17.9 C
İstanbul
23 Kasım Cumartesi, 2024
spot_img

Açık hapishane Gazze, Demir Kubbe, bitmeyen direniş – Deniz Adalı

Demek ki doğru soru şu değil: 'MOSSAD nasıl yanıldı?' ya da 'Demir Kubbe nasıl delindi?' Hayır, doğru sorular bunlar değil. Doğru soru: Filistinliler, bu işi nasıl başardılar?

2023 yılının 6 Ekim’i 7 Ekim’e bağlayan gecesi, İsrail, açık bir hapishane hâline çevirmiş olduğu Gazze’den gelen müthiş saldırı ile, Demir Kubbe adını verdikleri savunma sistemlerinin delinişine sahne oldu.

Hamas’a bağlı İzzeddin el-Kassam Tugayları, adına “Aksa Tufanı” dedikleri bir saldırı başlattı. El-Kassam Tugayları, oldukça kapsamlı bir saldırı devreye koydu. Ve elbette, saldırı ciddi sonuçlar doğurmaya gebedir. Çok boyutlu sonuçları olacak olan saldırı, daha ilk anlarından başlayarak, çok ilgi çekici tartışmaları da beraberinde getiriyor.

Biz elbette, daha bu saldırının en başında da olsak, İsrail’in daha hava saldırısı ile yetinip yetinmediği bilinmiyorken, meseleyi biraz da ülkemiz açısından, bölgemiz devrimci hareketi açısından ele almak istiyoruz.

Ama önce, genç okurlarımız ve biraz da “toplumsal Alzheimer” etkisi ile her türlü direniş gerçeğini unutmuş olanlar için, bizim liberal solcularımız, bizim devletçi solcularımız için, onların üzerinden genç devrimcilerin etkilenmesi sürecine müdahale etmek için, Filistin sorunu konusunda özetin de özeti olacak, kısa açıklamalarla başlamalıyız. Sanıyorum, bu yazı Kaldıraç dergisi üzerinden okuyucuya ulaşana kadar, aynı dergi için, Filistin sorununun kapsamlı tarihi konusunda yazan yoldaşlarımız olacaktır (Muhtemelen İsrail’in saldırı ve katliamlarında yeni sayfalar da görmüş olacağız). Böylece, o yazıların kapsamlı tarih bilgisini, biz şimdiden varmış gibi kabul edebiliriz. Zaten tersi bir durum ortaya çıkar da Filistin mücadelesinin tarihi eksik kalırsa, sanırım okuyucu da bu tarihe ulaşacak olanaklara sahiptir.

Biliniyor, İsrail devleti, İkinci Dünya Savaşı sonrasında, 1948’de kuruluyor. Öncesi yoktur. İsrail devletinin 3 bin yıl önce orada olduğu iddiası var. Hatta bu iddiaya bağlı olup da, yeni İsrail devletinin ancak “mesih” geldikten sonra kurulacağını iddia eden, buna inananlar, mevcut İsrail devletini kabul etmeyen Yahudiler de var. Bunlar dinî inanışı çok önde olanlar. Bu iddiaya göre, “mesih” gelmeden İsrail devleti kurulduğu için, bu bir hatadır. Ancak bu iddia, bazı dinî (Yahudi dini) kesimlerin iddiasıdır. Aynı bölgede kurulmuş olan Ürdün, bir emirlik olarak sanırım İngiltere’ye bağlı hâlde 1921’de ortaya çıkmış olsa da, “bağımsız bir ülke” olması hâli 1946’dır. Bağımsız ülke, bilerek tırnak içindedir.

Oysa İsrail devletinin kuruluşu, İkinci Dünya Savaşı’nda, “Yahudi soykırımı” nedeni ile, kolayca kabul gören bir adım olmuştur. Alan olarak Kudüs ve çevresi seçilmiştir, yoksa belki aynı dönem herhangi bir ülkede yaşayan daha fazla sayıda Yahudi vardı. Ama “3 bin yıl önce oradaydık”, aynı zamanda bir kuruluş ideolojisi de vermektedir.

Kendisi soykırıma uğramış bir halk, İsrail devleti kurulduktan sonra -ve elbette o devletin egemenleri eli ile- Filistin halkına sistematik bir soykırım uygular hâle gelmiştir. Eğer celladına benzemek varsa, İsrail egemenleri, İsrail devleti Hitler’e benzeme yolu ile bunu hayata geçirmektedir.

