Oyuncu Ahmet Mümtaz Taylan, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) ile Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu’nun (BTK) hazırladığı ve 1 Ağustos’ta yürürlüğe giren “Radyo, Televizyon ve İsteğe Bağlı Yayınların İnternet Ortamından Sunumu Hakkında Yönetmelik”i değerlendirdi.

Oyuncu Ahmet Mümtaz Taylan, internet yayıncılığından televizyon sansürüne ve televizyondaki işlerin niteliğine kadar pek çok başlıkta açıklamada bulundu. Taylan, yönetmelik değişikliğiyle RTÜK’e verilen yetkide hedefin internet yayıncılığı ve haberciliği olduğu görüşünde. “Bu dijital platformlar da gözden kaçtı ya da topyekûn halledelim dediler” diyen Taylan, “Sansür siyasetin bozulmaya yatkın yanının öznesidir. Dönemsel olarak el ve eşkal değiştirir. Bir kişinin ya da belli bir zümrenin kendi menfaatleri doğrultusunda bir hayat yaşıyoruz, televizyon da buna göre dizayn ediliyor” ifadesini kullandı.

Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) ile Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumunun (BTK) eliyle hazırlanan “Radyo, Televizyon ve İsteğe Bağlı Yayınların İnternet Ortamından Sunumu Hakkında Yönetmelik” 1 Ağustos’ta Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi.

Meltem Akyol’un sorularını yanıtlayan Taylan’ın, Evrensel’de yer alan söyleşisi şöyle:

Artık dijital platformlara, bütün televizyonlara ve radyolara uygulanan ilkeler uygulanacak. Buradaki meramın ne olduğunu düşünüyorsunuz, dijital platformları denetlemek mi?

Ben dijital platformları kontrol altına almak niyetiyle yaptıklarını düşünmüyorum. Esasen internet yayıncılığı ve gazeteciliğini zapturapta almak için yaptıkları bir şey, o sırada herhalde bu dijital platformlar da araya gitti, ya da topyekün halledelim dediler, torba yasalar gibi.

Ne kamuoyuna ne meslek örgütlerine ne de üniversitelere fikri sorulmadı, biliyorsunuz o usuller terk edildi, kamuyla paylaşma, bilgilendirme, birlikte düşünme, tepkisini almak yerine önce ortaya bir laf atıp, basın yoluyla veya grup toplantılarında yüzlek bir yoklama yapıp, o tansiyona göre bir reçete yazıyorlar. O reçetede hiçbir zaman toplumun beklentisine uygun olmayabiliyor. Bu da o karakuşi uygulamalardan biri.

“Ahlaki gelişim” ve “ebeveyn kontrolü” gibi vurgular var RTÜK açıklamasında. Bir de bu yönetmelik tam da hükümete yakın kimi yazar veya basın organları tarafından Netflix’in “ahlaksızlıkla” suçlandığı bir dönemde yayımlandı.

Otoritenin baskıyı meşrulaştırmak üzere bahanelere ihtiyacı vardır, o bahanelerin en kullanışlıları genel geçer ahlaktan, gelenek görenekten dem vurmak oluyor. Yuvarlak laf ve kriterlerle hall-i hamur ediyorlar dayatmayı. Her zaman olduğu gibi.

İŞİN BİTMEDİĞİNİ GÖRDÜLER  

Burada tartışma dizilerin sansürlenmesi üzerinden yapılıyor ama siz de ifade ettiniz bir de bağımsız, eleştirel habercilik ve yayıncılık yönü var…

Evet, toplumu zapturapt altında tutma gayreti. Esasen Netflix’i hedef aldıklarını zannetmiyorum ama hedefin yanında Netflix ya da benzer dijital platformlar da nasibini almış gibi. Onlar büyük sermaye sahipleri oldukları için, nasıl kimi sinemacıların deyimiyle ‘mısır-gazoz yasası’ çıkarıldıysa, bunların durumu da gözden geçirilir daha sonra. İşte biri mahkemeye başvurur, yürütmeyi durdurma kararı alınır falan filan. Sermaye gemisini yüzdürür yani.

Esas mesele habercilik. Ana akımı kontrol altına almakla işlerin hallolmayacağı anlaşıldı. Sosyal medya var, elinde telefonu olan herkes, her vatandaş bir muhabire dönüştü. İsteyen her birey kendi Podcastini, Youtube vs. kanalını falan açabiliyor. Bu gelişmeler de taş olup otoritenin ayağına değiyor. Amaç onlarla bu fasılla baş etmeye çalışmak. Ancak bu internet üstünden yapılan işlerle ilgili racon kesmek afaki olmuyor mu? Çünkü karşısına sadece toplumu almıyorsunuz, muazzam gelişmiş teknolojileri de alıyorsunuz. VPN ile falan, orada bir şey olmaz. Neticede platformlar sorunlarını çözerler. Kaldı ki Türkiye gibi bir ülkede ticari faaliyet yürüten her sermaye sahibi, evrensel veya yerel kültürel hassasiyetlere aykırı bir ürün arz etmemeye özen gösterir. Biz bir süre daha öpüşmesiz, koklaşmasız fakat silahlı külahlı tecavüzlü dizi seyredebiliriz, ama haber de alamayız, bu üzücü tabii. Türkiye’de basın sansürlüdür.

Silah var şiddet var, ama öpüşme yok eleştirileri de yapılıyor, burada nasıl bir kriter olur, olacak?

Hayatta ne oluyorsa dramada o vardır. Dramanın işi hayatı anlatmaktır. Kötünün kötülüğünü, iyinin iyiliğini göstermek, çelişkileri aşikar etmek, ironiden yardım almaktır; dramanın yaptığı budur. Ama bunun gösterimi ve şartları ayrı epeyce teknik bir mevzuu. Zaten toplumsal ahlaka mugayir bir şey yapmak hemen hiçbir kanalın, yapım şirketinin, senaristin işine gelmez. Bizim işimiz anlatıcılık. İlhamımızın kaynağıyla muhatabımız aynıdır. Toplum.

“SANSÜR SİNEK GİBİDİR”  

Bunun kriteri nedir peki? Ya da bir kriteri var mıdır?

Dünyanın her yerinde geçerli genel geçer ahlaki toplumsal kurallar, hassasiyetler var, kırmızı çizgiler var. Bu zaten bu işin üretenleri tarafından bilinir. Aykırılık kolay alkış almaz değil mi? Dolayısıyla genelde herkes bu kurallara riayet eder. Burada anlamaya çalıştığımız ekstra baskı ve kontrol başka bir anlama geliyor. Bunun evrensel kurallarla veya toplumun ahlaki değerleriyle falan bir ilgisi yok, Türkiye’de hukuk kişiselleşti. Kamusal bir şey değil yani, kişisel artık. Bir kişinin ya da belli bir zümrenin kendi doğrusu, menfaati yahut öngörüsü  doğrultusunda bir hayat sürüyoruz. TV de buna göre dizayn ediliyor. Yani birinin, bir tarafın, bir grubun toplumu tornaya sokmak için ya da tabanını konsolide etmek için poz yapmasıdır, başka bir şey değil.

Sansür işgaldir ama geçicidir. İşgalci, işgal ettiği coğrafyada ilelebet kalamaz sonunda dönüp gider, kim orada başını o taşa koyuyorsa, orası onundur ve onlara kalır. Geçmişte de vardı, ’60’lı, 70’li yıllarda vardı, ’40’larda, 50’lilerde de vardı. Bir şekilde toplumsal dinamik, ülke koşullarını aştı, geçti gitti.