6 Şubat 2023 tarihinde gerçekleşen ve on binlerce insanımızın ölümüne, yaralanmasına ve kaybolmasına neden olan deprem felaketi karşısında öfke ve üzüntüyü Anadolu’nun tüm halkları olarak birlikte yaşadık. AFAD yoktu, Kızılay yoktu. Evet yoklardı ama birbirinden habersiz ama bir o kadar da organize binlerce insanımız 24 saat içinde deprem bölgesine elinde kazması küreği ile ulaşmakta bir an olsun tereddüt etmedi.
AFAD, Kızılay ve bilumum devlet organizasyonlarına ilişkin çok sözler söylendi ve daha da söyleneceği aşikâr. Ancak bu yazının konusu bu değil.
Genel olarak toplum tarafından “dayanışmacılar ya da gönüllüler” olarak adlandırılan, resmî otoriteden bağımsız ve kendi olanakları ile hareket eden, başta devrimci ve sosyalistler olmak üzere birçok gönüllü organizasyonun önceki deneyimleri ışığında bu deprem döneminde çıkardığı dersler üzerine tartışmak ya da deneyimleri bilince çıkarmak kıymetli bir çalışma olacaktır.
Aşağıda depremin ilk 25 gününde birebir sahada yer almış biri olarak ve birçok arkadaşla paylaştığım deneyimlerden ve gözlemlerden oluşan taslak notlarımı paylaşmak isterim. Elbette bu notları geliştirmek ve/veya değiştirip düzeltmek faydalı olacaktır. Adı üzerinde taslak ve geliştirilmeye ve değiştirilmeye ihtiyaç duymakta.
Afet koşullarında mücadele edenlere taslak notlar:
Dayanışma, halkını sevmek ya da bizim bizden başka dostumuz yok:
Aslında bizlerin, binlerce insanın 7 Şubat günü tipi ve fırtınaya rağmen bir an evvel bölgeye ulaşma çabasının altında yatan duygunun halk sevgisine dayalı dayanışma ruhu olduğunu düşünüyorum.
Her felakette Anadolu insanının kendi çaresizliği içerisine bırakıldığına bir kere daha tanık olduk ve kendi yaralarımızı kendimiz sarmak için yollara düştük.
Deprem bölgesinde yürüttüğümüz her çalışmada, enkaz altında çalışmaktan yemek yapmaya, erzak dağıtımından tuvalet temizlemeye kadar sayabileceğimiz onlarca şey ancak hesapsız güçlü bir halk sevgisi ile gerçekleştirilebilir.
Geç kalmak ölümdür:
İlk 72 saatin çok kritik olduğu tüm uzmanlar tarafından dile getirilmekte. Bu nedenle ilk 72 saat içinde bölgeye ulaşmalıyız denilebilir ancak bizim için kural 24 saat içerisinde bölgeye ulaşmak olmalı. Evet aletlerimiz ve deneyimimiz yeterli olmayabilir ancak biz bölgeye ulaştığımızda küçük bir grup olarak sadece kazma kürek murç kullanarak 8 Şubat günü 5 kişiyi enkazdan çıkarabildik. 9 Şubat günü yanlış hatırlamıyorsam 4-5 insanımızı daha enkazdan çıkardık. Her binadan ses geliyor ancak bir avuç insan olarak hangi binaya gideceğimizi bilemiyorduk. Çok ama çok fazla insan olmalıyız bölgede. Mükemmel ve eksiksiz bir şekilde bölgeye gitmek adına geç kalmak kabul edilemez. Belki geride görevliler bırakıp en fazla sayıda insanın bölgeye sevki için çabalamamız gerekir.