Bu nedenle, son aylarda, hatta son bir yılı aşkın sürede, İsrail halkının iktidara karşı eylemleri son derece ilgiye değerdir, kıymetlidir. Kısacası, İsrail halkının bu siyonist politikanın savunucusu olmadığının anlaşılıyor olması çok değerlidir. Böylece, celladına, Hitler’e benzemek konusunda halkın da aynı fikirde olmadığı anlaşılıyor (Kaldı ki Alman faşizminin katlettiği Yahudiler, en başında komünist oldukları için katledilmeye başlanmıştır. Yani ölen komünist olunca sorun yok, katliam üzerine konuşmaya gerek yok. Ve dahası, katledilen komünist ve direnişçilerin ırkına, dinine bakmadan, katledenler arasında muhbir Yahudi zenginlerinin varlığını da not düşmek gerekir. Yani egemen bir bütün olarak faşist devletin arkasındadır ve direnişçiler de öyle bir bütün olarak karşısındadır. Ardından Yahudi avına kadar gelmiştir süreç. Ve hemen savaşın ardından başlayarak, İsrail egemenleri, aynı metotlarla Filistin halkına karşı saldırmışlardır).

Filistin’de birçok savaş yaşanıyor. Ve 1967’de bir anlaşma ile sınırlar çiziliyor. Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ), birçok örgütten oluşuyor ve Filistin halkının bağımsızlığı için, özgürlüğü için bir mücadele yürütüyor. Yani bugün Hamas’a bakarak, Filistin direnişinin hep İslamî eğilimli örgütler tarafından yürütüldüğünü düşünmek yanlıştır. Bizim cephe, 1968’lerde Filistin halkının direnişini desteklerken, devlete bağlı İslamî hareketler, daha fazla İsrail yanlısı tutum alırlardı.

Arafat’ın ihaneti (ki Arafat hiçbir zaman Marksist bir çizgiye sahip olmamıştır), düşüşü, süreci İsrail açısından daha avantajlı hâle getirdi. Hamas 1990’larda kuruldu. Kuruluşu, FKÖ bünyesindeki örgütlenmenin hem zayıflığının göstergesidir hem de onu daha da zayıflatıcı bir etki yaratmıştır. Hamas, Muslim Brothers/Müslüman Kardeşler örgütlenmesinin içindedir. Doğrusu, Hamas, FKÖ’nün etkisini kırmak, sol ve sosyalist bir bağımsızlıkçı yaklaşımı bölmek üzere planlanan müdahalelerden biridir. Ama buna rağmen, zamanla, Filistin mücadelesi açısından farklı roller oynamaya da başlamıştır. Başlangıçta Filistin soluna karşı mücadele ederken, bu konuda da kan dökerken, bugün çok farklı bir kulvara girmiş bulunuyor. Doğrusu, İran yanlısı değerlendirmeleri de doğru değil, zira Hizbullah gibi Şii inancına dayalı değil. Ama buna rağmen, bugün Hamas’ın, en başındaki durumundan farklı olduğunu söylemek abartılı olmaz. Zira Filistin direnişi de Hamas’ı etkilemiştir. Yani liberal solcu, Kemalist solcu kafası ile, Hamas ve El Kaide ya da IŞİD arasında bir bağ kurmak, asla doğru değildir. Bir hareketin egemene karşı savaşımında samimiyet varsa bunun bir değeri vardır. Elbette bu ideoloji, kurtuluş ve zafer sürecini etkiler, yani İslamî bir ideoloji ile sınırlı kalarak, bir halkın kurtuluşu mücadelesine doğru önderlik edilemez, zira bugün, sosyalizme yönelmeden, kapitalist dünyayı reddetmeden, kapitalizme karşı savaşmadan hiçbir bağımsızlık, özgürlük kazanılamaz. Bu gerçek, kapitalist sisteme, egemene karşı samimi bir mücadele ve direniş gösterenlerin eylemlerini görmezlikten gelme lüksü hâline getirilemez. Bu nedenle Hamas’ın eyleminin, egemene, soykırım uygulayan devlete karşı bir saldırı olduğu gerçeğini gölgelememek gerekir.

Bir yandan Hamas değil de bir Marksist-Leninist örgüt bu gelişmişlikte etkin olmuş olsa, elbette mücadele çok daha farklı yürür. Öte yandan biliniyor ki bu mücadelede sadece Hamas yok, tüm Filistin örgütleri, devrimci örgütler de bu mücadelenin her zaman olduğu gibi şimdi de içindedir.

