1 C
İstanbul
23 Kasım Cumartesi, 2024
spot_img

Afet sonrası otoriterlik – M. Sinan Birdal

Maraş depremi toplum ve siyasetteki zemini de geri dönülemez bir şekilde değiştirdi. Siyasette artçı sarsıntılar devam ederken siyasal zemin sürekli kaymakta, gerek iktidar gerek muhalefet cephesinde hesaplar değişmekte, yeni taktikler yeni hedefler belirlenmekte. Toplum çok ciddi ve yaşamsal değişimlerin eşiğinde. Bu bağlamda afet sonrası yardım ve yeniden inşa döneminde otoriter yönetimlerin nasıl davrandığı, hangi taktik araçlara başvurduğunu incelemek önem kazanıyor. 

Afet yönetimi, yardımlaşma ve yeniden inşa pratikleri kırk seneden beri Birleşmiş Milletler düzeyinde tartışılan konular. 1982’de BM Afet Yardım Kuruluşu toplum katılımı ve hesap verebilirliği afet sonrası çalışmalarda temel ilkeler olarak ilan etti. 2015’te Risk Azaltma İçin Sendai Çerçevesi iletişim, katılım ve geribildirim ilkelerini kılavuz ilkeler olarak ilan etti ve çerçeve BM Genel Kurulu tarafından imzalandı. Maraş depremi sonrasında gerek telefon ve internet bağlantılarındaki sorunlar, gerekse hükümet tarafından Twitter’a getirilen kısıtlamalar iletişim konusunda yaşanan ihlallerin açık bir kanıtı. Yardım talep eden depremzedelerin suçlu ilan edilmesi ve yaftalanması, deprem bölgesine yönelik sosyal dayanışmanın hedef gösterilmesi de katılım ve geribildirim ilkelerinin hunharca ayaklar altına alındığını gösteriyor. Ancak halktan gelen tepkilerin dinmemesi ve iktidarın toplumsal meşruiyet zeminini giderek kaybettiğini hissetmesi kendini toparlayıp, afet sonrasında yeni taktiklere başvuracağını gösteriyor. Nitekim iktidar afete ilişkin hesap vermeyeceğini, sorumluluk almayacağını tersine hesap soranlara saldıracağını ilan etti. Ancak, mevcut ekonomik kriz koşullarında iktidar halkı yatıştıracak bir afet yönetimini öz kaynaklarıyla gerçekleştirebilecek durumda değil. Bu durumda hükümet otoriter uygulamaları uluslararası ilkelerin ardına gizleyebilecek taktikler geliştirmek zorunda. Yani, afet sonrası yönetim iktidarın kendini sadece seçmene değil aynı zamanda uluslararası kamuoyuna kanıtlamak zorunda olduğu bir alan.

London School of Economics’ten Nimesh Dhungana ve Canberra Üniversitesinden Nicole Curato 2021 yılında yayımladıkları bir makalede otoriter iktidarların afet sonrasında uyguladıkları taktiklere dair çok aydınlatıcı bilgiler veriyorlar. Makale şu sorulara cevap arıyor:

2013 Filipinler’deki Haiyan Tayfunu ve 2015 Nepal depreminden sonra gündelik siyaset nasıl oluştu? Bir afet siyasi sistemi daha kapsayıcı, açık ve katılımcı yönetime itebilir mi? Yazarlar, ele aldıkları her iki afette de halihazırda ayrımcılığa uğrayan toplumsal grupların bilgiye ve kaynağa erişmekte dezavantajlı olduğuna dikkat çekiyor. Ancak bunun da ötesinde katılımcılık kisvesi altında otoriter yönetim biçiminin iyice pekiştiğinin altını çiziyorlar. Afet sonrası otoriterleşme üç taktikle işliyor: Gizlilik, dezenformasyon ve susturma.

1) Otoriter yönetimler bilginin demokratikleşmesini engelleyip bilgiyi denetim altına alıyor, Filipinler’de siyasal katılımı kapalı kapılar ardına kısıtlanırken, Nepal’de bir bilgi boşluğu yaratılmış. Yazarlar, halihazırda işlemeyen temsili siyasetin afet koşullarında işlediği varsayımını eleştiriyorlar. Katılım görünümü yaratan uygulamalar zaten siyasi temsile erişimi engellenen grupları bilgi ve kaynaklardan dışlamaya devam ediyor. Bilgi vakumu ise afet sonrası yeniden imara dair kronik belirsizlikler yaratarak ve doğrulanamayan iddialar, vaatler ortaya atarak oluşturuluyor.

