Sermaye sınıfının açgözlülüğü daima satın alınmış bir ‘saygınlıkla’ örtülüdür. Ama mistik tülün yırtıldığı bir ‘an’ vardır. “Gözler kapanıp kasalar açıldığında” der buna Balzac. O vakit mirasçıların etekleri tutuşur. Göz bebekleri kızarır, şakaklarındaki damarlar şişer, hırıltılı nefesleri hızlanır. İçlerinde biriken şirretlik volkan gibi patlamaya hazırdır. Zekice buldukları entrikaların işe yarayıp yaramadığını test edecekleri bir paylaşım seremonisi başlamak üzeredir. Tüm hayatlarının ahlaki pusulasını oluşturan bir söz, kulaklarında çınlayan bir ilahiye dönüşür: Ölüm hak, miras helal!
Zenginlerin miras kavgasını işleyen romanları çoğumuz okumuşuzdur. Filmleri, dizileri izlemişizdir. Bazen de magazine düşmüş skandallardan öğreniriz olan biteni. Fakat açgözlülüğün tam kalbinden gelen gerçek sesler pek azdır. İşte yakın zamanda çıkan bir kitap böylesine bir kaynak: Öteki Sabancılar: Adana’da Piç Olmak
Hacı Ömer Sabancı’nın büyük oğlu İhsan’ın kızı Sevgi Sabancı, Kayseri’deki köyünde bir duvara sırtını verip karşıdaki üzüm bağlarına iç çeke çeke bakan Hacı Ömer’in, Adana’da ‘SA krallığına’ uzanan entrikalarla dolu tarihini, bir miras meselesi üzerinden anlatıyor.
Kitabın kısa özetini “Sabancı ailesinin ‘karanlık’ tarihi” başlıklı şu yazıda bulabilirsiniz. Hacı Ömer’in altı çocuğu vardır: İhsan, Sakıp, Hacı, Şevket, Erol, Özdemir. İhsan tam bir Adanalı gibi yaşar. İçmeyi, eğlenmeyi, futbolu, kadınları sever. Oysa çekirdekten cimri Hacı Ömer için tahammül edilemez günahlardır bunlar. Dini veya ahlaki nedenlerden değil, para harcama olarak gördüğünden… Anne ve babasının seçtiği Yüksel hanımla evlenen İhsan, bir gün yoksul mahalleden Nevin’e aşık olur. Resmi nikah sözü verse de aile bağı engeldir. İmam nikahı kıyar ve beraber yaşarlar. Nevin’den Sevgi, Murat ve Sevilay isimli üç çocuğu olur. Mesele de bundan sonra başlar. Mirasa yeni ortaklar gelmiştir çünkü.
Hikaye, Sabancı ailesinin nüfuzunu kullanarak bu ortakları yok etmeye çalışması üzerinden bugüne kadar ilerler. Polise ev bastırılır, hapse attırılır, Nevin’e fahişe damgası vurulur, çocuklar “piç” diye aşağılanır. Hacı Ömer öldükten sonra aynı aile politikası Sakıp Ağa’nın önderliğinde kesintisiz sürer. İlgi çekici olduğu kadar iğrendirici bir hikayedir. Bütün kutsal değerlerin de üzerinde bir kutsallığa sahip serveti koruma ve kollama yolunda her şeyin mubah kılındığını apaçık izleriz.
Dolayısıyla kitap zengin bir ailenin geçmişine dair mahrem konularla sınırlı değildir. Türkiye’nin modern sermaye sınıfının ahlaki normlarının ne olduğunu, servet tutkusundan kaynaklanan yozlaşmayı ve bütün bunların sermaye birikiminin evreni içinde nasıl şekillendiğini de görürüz. Ve nihayetinde Balzac’ın dahiyane cümlesini bir kez daha hükmünü icra ederken buluruz: Her büyük servetin altında bir suç yatar!
İki intihar ve TEMSA’nın bozuk frenleri
Sabancı ailesi İhsan’ı Nevin’den koparamayınca türlü çirkefliklere başvurur. Azmettiricinin kim olduğu belirsiz üç saldırıya uğrar Nevin. Birinde pencereden bıçak fırlatılır, kıl payı geçip duvara saplanır. Başka bir sefer, eve gelen tanımadığı bir kişi uzun uzun baktıktan sonra, “Tövbe, ne kadar para verirlerse versinler seni öldüremem” der, kaçar. Bir başka sefer Hacı Ömer’in köyünde üzerine sürülen traktörden son anda İhsan kurtarır. Traktör şoföründen bir daha haber alınamaz.
Ancak iki şüpheli intihar vakası var ki, Müge Anlı’nın sahnesine çıkarılan fakir fukaranın vukuatları yanlarında dipnot kalır.