Buna rağmen, Hamas’ın eylemi ciddi ciddi planlanmış, sonuçları olacak bir eylemdir ve teknik açıdan bir başarısının olduğu da tartışma götürmez.

Tüm Filistin + İsrail toprağı, yanılmıyorsam, 27 bin kilometrekaredir ve bunun 340 kilometrekaresi Gazze’dir. uzunluğu 45 km, derinliği ise yaklaşık 8 km olan bir dikdörtgen gibidir. Tam bir dikdörtgen değil elbette. Filistin toprakları, bir de Batı Şeria’da vardır. Toplam 6 milyon Filistinli orada (bir bölümü İsrail’in içinde) yaşamaktadır. Gazze’nin nüfusu ise 2,5 milyon olarak tahmin edilmektedir.

Bu kısanın kısası tarih özeti elbette yetersizdir. Ama okuyucu daha fazlasına nasılsa ulaşacaktır. Biz, buradan bugüne, 6-7 Ekim gecesi başlayan Hamas saldırısına, “Aksa Tufanı” hareketine ve onun bazı sonuçlarına bakalım.

1

İşte İsrail’e saldırı, bu 340 kilometrekarelik Gazze’den yapılıyor.

Gazze açık bir hapishanedir, 2,5 milyon insanın yaşadığı açık bir hapishane. Bu “hapishane” benzetmesi çok da uzak bir benzetme değildir. Yani abartılı bir benzetme değildir, gerçek anlamda açık bir hapishanedir.

İsrail, yıllardır Filistin halkına karşı açık bir soykırım uygulamaktadır.

Bu hapishane, etrafı duvarlarla çevrilmiş, dikenli tellerle korunan, kamera sistemleri döşenmiş bir yerdir. Yani gerçek anlamda bir üstü açık hapishanedir.

İşte bu hapishaneden bir saldırı organize edilmiştir.

Elimize ulaşan bilgilere göre, Filistin’deki hemen hemen tüm örgütler ortak bir mücadele yürütmektedir. Devrimciler de bunun bir parçasıdır. Yaklaşık 2 yıldır, bu örgütler, hareketleri, direnişleri, eylemleri hakkında İsrail’e bilgi sızdıran muhbirleri kendileri infaz etmişlerdir. Bunun beraberinde getirdiği bir “sağlamlık” oluşmuştur. Filistin denilen yerde bir çocuk, doğal olarak eğitilir, yani savaşçı hâline gelmesi neredeyse “otomatik”tir. Ama bu savaşın içinde yetişme hâline sadece çocukluklarını yaşamamak olarak bakmak eksik olur. Zira mücadele, başka bir şeyi, direnişe bağlı yaşamı beraberinde getirir.

Ama daha saldırının ilk anında “uzmanlar”, hep bir ağızdan, “İsrail istihbaratı, MOSSAD nasıl yenilir?” dediler. Bu soru, hemen bazı “solcular” tarafından, “acaba İsrail bu saldırıya bilerek mi izin verdi” gibi absürd akıl yürütmeleri gündeme getirdi.

Bu kesinlikle doğru değildir ve ilk bilgilerin ardından bu görüş hızla boşluğa düşmüştür. Zira Filistin tarafı saldırının videolarını yayınlamıştır. Hamas ve diğerleri, yerden havalanan araçlarla paraşütle iniş yapmaktan sahte füzeler atarak “Demir Kubbe” adını verdikleri ve İsrail’in gurur kaynağı olan savunma sistemini yanıltmak için feyk füze atışları yapmaya kadar birçok yönlü, başarılı bir hareket planlamışlardır.

Demek ki doğru soru şu değil: “MOSSAD nasıl yanıldı?” ya da “Demir Kubbe nasıl delindi?” Hayır, doğru sorular bunlar değil. Doğru soru: Filistinliler, bu işi nasıl başardılar? Çünkü bunu yapan Filistinlilerdir. Hamas da yapmış olsa durum budur ve bu durum, zulme karşı direniştir. İlk gelen bilgilerde “kadının çıplak sergilenmesi” yalandır, “boğazı kesilen çocuk” görüntüsü sahtedir. Bu, İsrail propagandasıdır ve İsrail devletine gerek bile kalmadan, ABD basını tarafından ayarlanmakta olan haberlerdir. Tüm Batı basını bunu zaten her durumda yapmaktadır. Bu savaş konusunda da aynı şeyi yıllardır yapmaktadırlar. Sanki İsrail “insanî taraf ve doğrunun temsilcisi” de karşı taraf suçlu, işte bu görüntü sürekli olarak pompalanmakta, yaratılmaktadır.