2) Susturma pratikleri hesap vermeyi engelleyecek şekilde gazetecilerin rüşvetle satın alınması ve ses çıkaran vatandaşların cezalandırılması yöntemleriyle işliyor. Susturma açık ve örtük biçimlerde gerçekleşebiliyor: Açıktan susturma yöntemleri aktivistlerin üzerlerine çeteler salıp, onlara fiziksel saldırılar düzenleme uygulamalarını içeriyor. Örtük susturma tekniklerinde vatandaşların talep ve itirazları kriminalize ediliyor ve itibarsızlaştırılıyor. Teknokratlar, vatandaşları yaftalarken, onları büyük projelere engel olmakla suçluyor. Vatandaşlar “sahte öfkeyle” suçlanıp, itiraz edenlerin muhalefet tarafından parayla satın alındığı iddia ediliyor. Otoriter yönetimler susturmanın yanında yardım ve afet sonrası yeniden inşaya dair standartlaştırma ve tek-tipleştirme pratikleriyle uzlaşma adı altında yerel toplumların çeşitli taleplerini bastırıyor. Bu pratikler uluslararası kamuoyuna “mali disiplin” ve “iyi yönetişim” etiketleriyle pazarlanıyor.

3) Şikayetlerin çarpıtılması da açık ve örtük biçimlerde işleyebiliyor. Açık çarpıtma otoriter yönetimlerin kontrol ettiği yargı ve denetim mekanizmalarıyla işliyor. Örtük çarpıtmada ise afetten etkilenen vatandaşların talep ve ihtiyaçlarını karşılamayan ideolojik bir proje ortaya atılıyor. Yazarların en dikkat çekici tespitlerinde biri otoriter yönetimlerin gerçek mağdurları hizaya getirmeyi amaçlayan bir “ideal mağdur” imajı yaratması. Filipinler’in afet sonrası ülkeye gelen uluslararası ekiplere teşekkür kampanyası bunun güzel bir örneğini sunuyor. Filipinler’de hükümet afet sonrasında New York’ta Times Square’de ve Londra’da Piccadilly Circus’ta “Filipinler size teşekkür ediyor” sloganıyla ilan tabelaları yerleştiriyor. Bu ilanlar genelde bir reklam kampanyası, bir kamu diplomasisi örneği olarak tartışılsa da yazarlar bu ilanlarda gözden kaçan dışlayıcı ve baskıcı bir söylemin varlığını tespit ediyorlar: Mağdurun idealize edilmesi. Her idealleştirmede olduğu gibi bu söylemde de otoriter yönetimler kendilerinin uydurduğu bir ideal mağdur imajı yaratarak buna uymayanları baskı altına alıyor. İdeale uymayan gerçek mağdurlar nankörlükle, vefasızlıkla, dilencilikle, yalancılıkla suçlanıp, tevekküle ve her şeyi Allah’a bırakmaya davet ediliyorlar. Nepal’deki standartlaştırma örneğinde ise yönetim kendi belirlediği standart yardımın ötesindeki ihtiyaçların toplum tarafından karşılanması gerektiğini söylüyor. Bu durumlarda şikayetlerini iktidara ulaştırmaya çalışan toplumu ayrıştırmaya çalışan hükümet, toplumu birlik sağlayamamakla suçluyor. Afet sonrasında ortaya çıkan toplumsal inisiyatifleri bölücülükle, bozgunculukla suçlayan yönetim, birden bazı ihtiyaçların toplum tarafından, aşağıdan karşılanması gerektiğini iddia etmeye başlıyor. Halk tehditler karşısında talep ve ihtiyaçlarını dile getirmekten çekinirken, hükümet temsilcileri korku eşiğini aşan mağdurların itirazlarını “Bu muhalefetin gerçek kaynağını anlamamız lazım” tarzında cevaplarla bastırıyor.

Bu taktiklerin Maraş depremi sonrasında nasıl şekilleneceği ve bunlara nasıl cevap verileceği toplumun önündeki en büyük soru olarak belirmiştir. Bütün siyasi ve toplumsal aktörler bu konuda mümkün olan en geniş, en kapsayıcı ve en etkili ittifakı kurmakla mükelleftir.

 

Nimesh Dhungana ve Nicole Curato, “When participation entrenches authoritarian practice: Ethnographic investigations of post-disaster governance”, International Journal of Disaster Risk Reduction, 59, 2021, 1-11.
KaynakEvrensel

Son Haberler

ÇOK OKUNANLAR

ÖZGÜR BİR DÜNYA İÇİN!

KALDIRAÇ DERGİSİ'NİN KASIM SAYISI ÇIKTIspot_img

ARTIK TELEGRAM'DAYIZ!

spot_img

DÜNYAYI İSTİYORUZ!

İŞÇİ GAZETESİ'NİN 218. SAYISI ÇIKTI!spot_img

Bizi takip edebilirsiniz

369BeğenenlerBeğen
851TakipçilerTakip Et
14,108TakipçilerTakip Et
1,920AboneAbone Ol