İkinci olarak bölgede zaman çok hızlı akmakta. Bölgedeki 1 saat belki normal yaşamda 1 gün 1 hafta gibi akmakta. Hâl böyle olunca sabah çok acil çözülmesi gereken konu ile öğlen çok acil çözülmesi gereken konular birbirinden farklılaşabilmekte. Özellikle ilk hafta her şeyi çok ama çok hızlı yapmamız gerekti. Tuvalet lazımsa örneğin çukur kazıp kireç bulup hızlıca yapmalıyız. Çünkü her geçen saatte insanlar tuvalet ihtiyaçları için hasarlı binaları kullanma eğilimine girmekte. Örneğin Malatya’da 7 Şubat’ta yaşanan depremde birçok kişi depremde hasar gören evlerine girdikleri için hayatlarını kaybettiler.
Ayrıca şunu da eklemeliyim, özellikle ilk zamanlar için önlük giymek sizin alanda sorumlu olduğunuzu ve taleplerin sizin tarafınızdan karşılanacağını, talimatların sizin tarafınızdan verileceğini herkese göstereceğinden dolayı önemli ve kargaşayı önleyici nitelikte diyebilirim. Bundan dolayı vereceğimiz talimatlarda ekstra etkisi olacaktır. Örneğin “tuvalet için kesinlikle hasarlı binalara girilmeyecek, hazırladığımız kireçle çalışan tuvaletler kullanılacak” talimatı herhangi bir tartışmaya yer bırakmadan yerine getirilecektir.
Son olarak hızla organize edilen işlerin örnek olup hızlıca yayılma özelliği var. O nedenle kendi bulunduğumuz alanda yaptığımız işlerin hızlıca duyurulması ulaşamadığımız birçok alanda benzer işler yapılmasını da beraber getirmekte. Örneğin hukukî bilgilendirme konusunda 14 Şubat’ta attığımız adımların benzerleri 3-4 gün içinde birçok bölgede bizden bağımsız olarak gerçekleşmeye başladı.
Gerçekçi ol imkânsızı iste
Bir tırda seyyar duşlar göründü. Hemen durdurulup alana indirildi ama bir sorun vardı. Duşlar için soyunma kabini yoktu. Projeler çizildi, malzemeler hızla tedarik edildi ve gece 2’de iş tamamlandı. İşi tamamlayan işçi arkadaş bitmiş hâli ile duşlara baktı “imkânsız diye bir şey yoktur” dedi ve yapılacak diğer işlere yöneldi. İşçi arkadaşın kendi deneyiminden çıkardığı sonuç hepimizi bir kere daha kendine hayran bıraktırdı.
İlk andan itibaren tamamı ile imkânsıza meydan okuyan bir anlayışı egemen kılmamız gerekiyor.
– Yolda tipi var gidemezsiniz! Hayır gidebildiğimiz son noktaya kadar gideceğiz.
– Malzemeler çok karışık önce düzenleyip sonra dağıtalım. Gece 2’de bir teyze “çok üşüyorum” diye ağlıyor, o hâlde biz hem malzemeleri düzenleyeceğiz hem de gece 2”de o battaniyeyi bulup teslim edeceğiz.
– Su yok tuvalet inşa edemeyiz. Eskiden köylerde kuyu kazıp kireç döküyorduk o şekilde yapacağız.
Biri bir konu ile ilgili bir sorun dile getiriyorsa kural olarak hemen şunu düşüneceğiz “sorun varsa çözüm de vardır, imkânsız imkânsızdır.”
Kırılma anlarının tespit edilmesi ve müdahale
Yemeklerimizi 4. günden sonra organize eden profesyonel aşçı -aynı zamanda sosyolog- bir arkadaşımızın bir tespiti ile konuyu daha iyi kavradık diyebilirim.
“Bu tip olağanüstü anlarda sıcak yemeğin ilk verildiği an, genel olarak insanlarda sorunları çözme iradesinin oluştuğu duygusunun ortaya çıkardığını ifade etmekte.” Gerçekten önemli bir tespit. Biz ilk andan itibaren odunları yakıp kazanda çorba kaynatmaya başlamıştık. Birçok topluluk tüpler ve kazanlar gelmeden yemek işine tam girişemediler, ki bu da 3. günü bulmakta. Hatta bizim gibi toplulukları ziyaret eden bir arkadaş bizim odun ateşinde 200 kişilik yemek çıkarmak için gösterdiğimiz çabayı görünce bize aynı gece profesyonel ocaklar, kazanlar ve tüpler organize edip getirilmesini sağladı.
