava da yürürlükte değildir.
Tekeller kendisini ifade edemiyor. Rojava da inşa edilen özünde, siyasal ve ekonomik olarak özgürlükçü ve eşitlikçi bir demokratik sistemdir. Bunu oluşturulan federal anayasada rahatlıkla görebiliriz. Toplumsal olarak örgütlendirilen nedir? Demokratik toplum ve demokratik siyasettir. Ekonomik anlamda ise komünal bir toplum yaratılmak isteniyor. Bunun için de anti sömürü ve anti tekel yasalar yapılıyor. Şimdi burada Rusya ile Amerika ya da daha değişik kapitalist emperyalist güçlerle taktik ya da stratejik ittifak değil, tam tersine farklı bir dünya dayatılıyor onlara. Farklı bir dünyanın mümkün olduğu onlara gösterilmeye çalışılıyor. Bunu kabul etmeyen kapitalist sistem ise, bu özgürlükçü alternatifi daha doğmadan yok etmek için bunu ulus devlete entegre etmek istiyor. Milliyetçiliğe ve ulus devlete mahkum etmek istiyor.
Rusya ve Amerika’nın arkalarındaki cephelerle birlikte çok muazzam askeri, politik güçleri vardır. Bunların, sizin güçlerinize göre çok büyük bir üstünlükleri ve asimetrik güç durumu ortaya çıkarıyor. Bunun karşısında sizin her iki cepheye karşı üstünlük alanlarınız nelerdir? İdeolojik, politik ve toplumsal olarak böyle bir üstünlük alanınız var mı?
Elbette ki bizim üstünlük alanlarımız var. Birçok noktada yaratılan gelişmeler üstünlük sayabileceğimiz alanların varlığını kanıtlıyor. Şimdi bir sefer Ortadoğu tarihsel olarak da uygarlıkların ortaya çıktığı yerdir. Uygarlık derken daha çok sınıflı devletli toplumun oluşumundan, kapitalist sisteme kadar olan süreci kast ediyorum. Bu süreç içerisinde gerçekten de toplum adına, özgürlük adına, insanlık adına, eşitlik adına ne kadar insani değerler varsa hepsinin şu veya bu biçimde tasfiye edildiği, yozlaştırıldığı bir tarihsel durumdan söz ediyoruz. Bu anlamıyla toplum büyük bir çaresizlik ve umutsuzluk içerisindedir.
Zaten mevcut kaos bunun bir ürünüdür. Toplumun büyük bir özgürlük arayışı vardır. Bizim için en büyük üstünlük alanı, toplumun bu özgürlük arayışının alanıdır. Çok genel anlamda, toplumun bu özgürlük arayışına cevap oluşturabilecek sosyalist ideolojimiz, emperyalizm ve sömürgeciliğe karşı bize üstünlük sağlıyor. Ortadoğu somutunda ise, çok yoğun etnik, dini, mezhebi, sınıfsal ve cinsiyetçiliğe dayalı sorunlar vardır. Uygarlık sistemi ve onun en son temsilcisi olan kapitalist sistem bu sorunların yaratıcısıdır.
Biz buna karşı, Ortadoğu halklarının tarihine ve kültürüne uygun demokratik çözüm modelleri öneriyoruz. Aslında sosyalist düşünceyi, bu halkların tarihinde ve kültürel yaşam gerçeğinde var olan benzer deneyimlerle bağdaştırıyoruz. Bu da bizim düşüncelerimizi çekici kılıyor. Ayrıca hareket olarak ortada kırk yıllık bir geçmişimiz var. Bu, sadece eşitlik, özgürlük, adalet ve halkların kardeşliğine adanmış bir geçmiştir. Onun için bütün toplum kesimleri Ortadoğu halklarının belleğinde yeri olan peygambersel geleneklere benzeyen bu adanmışlar hareketine güvenmektedirler. Biz bu geleneği bugün sosyalizmle ifade ediyoruz. O zaman doğru bir ideolojik-politik ve örgütsel yaklaşım gösterilmesi durumunda Ortadoğu’da büyük bir güç haline getirmek her zaman mümkündür. Bunun doğru olduğunu biz Ortadoğu’da kanıtladık. Daha önce, tarih boyunca da birçok özgürlükçü kesim bunu kanıtladı. Biz bunu öncelikle Kürdistan’da, Kürdistan’ın dört parçasında ortaya çıkmasını sağladık.