Buradan çıkan önemli bir sonuç var; her hâl ve şart altında, mazlumların egemene karşı bir direniş yolu vardır, geliştirilebilir.

Ancak umudunu kaybetmiş olanlar, ancak egemene karşı mücadele etmekten geri duranlar, egemenin gücüne tapınıp bir “kurtarıcı” arayanlar, bu eylemi anlayamazlar. Filistin örgütlerinin İsrail muhbirlerini temizleme iradesi, bu açıdan büyük bir adımdır. Ama egemene karşı mücadele etmemek için sürekli bahane arayanlar, tüm bunları anlayamazlar.

Bizde, CHP tarafından yürütülen seçim öncesinde “sakın sokağa çıkmayın” provokasyon olur anlayışı, egemene, “güçlüye” karşı hiçbir başarılı eylemi anlamak istemez.

2

Bizim ülkemizde hemen ilk tepkilerden biri, “sivillerin ölümü, kim yaparsa yapsın kınanmalıdır” şeklindedir. Bu “kibarlık budalası” tutum, bize insancıllık olarak sunulmaktadır. Zaman bize savaş propagandası konusunda çok becerikli olan İsrail devletinin ve onun arkasındaki Batı’nın ne yalanlar söylediğini gösterecektir. İyi ama bu “hümanist” insanlar, bunu savunanlar, yıllardır açık bir hapishane hâline getirilen Gazze’de yaşananları, ortaya konan katliamları görmezlikten gelmişlerdir. İsrail’in akıl almaz zulmü, katliam politikaları, terörü açıkça ortada iken, yıllardır sürmekte iken, hatta İsrail halkı bu politikaya karşı açık bir mücadele başlatmış iken “insancıl”lar nerede idi, neden “sivillerin” ölümü meselesinden söz etmezlerdi? Filistin’de kaç çocuk ölmüştür ve kaç kere kocaman kocaman susmakla yetindiniz?

Bu dehşetli sessizlik çok anlamlıdır.

Şimdi bize her iki tarafın da sivilleri öldürmesinden söz etmeniz, bir pozitif hâl değildir.

Elbette sivillerin ölümünü kimse savunmaz. Ama İsrail’in yaptıkları karşısında ortaya konan bu eylemin “sivillerin ölümü” olarak adlandırılması, son derece akılsızcadır. Sivillerin öldürülmesini asla savunmayız ama “sivillerin ölümüne” karşı çıkar gibi yapıp, İsrail devleti eli ile yürütülen soykırım savaşı konusunda bir çeşit susma yolu olarak, genel bir doğruyu nakarat olarak tekrarlamak nasıl sizi “insan” kılıyor?

Bu insanların, mesela öldürülen Kürtler, katledilen Kürt kadın ve çocukları vb. konusunda da, çok ağır bir suskunluk içinde olduklarını da kaydetmek gerekir. Üstelik Kürt hareketinin sivillere karşı bir eylem hattı yok iken.

Gören de der ki bunların, mesela gar katliamı konusunda, Suruç katliamı konusunda, Roboski konusunda, Cumartesi Anneleri konusunda, kadınların cinayetlere karşı eylemlerinde yerlerde sürüklenmeleri konusunda, öğrencilerin ve işçilerin hak arama eylemleri konusunda benzer bir duyarlılıkları var. Nerede? İşte bu, ikiyüzlülükten başka bir şey değildir. Bu ikiyüzlülük, olsa olsa İsrail’in eylemleri övmekten, haklı görmekten öte bir anlam taşımaz.

Hemen tarafsız tutum alarak “yüce”leceklerini sanıyorlar. Oysa sizin kocaman kocaman suskunluğunuzun utancı, sizi çoktan yerin dibine batırmaya yeter. Siz de bunun çok iyi, çok çok iyi farkındasınız.

3

Filistin cephesinden Hamas eli ile gerçekleştirilen saldırı, İsrail’i o denli gafil avlamıştır ki İsrail, yüzlerce askerini esir olarak kaptırmış gibidir. Demir kubbe delinmiş, Hamas güçleri hapishaneden çıkıp İsrail sahasında eylemler yapmıştır. İsrailli asker sivil esirlerle hapishanelerine geri dönmüştür.