İşte tuvalet sorununun çözümü, jeneratör aracılığı ile elektriğin icadı, artezyen kuyu keşfedip motorla su basıp depolayıp suyun keşfi, gevşeme anlarının fark edilip her zaman depreme karşı tedbirli olmayı elden bırakmamak gibi birçok kırılma anını tespit edip görevlendirmeler ile hızlıca giderebilmek gerekli.
Teçhizata ve tecrübeye dayanan cesaret
Hepimiz enkazlardan gelen sesleri duyduk, müdahale ettik ancak belirli noktalarda enkazda içeri ilerleyebilecekken, ilerlememiz, gerek ekipman eksikliği gerek teknik bilgi eksiğimiz gerekse de artçı depremler nedeni ile duyduğumuz korku nedeni ile engellendi.
Özellikle 7 Şubat günü gerçekleşen 2. depremde ilk deprem yıkılmayan birçok binanın yıkıldığı da göz önüne alınırsa “cesur” olmanın sınırları da kendiliğinden ortaya çıkmakta.
O hâlde şimdiden enkaz deneyimi olan arkadaşların özellikle kendilerini ve çevrelerini eğitmelerinin faydası olacaktır. Örneğin enkazdan bir yaralıyı çıkaran arkadaşımız bir videoda tesadüfen gördüğü bir yaralı taşıma tekniğini kullanarak yaralıyı enkazdan çıkarmayı başarmıştır. O hâlde basitten (eğitim videoları vs.) karmaşığa kadar, ilk yardım da dâhil olmak, üzere teknikler üzerine çalışmalıyız.
Ekipman işi de aslında hızla çözülecek bir konu. Belki profesyonel malzemelerimiz yok ama kazma, kürek, demir makası, murç, çeşitli kesiciler, uzun sivri demir (bir abimiz çok işinize yarar demişti bu demirler için, gerçekten de enkazda bekleyenler için hava kanalları açıp buradan su vb. maddeler iletilebildi) gibi malzemeler birçoğumuzda dağınık hâlde de olsa vardır.
Çevremizdeki herkesin birer takım edinmesini şimdiden sağlatabiliriz. Bence sağlatmalıyız da. Tekrar gördük ki yara kimdeyse merhem ondadır.
Yaralıların tedavisi ve ilaç tedariki
Enkazdan insanlarımızı çıkarmak ne kadar hayatî ise çıkardığımız insanları hayatta tutmak da o kadar önemlidir. Gördük ki enkazdan çıkanlar ciddi yaralanmalar ve kesiklerle çıkmakta. Temel sağlık bilgisi olan kişilerin tespit edilmesi ve konumlandırılması kritik önem taşımakta. Bu noktada yaşadığımız bir diyaloğu da aktarmakta fayda var diye düşünüyorum.
Sağlık sorumlusu arkadaşla (henüz hekim değil) sağlık birimleri arasında koordinasyon sağlamak için bir hekim beyfendiyi ziyaret ettiğimizde arkadaşın henüz hekim olmadığından bahisle tıbbî müdahalede bulunmasının doğru olmadığını ilettiğine tanık olunca, ilk 2 gün yaklaşık 50 kişiyi bir veteriner arkadaşın yaralıların kesiklerini açık yaraları diktiğini söyleyip söylememekte açıkçası çok tereddüt ettim.
Özellikle doktor, avukat gibi “nitelikli” meslek gruplarındaki temkinlilik hâlini yok saymadan ancak oraya da fazla takılmadan eldeki olanakları maksimum seviyede kullanmayı kendimize amaç edinmeliyiz.
