Son aylarda, Ukrayna sorunu ile yatıp kalkıyoruz. ABD, Rusya’nın “Ukrayna’yı işgal edeceğini söylüyor. CIA, bunun için gün bile verdi, 16 Şubat 2022. Batı basını, tümü değilse de çoğunluğu, her gün Ukrayna meselesi ile yatıp kalkıyor. Elbette bizim Saray basınımız da. Saray, Ukrayna savaşı patlar diye ellerini ovuşturmakla kalmıyor, bu konuda ABD adına rol çalmaya, verilen görevleri yerine getirmeye çalışıyor.
Ülkemizde de “savaş çıkar”, “savaş çıkmaz” diye tahminler birbiri ile yarışıyor. Öyle ya, hem NATO üyesi bir ülkedir Türkiye hem de Saray Rejimi’nin savaş ile aşkı dillere destan bir tetikçilik temeline dayanmaktadır. Bu durumda, savaş histerisi bizi yakından ilgilendiriyor.
Olur mu “savaş histerisi”?
Sanki, ABD emperyalizmi, savaş olmadan duramaz, yaşayamaz gibidir. Bu nedenle savaş ve gerginlik politikaları sürekli gündemi dolduruyor.
Böyle olunca, mesela Ukrayna’da, Rusya ne kadar “sağduyulu” davransa, ne kadar savaştan kaçınsa da, bu gerilimli hâl bir savaşa dönüşebilecek durumdadır.
ABD’nin bu savaş histerisi, sadece bugüne ait değildir.
ABD, hem Birinci hem de İkinci Dünya Savaşlarının “kazananı” olmayı başarmıştır. Her iki savaşta da, çok az yara almış, çok kazançlı olmuştur. İkinci Dünya Savaşı’nda Alman faşizmini yenen, Sovyetler Birliği öncülüğündeki halkların cephesidir, sosyalizm cephesidir. Ama ABD, en uygun anında savaşa girebilmek için, Pearl Harbor saldırısını gerçekleştirsin diye Japonlara büyük provokasyonlar organize etmiştir. Sonunda savaşa dahil olmuş ve Hiroşima ve Nagazaki’ye atom bombalarını atarak, bitmiş savaşın Batı cephesindeki galibi unvanını almıştır. Hitler’in artıklarını toplayıp, Alman faşizminin tüm katillerini bünyesine alıp, “Batı dünyasının” lideri olmuştur. Büyük kazançtır ve “the great reset”in ilkidir.
İki dünya savaşı sonunda kapitalist-emperyalist kampın liderliğine oturmuştur.
Şimdi, bu hegemonyasını kaybetmektedir. Deniz Adalı’nın benzetmesi ile, bu hegemonya bir “eğik düzleme” binmiştir ve sürekli irtifa kaybetmektedir.
Hegemonyasının çözülmesi, Vietnam savaşı sonrasında başlar. Sahte (karşılıksız anlamında) dolar basarak ayakta duran bir sistem yaratılmıştır ve 1973’te petrol krizi ile bu sistem çökmüştür. Batı’nın anti-komünist savaş bayrağı altında ABD önderliğini kabul etmesi, bu hegemonyanın çözülüşünü yavaşlatıcı bir etken olmuştur. Petrol satışlarının dolara bağlanması ile, bu kriz atlatılmış ve daha büyüğü kapıya dayanmıştır.
Ekonomik olarak, Almanya ve Japonya, 1970’lerden bu yana, ABD ekonomisini geride bırakmıştır. Kontrolü altındaki dünya bankacılık sisteminin verdiği hızlı hareket etme olanakları ile Çin’e üretimi kaydırmanın öncülüğünü almış, bir nefes almış, ama bu da uzun sürmemiştir. Almanya ve Japonya ekonomileri, ciddi bir gelişimle, ABD ekonomisini geride bırakmıştır. Meseleye milli gelir rakamları ile bakanlar, bunu elbette göremezler.
ABD ekonomisi, daha çok askerî sanayie dayalıdır. Militarist bir ekonomidir. Oysa Japon ve Alman ekonomileri, İkinci Dünya Savaşı’nın sonucunda oluşmuş yasaklara da bağlı olarak, daha az militaristtir.
Sovyetler’in çözülmesi, anti-komünist savaş dayatmalarını bir nebze olsun azaltmış ve bu durum, emperyalist güçler arasındaki paylaşım savaşımını öne çıkarmaya başlamıştır. Doğu Avrupa ve Balkanlar konusunda Almanya ve ABD rekabeti biliniyor. Almanya, ciddi biçimde Doğu Avrupa’ya yayılmıştır.
Bugün, başlıca beş emperyalist güç arasında bir paylaşım savaşımı söz konusudur. Bunlar, ABD, Almanya, Japonya, İngiltere ve Fransa’dır. Diğer bazı ülkeleri, mesela İtalya, Kanada vb. gibi, daha az etkileri olduğu için bir kenara bırakmak, durumu anlamayı etkilemez. Elbette onlar da bu savaşın içindedir.