Bu nedenle, birçokları, eylemin arkasında Rusya veya İran gibi bir büyük gücün olduğunu düşünüyorlar.

Oysa bizzat Blinken, eylemin arkasında İran’ın olduğuna dair bir kanıtımız yok, demiştir. İran, açıktan eylemi desteklediğini ilan ettiği hâlde, durum budur.

Oysa Rusya her iki tarafı ateşkese davet etmiştir.

Ve dahası, İsrail’in en büyük basın organları, açık olarak “bu saldırının nedeni bizzat Netanyahu’dur” demişlerdir. Basın açıkça, İsrail yönetimini, onun politikalarını eleştirmiştir.

İlk soru: İsrail basını ne görüyor da bizim “uzmanlarımız” bunu görmüyor ve eylemin ardında İran ve Rusya gibi güçler arıyor? Neden bunlar, İsrail’in yıllardır uyguladığı katliam ve terör politikalarını görmezlikten geliyorlar? Neden “bu kadar baskı karşısında, nihayetinde bir karşı saldırı gelecektir” diyemiyorlar?

İkinci soru: Bizim değil Saray basını, “muhalif” basın bile, neden mesela Kürt hareketinin saldırı ve eylemleri karşısında, mesela son içişleri bakanlığı eylemi karşısında, İsrail basınının koyduğu tutumu koyamıyor? Mesela neden şöyle diyemiyorlar: Siz Kürtlere yaşama olanağı vermezseniz, siz kimyasal silahlar kullanırsanız vb. sonunda bir saldırı ile karşı karşıya kalırsınız. Bu soruyu sorabilirlerdi, zira ortada ölen siviller de yok. Tersine, gar katliamı, Suruç katliamı vb. gibi olaylarda görüldüğü gibi, sivillere saldıran bizzat devletin kendisi iken.

İsrail Komünist Partisi, son derece açık olarak, savaşın sorumlusunun İsrail devleti olduğunu söylemiştir.

Düşünün, Türkiye, Saray Rejimi, başka bir ülkeye müdahale ettiğinde, bizim solcularımız, açıkça devleti suçlayacak bir tutum bile alamamaktadırlar. Elbette hepsinden söz etmiyoruz.

4

Hamas, son derece kritik bir zamanlama ile, son derece etkili bir eylem gerçekleştirmiştir. Bu eylem, Filistin halkının ölmüş de cenazesinin kaldırılmamış olduğu yolundaki genel algıyı değiştirecek niteliktedir.

Elbette bu saldırı tek başına sorunu çözmez. Dahası, Hamas tarzı bir ideoloji ile özgürlük mücadelesi sağlıklı yürütülemez.

İsrail, tüm dünyaya meydan okur nitelikte, Gazze’nin elektrik ve suyunu kesmiştir.

İsrail, en yüksek yetkililerinin ağzından, Filistin halkını Nazi düsturu ile, “hayvan” olarak nitelemiştir. Daha da neler yapacaklarının kanıtı budur.

Ne kadar şaşırtıcıdır ey insancıllar; bir soykırıma uğramış halk adına hareket ettiğini söyleyen İsrail devleti, kendi halkını katleden Nazilere benzemekte bu denli heveslidir.

Tekrar belirtmek isteriz; biz, İsrail halkından değil, egemenlerinden, devletinden söz ediyoruz. Egemen, her kapitalist ülkede birbirine çok ama çok benzemektedir. Tüm dünyada Nazileri el üstünde tutan emperyalist odaklar, karşısında direnenleri, topyekûn katletmek için her fırsatı kullanmakta tereddüt etmemektedirler.

Bu nedenle, egemene karşı dünyanın her yerinde, her araçla ve yolla mücadele etmek meşrudur ve zorunludur. Zafere götürecek bir vizyonu olmayan direnişlerin de bu mücadelede önemli bir yeri vardır.

5

Öyle anlaşılıyor ki bu saldırı, aslında İsrail-ABD cephesinin bir hazırlığını ortaya çıkartmıştır. Öyle anlaşılıyor ki İran’ın etkisi bu noktada devreye girmiş olmalıdır.

Yani görünen şöyle gibidir:

  • ABD cephesi, kendisine bağlı bir uzantı olarak var olan İsrail devleti eli ile, dünya çapında yürüttüğü savaş politikalarına uygun olarak, Ukrayna’da açık bir yenilgi almış iken, İran’a karşı bir kapsamlı saldırı planlamaktaydı.