Aynı şekilde ilaç tedariki de önemli. Müdahaleler için olanlar ve sık kullanılan ilaçlar dışında insanlar apar topar evlerini terk ettikleri için düzenli kullanmaları gereken kalp, şeker, tansiyon vs. ilaçlarının hızlıca eczane enkazlarından çıkarılarak tedavüle sokulmasından da önemli bir faaliyet alanı olarak bahsedebilirim. Zannedersem 3. gün tam donanımlı bir eczaneye sahip olmuştuk -içinde EKG röntgen cihazlarının da bulunduğu- ve günde 100’e yakın hastaya bakabilir hâle gelmiştik.
21 Şubat tarihinde hepimizi derinden etkileyen ve sarsan 6.4’lük deprem gerçekleştiğinde (merkez üssü bizim bulunduğumuz Defne ilçesi idi) megafonlarla insanları güvenli noktaya toparladık. Suyu ve elektriği devreye aldık ve sıcak çorba pişirdik. Ve tüm bunları 1 saat içinde gerçekleştirdik. 1 saat sonra sanki deprem olmamış gibi genel bir sakinliği sağlayabilmiştik.
Stokçuluk ve israfa izin yok
Bu tip durumlarda adı konulmasa da kural şu. İlk 3 gün malzeme olmaz (yıkılan marketler vs. insanlar ihtiyaçlarını sağlar) sonraki 7 gün yağmur gibi gerekli gereksiz malzeme gelir. Sonra malzemeler kesilir. Ve elde kalanlar kullanılır.
Bu denklem merkezî düzeyde yardımları biz koordine etmediğimiz sürece bu şekilde olacaktır.
Depremin 6. Ya da 7. gününde insanların pet şişelerden bir yudum su alıp sağa sola attıklarını görünce ilk gün 1 küçük suyu 3 kişinin paylaşması gerektiğini söylediğimiz günler geldi aklıma. Bütün arkadaşları uyarmamız gerekti; “bugün fazla olan yarın olmayacak tedarikli kullanalım” diye, ki nitekim de öyle oldu.
Bir de güçlü bir stokçuluk eğilimi karşımıza çıkmakta. Belirsizlik ve kaosun verdiği etki ile insanlar erzakı fazla fazla talep etmekte. Haksızlığa izin vermemek ile depremde felaketi yaşamış insanlara, kırmadan, üzmeden, yaralamadan bu durumu anlatabilmek arasında büyük bir çatışmalı ruh hâli ortaya çıkmakta. Ne olursa olsun yapmayacağımız, kesinlikle yapmayacağımız şey insanları kırmak, üzmek ve yaralamak olmalı. Kendisi de felaketi yaşamış gönüllü insanların erzak dağıtımında görev almasını sağlamak, erzakı günlük öğünler şeklinde paylaşmak kısmen yol açıcı olacaktır. Ama yine de kimi insanların ihtiyacından fazla almasını engellemek mümkün olamayabiliyor. Organizasyonumuz geliştikçe bu konular da konu olmaktan çıkacaktır.
Bu başlıklara ek olarak hijyen, mobil ekiplerin kurulması, hukukî müdahaleler gibi başlıklar da kurulabilir, geliştirilebilir. Bir giriş niteliğindeki yazı için bu saydıklarımın yeterli olduğunu düşünmekteyim. Karmaşık sorunların çözümünden ziyade basit sorunların çözümünün bizi daha fazla zorlayacağından kimsenin şüphesi olmasın. Basit olanı anlayacağız ve çözeceğiz.
Zor günlerden geçiyoruz, hem de çok zor. Çocukların gözlerindeki ışıltının kaybolmasını engellemek için yollara düştük. Güzel ve güneşli kentler kuracağımıza inancımız tam. Öfkemiz büyük. Yasımızı tutup, yaşama tutunduktan sonra tüm enkazların başı, bütün sokaklar ve caddeler intikam sesleri ile çınlayacak. Bundan hiç kimsenin şüphesi olmasın.