Ama ardından da Rojava’da, bu çok daha ileri bir düzeyde bir durum olarak ortaya çıktı. Bu bizim için önemli bir dayanaktır. Burada doğru yaklaşılması halinde sonucun alınacağı da ortaya çıktı. İkinci ve en önemli üstünlük alanımız ise, bizzat toplumun, toplumların mücadele sahasına inmesidir. Şimdiye kadar Ortadoğu’da toplumların bu tür savaşlara kendi hesaplarına katılmaları sınırlıydı. Toplumlar, daha çok egemen güçler arasındaki savaşın kaybedenleri ve ezilenleri konumundaydı. Oysa şimdi özellikle Kuzey Suriye Federasyonu’nda, orada yaşayan bütün toplumsal kesimler aktif bir biçimde siyasi-askeri ve örgütsel çalışmaların içerisindedir. Dolayısıyla sömürgeci ve emperyalist güçlerin, toplumu, topluma karşı savaştırma, kullanma imkanları son derece azalmıştır. Toplumun direkt olarak böyle bir şeyin içerisinde kendi varlığını ifade etmesi ise yeni bir odağın ortaya çıkmasına, yeni bir alanın ortaya çıkmasına tekabül ediyor. Bu ise bizim en büyük üstünlüğümüzdür.
OKYANUSUN İÇERİSİNDE BİR ADA OLMAK
Mesela, Kuzey Suriye Federasyonu, Cizre kantonu ya da herhangi bir kantondan söz edebiliyoruz. Söz ile söylenirken bunun ne kadar önemli olduğunu yeterince idrak edemeyebiliriz. Ama federasyon, ya da kanton olmak öyle basit bir durum değildir. Bu ne demektir? Bu okyanusun içerisinde bir ada kurmak, bir ada olmak demektir. Yani düşmanı çok iyi tasavvur etmeyen düşman karşısında özgürlüğü tasavvur etmeyenin bunu anlaması mümkün değildir. İliklerine kadar özgürlüğü yaşamayanın bunu anlaması mümkün değildir. Onun için çok yüzeysel ideolojik yaklaşımlarla, çok yüzeysel politik değerlendirmelerle mevcut durumu anlamaya kalkışmak demagojiden başka bir şey değildir.
O zaman burada Rojava’da ortaya çıkan nedir? Rojava’da sadece bir kantonda ortaya çıkan nedir? Kobanê’de, Efrîn’de ortaya çıkan nedir? Ve bunların bir bütünü olarak, federatif Suriye ne anlama geliyor? Bunları düşündüğümüz zaman demek ki burada sadece bir halkın özgürlük arayışlarına cevap olmak, bir alan olmakla sınırlı kalınmamış, tam tersine özgürlüğü artık yaşanır hale getirmenin alanları da açığa çıkarılmıştır. Özgürlük alanları, küçük küçük adacıklar şeklinde ortaya çıkmaya başlıyor. Ve bu adacıklar kendisini bir araya getirerek, federasyonlaşarak marjinalleşmekten kurtarmaya, uluslararası devrimci hareketle de bütünleştirerek evrenselleşmeye kavuşmaya çalışıyor.
Kapitalizmin kendi yapısal krizinin artık çözümsüz bir noktada olması, yine sistem içerisinde olan hegemonik oluşumların yaşamış oldukları çelişki ve kaosların da bu mücadelede devrimci güçlere büyük bir üstünlük alanı sağladığını çok iyi görmek gerekiyor. O zaman halkın özgürlük arayışı, insanlığın yeniden insanlık kimliğine kavuşmasının özlemi ve bu özlemin Ortadoğu ve Rojava’da ortaya çıkardığı somut sonuçlar, özgürlük mücadelesinin gelişmesi için gereğinden fazla imkanlar sunuyor.
1.Bölüm sonu
Kaynak: ANF Türkçe
 

Son Haberler

ÇOK OKUNANLAR

ÖZGÜR BİR DÜNYA İÇİN!

KALDIRAÇ DERGİSİ'NİN EYLÜL SAYISI ÇIKTIspot_img

ARTIK TELEGRAM'DAYIZ!

spot_img

DÜNYAYI İSTİYORUZ!

İŞÇİ GAZETESİ'NİN 218. SAYISI ÇIKTI!spot_img

Bizi takip edebilirsiniz

369BeğenenlerBeğen
851TakipçilerTakip Et
14,108TakipçilerTakip Et
1,920AboneAbone Ol