Sevgi Sabancı, 1986’da TEMSA’da çalışan Vehbi Asutay adlı genç bir mühendisle tanışır. Uzun süren ilişkiyi Asutay, evliliğe çevirmek niyetindedir. Sevgi hanım uyarır: “Amcalarım, Güler abla bunu duyarsa seni işten atarlar.” Asutay oralı olmaz. Eğitiminin, kariyerinin başka iş bulmaya yetecek düzeyde olduğunu söyler. Çok önemli bir ‘sırrı’ da paylaşır: “İmal ettiğimiz otobüslerin fren sisteminde sorun olduğunu üst yönetime rapor halinde verdim. Ölümlü kazalar olursa hiç şaşırmayın dedim. Bayağı bozuldular. Beni kapıya koyarlarsa sebebi bu rapor olur.” Asutay’ın akıbeti ne olur peki?
Evlilik hazırlıkları yapan Sevgi hanım Londra’dayken, 24 Temmuz 1988 günü bir telefon alır. Arayan gazetecidir. Hürriyet’te çıkan haberi aktarır: “Sabancılar’ın kızına aşık olan mühendis intihar etti!” Nişanlısı Asutay, evlendikten sonra beraber yaşamayı planladıkları Kandilli’de yeni aldığı evin garajında ölü bulunmuştur. Polis intihar olduğuna kanaat getirip dosyayı kapatır.
Hemen yakın zamanda yaşadığı bir başka hadiseyi hatırlar Sevgi hanım. Evliliğe adım atmanın verdiği özgüvenle 25 yaşındayken, mirastan kendilerine düşen hakkın yenildiğini belirterek Sabancılar’a itiraz eder. Derhal holdingin koordinatörlerinden Hüseyin Bey, ofise çağırır. Şu cümleler dökülür ağzından: “Benim babanla dostluğum oldu, hatırı çoktur. O hatıra binaen seni uyarmak için davet ettim. Miras konusunu fazla kaşıma. Bunlar babana acımadılar, sana hiç acımazlar. Verilenle yetin. Reha Turan olayını hatırla.”
Sevgi hanım, “Reha Turan olayı nedir” diye sorar. Aldığı yanıt imalıdır: “Ablan (üvey) Nur’un eski kocası. Geçinemedikleri için boşandılar. Sonra Güler ablanı tehdit ederek ara ara para koparmış. Bu durum uzayıp gitmiş, ta ki adam Boğaziçi Köprüsü’nden atlayıp intihar edinceye kadar.”
Kısaca kitap, Türkiye Cumhuriyet’inin tapusunda hatırı sayılır hissesi bulunan bir aileyi tanımak bakımından eşsiz bir eser.
Eşsiz lakin, şu sıralar çok satanlar listesinin zirvesinde yer almasına rağmen medyanın şaşırtıcı düzeydeki ilgisizliği dikkat çekiyor. Üzerine az sayıda yazı çıktı mesela. Televizyonlarda konusu dahi olmadı. İçinde ihanetin, cinayet iddialarının, para hırsıyla gözü dönmüş zenginlerin şantaj ve tehditle iş yapmasının; Yılmaz Güney, Asil Nadir, Turgut Özal, Saddam Hüseyin, İran kraliyet ailesi vb. karakterlerin yer aldığı bu muhteşem malzemenin, yeterince malzeme olmaması soru işaretleri yaratıyor doğrusu. Türkiye’nin en zengin üç ailesinden birisinin kirli sepetini ortaya dökmek kolay iş değil.
Niye dökülsün ki zaten. Yozlaşmanın izini Gültepe’nin, Esenyurt’un varoş mahallelerinde veya Anadolu’nun kuytu köşelerinde aramak; paranın kirli yüzünün adresini iktidar yandaşlarıyla sınırlandırmak daha maliyetsiz. Koca koca şirketleri, üniversiteleri, müzeleri, yalıları, sanat koleksiyonları, reklam bütçesi olan bir ailenin neredeyse bir asra yayılan çıkar dünyasının aşağıya da damlayan nimetlerini, bir ‘piç’in anılarıyla lekelemeye ne gerek var! Hukuksuzluğun, güç zehirlenmesinin, paraya tahvil ahlakın temellerinin sermaye sınıfının egemenliğinde yattığını, yozlaşmanın tavandan tabana yayılan bir süreç olduğunu bilmenin; sermaye ve servet düşmanlığı yapmanın kime, ne faydası olur değil mi! Arsızlığın arşa çıktığı zamanlarda, içinizi soğutacak bir şeylere mi ihtiyacınız var? Alın size haksız servet diye üzerinde özgürce tepineceğiniz, miadı dolmuş bir kaç aparat: Dilan Polat’lar, Seçil Erzan’lar vs.. vs..
Kısaca Sevgi Sabancı’nın anıları, Türkiye’nin en zengin ailelerinden birisinin üzerinden sermaye sınıfının ahlaki, dini, etik anlayışının altında yatan çırılçıplak servet tutkusunun genetik haritasını çıkarıyor. Hani Karl Marx der ya, sermaye dünyasının ilişkilerinde aşk da sevgi de dostluk da kan bağı da paraya tahvillidir. Metalaşır ve satın alınır hale gelir. Kitap tam olarak bu ekonomi politik soyutlamanın, somutlanmış hali işte.
Bize yıllar boyu sevimli, vatansever, cömert bir figür gibi yutturulan ‘ağa’yı bir de ağabeyinden dinlemek lazım: “Ulan alçak Sakıp!”