Zaten bu bilinen bir şeydir, bunu sürekli planlıyorlar ve Netanyahu hükümetinin bu konuda çok istekli olduğu da biliniyor. İsrail halkının protestolarına rağmen bunu yapmak için fırsat kolladıkları biliniyor. ABD, İran’a karşı bir savaş cephesi açmak için, kapsamlı bir saldırı planı yapmış gibidir.

  • Öyle anlaşılıyor, İran bu bilgiye sahiptir. Bunu biz yeni anlamış olsak da ya da bizim bilgimiz genel olarak İran’a saldırı isteğinin ifadesi olsa da, öyle anlaşılıyor ki İran, daha kapsamlı bir saldırı hazırlığını sezmiştir. Ve öyle anlaşılıyor ki İran, kendisinin direniş cephesi dediği tüm örgütleri toplamış ve onların daha kapsamlı bir saldırıya hazırlıklı olmalarını istemiştir. Bu bilgi artık basında var.
  • Hamas’ın eylemi bu planları bozmuştur. İsrail, ABD adına hevesle yapmak istediği saldırıyı, planladığı şekilde ve zamanda yapamamış ve erkene çekmek zorunda kalmıştır. Öyle anlaşılıyor, İsrail ve ABD cephesinin dünya savaşı çerçevesindeki saldırı planı bozulmuştur. Bu eylem, bu planı bozmuş gibidir.

“Tüm Ortadoğu değişecek” tarzındaki açıklamalar, bu daha kapsamlı saldırı planının bir çeşit itirafıdır. İsrail ve ABD’nin ortaklaşa katliam politikalarını devreye sokması, bu gizli ve büyük saldırı planının itirafı olmalıdır. Belki de ABD ve İsrail’i yanıltan şey, bu “büyük saldırı planına” duydukları sonsuz güven olmalıdır.

Öte yandan Hamas, teknik ve askerî hazırlıkları için, Ukrayna’ya gönderilen Batı silahlarını çok ucuza elde etmelerinin bir avantaj olduğunu anlatmıştır.

6

AB, ABD, tüm Batı, hep birlikte, İsrail’i desteklemek için Filistin’e her türlü yardımları kesmekten söz etmektedir. AB içinde sadece İspanya buna karşı ses çıkartmıştır. Ne oldu Batı değerlerine? Ne oldu sivillerin öldürülmesine, ne oldu soykırım uygulamalarını lanetlemelere?

ABD, hemen, uçak gemisini bölgeye sevk etmiştir. ABD, her durumda savaşı daha da körükleyecek hamleler yapmaktadır. Şimdi İsrail, “eşi görülmedik bir ceza” kesmekten söz etmektedir. Ve bu durum, bölgede savaşı daha da tırmandıracak bir adım olarak görülmelidir.

İsrail, çizilen imajını daha çok Filistinli katlederek, soykırım politikalarını Nazi tarzına benzeterek tamir etme hevesindedir. Bu durum, İran’a karşı savaş naraları atanları daha da hızla harekete geçirmektedir.

Şimdi “uzmanlar”, İsrail’in olası kara saldırıları karşısında, Hizbullah’ın da harekete geçme ihtimalinden söz etmektedir. Oysa bizzat İsrail, hem Suriye’ye karşı hem de Lübnan’a karşı harekete geçmek üzere hazırlıklar yapmaktadır, saldırmaktadır.

Oysa çözüm son derece açıktır. Filistin, İsrail devletini tanımak karşılığında, başkenti Doğu Kudüs olan bir Filistin devleti kurulmasını kabul etmiştir. Bu iki devletli çözüm konusunda bile yapılan anlaşmayı tanımayan İsrail’in kendisidir.

Gerçek anlamda barış, İsrail halkının kendi devletine karşı direnişinden geçmektedir.

Dünyanın her yerinde savaş naraları atan ABD, bölgede daha büyük savaşları körüklemek için hareket etmektedir. Bu bir gerçektir. İngiltere ve NATO’nun buna katılmaması düşünülemez elbette.

İsrail halkının direnişi bu açıdan büyük bir anlama sahiptir. Eminiz ki Filistin’in devrimcileri de bu konuda sağlam ve sağlıklı bir yaklaşım ortaya koymaktan çekinmeyecektir.

Demek ki kapitalizmin sonu gelmeden, savaşın sonu gelmeyecektir. Demek ki kapitalizm olmasa, egemenler olmasa halklar sınırsız bir dünyada barış içinde yaşayacaktır.

7

Her zaman ABD tetikçisi olan, bu konuda tescilli bir geçmişi olan, Kore savaşından bu yana bunu bir marifet sayan TC devleti, bu savaşta da, ABD emirinde olmaktan geri durmayacaktır. Elbette işleri zor ama bunu yapmak ilk görevleri gibidir.

Saray Rejimi, kardeşi olarak gördüğü İsrail devletini açıktan ya da gizliden desteklemekten geri durmayacaktır. Zaten ABD emri ile İran’a karşı savaş için ellerini ovuşturan Saray Rejimi, bunu yeni bir fırsat olarak ele alacaktır. Savaşın büyümesi hâlinde savaşa ABD cephesinden girmekte hevesli olacaktır.

8

“Uzmanlar” İran’a karşı savaş ihtimalleri üzerinde tartışırken, ki bir yere kadar haklıdırlar, ABD’nin Tayvan üzerinden Çin’e karşı harekete geçme olasılığı daha da artmıştır.

Ukrayna’da savaşı sürdürmek için akıl almaz ölçüde açıkça destekler sağlayanlar, Ukrayna’yı savaş alanı hâline çevirmek için fırsatları değerlendirenler, şimdi, Tayvan üzerine yoğunlaşmalarını açığa vuracaklardır. Bu olasılık, sanıldığından daha yüksek bir olasılıktır.

İran’a karşı savaş, bizim gibi komşu ülkeler için, büyük yıkım anlamına gelecektir. Ancak Saray Rejimi, TC devleti, bunu hesaplayacak gerçeklikten çoktan kopmuştur. ABD tetikçisi olmak onlar için her şeyin önündedir.

Her türlü savaş hazırlığını değerlendirmeye çalışan Batı, NATO ve ABD, Ortadoğu’daki her gelişmeyi kendi amaçları için yeni bir fırsat olarak ele almaktadır. Saray Rejimi de buna uygun adımlar atmakta acele edecektir.

Tayvan üzerinden Çin’e vurmak, ABD için, tüm bu çerçevede önemli bir hamle hâline gelmektedir.

9

Ülkemiz sol hareketi tüm bu durumu doğru değerlendirmek zorundadır.

İlk olarak, egemene karşı savaşan her güç, dünyanın neresinde olursa olsun, işçi sınıfının mücadelesinin bizzat içinde olsun olmasın, değerlidir.

İkinci olarak, egemene karşı savaş her koşul altında mümkündür, olanaklıdır ve dahası gereklidir.

Üçüncüsü, savaşı önleyecek, III. Dünya Savaşı’nı önleyecek tek şey sosyalist devrim dalgasıdır. Bu sosyalist devrim olmadan barış olanaklı değildir. Bu nedenle, savaşın her cephesindeki devrimciler, işçi ve emekçiler, kadınlar ve gençler diğer ülkedeki halka karşı savaşı savunamazlar. Tersine, kendi ülkelerindeki egemene karşı savaşı öne koymak zorundadırlar. Devrime giden yol budur. Savaş karşısında kendi burjuvalarını, kendi egemenlerini destekleyen her işçi, işçi sınıfının davasına ihanet etmiş demektir. Bu, Birinci Dünya Savaşı’nda da yaşanmıştır ve doğru tutum, Lenin önderliğinde Üçüncü Enternasyonal’in tutumunda ortaya konmuştur. Bu hâlâ geçerlidir. Bu nedenle, işçi sınıfının savaşsız ve sömürüsüz, özel mülkiyetin olmadığı bir dünya özlemi ancak işçi sınıfının devrimci örgütlenmesi ile gerçekleştirilebilir.

Son Haberler

ÇOK OKUNANLAR

ÖZGÜR BİR DÜNYA İÇİN!

KALDIRAÇ DERGİSİ'NİN KASIM SAYISI ÇIKTIspot_img

ARTIK TELEGRAM'DAYIZ!

spot_img

DÜNYAYI İSTİYORUZ!

İŞÇİ GAZETESİ'NİN 218. SAYISI ÇIKTI!spot_img

Bizi takip edebilirsiniz

369BeğenenlerBeğen
851TakipçilerTakip Et
14,108TakipçilerTakip Et
1,920AboneAbone Ol