Bu savaş içinde, ekonomik olarak ABD’nin gücünü zorlayan Almanya ve Japonya’dır. Ama, siyasal olarak Fransa ve İngiltere daha rahat hareket etme olanaklarına sahiptir. Bu durum, geçici ittifakların oluşumu ve bozulması, yeniden oluşumu sürecini etkilemektedir.
Bugün ABD, askerî alanda rakiplerinden üstündür.
Bu durumu sahaya yansıtmak istiyor.
İkizkuleler indirildiğinde ABD, bunu fırsat bilerek, Afganistan ve Irak’ı işgal etti. Bu işgal politikaları, bizim cephenin “yeni sömürgecilik” dediği şeyi bir kere daha düşünmemize neden oldu. Olmalıdır da. Emperyalizm çağı, savaşsız ülkelerin sömürgeleştirilmesine olanak vermektedir. Sermaye ihracı bunu sağlamaktadır. Bu gerçektir. Ama Sovyetler’in olmadığı bir dünyada, sermaye, işgal politikalarını devreye sokmakta eskisinden daha cesur davranabilir ve öyle yaptılar.
Afganistan ve Irak işgali döneminde, Kissinger tarafından cesurca ilan edilen “tek dünya devleti” ya da “imparatorluk” politikası, “ABD’nin bir dış politikaya ihtiyacı var mı” küstahlığına kadar varmıştı. Dünya, ABD’nin egemenlik alanı olarak görülüyordu. Tüm dünya, ABD için “iç” idi, dış politikaya gerek kalmıyordu.
Sovyetler sonrası ABD politikasının ilk dönemi budur.
Ama istenilen sonucu vermemiştir.
Bölgemizi kasıp kavuran BOP (Büyük Ortadoğu Projesi), bu birinci döneme aittir. Ama, istenilen sonucu vermemiş olan bu politikada, rötuşlar gerekli hâle gelmiştir. Zira bu süre içinde Almanya ve Japonya başta olmak üzere NATO müttefiki içindeki İngiltere de ABD’nin kontrolünden kurtulmak için hamleler yapmış ve yol da almıştır. Obama dönemi bu rötuşların dönemidir. ABD, güçlerini yeniden organize etmek, hegemonyasının çözülmesini durdurmak için yeni güç konuşlandırmak üzere harekete geçmiştir. Libya, ardından Suriye savaşı, aslında, bu eski politikanın bir kere daha denenmesidir. Ama sonuç daha da kötüdür.
Suriye savaşında, Rusya ve Çin’in sahaya inmesi, durumu değiştirmiştir.
Emperyalist Batı güçleri, Rusya ve Çin’i, kapitalist dünya sistemine, yeni ortaklar olarak kabul etmemiş, onlara sömürge olmayı dayatmıştır. Trajiktir: Rusya ve Çin, sosyalist iken sistemin kabul etmediği ülkeler idi, ama kapitalist yoldan ilerlemeye yöneldiklerinde de kabul görmediler. Emperyalist dünyaya yeni sömürge toprakları gerekli idi. Bunu da bu iki büyük güç reddetmiştir. Rusya’nın askerî gücü, Çin’in ekonomik gücü, tüm sistemi etkilemiştir ve ABD hegemonyasının çözülüşünü de hızlandırmıştır.
Suriye savaşının bir evresinde, 2013’te, Rusya ve Çin, açıktan sahaya çıkmıştır. Bu hem ABD’nin Suriye yenilgisi ile sonuçlanmış (ki savaş devam ettiği sürece hiç bir yenilgi tam yenilgi değildir) ve bu durum, hegemonyayı daha da fazla çözmeye başlamıştır.
ABD, bu durumda, Batı cephesini bir arada tutabilmek için, yeni bir düşman yaratmıştır. Uzun yılların Sovyetler’i kuşatma siyasetinin ürünü olan Yeşil Kuşak içinde beslenen, kullanılan İslamî unsurlar, IŞİD, El Kaide gibi isimlerle Batı’nın ortak düşmanı olarak sahaya sürülmüştür. Bugün -Afganistan ve Irak da dahil- ABD, istediklerine ulaşamamış durumdadır. Suriye’de durum, ABD açısından zafere uzaktır.
İşte Biden ile başlayan yeni ABD politikası -Biden’dan çok yakın gelecekte Harris adı ile anılacaktır-, NATO’yu tekrar diriltmek, toparlamak ve Rusya’ya karşı, Çin’e karşı daha açık bir savaş yürütmek olarak ortaya konmuştur.
İşte Ukrayna meselesi bu açık savaş politikasının uygulama örneğidir.
ABD, NATO’yu devreye sokmuştur.
NATO, emperyalist kampın bir savaş makinasıdır. NATO’nun, bizim bazı liberal solcularımızın, AB hayranlarının sandığı gibi, barışla, demokrasi ile alakası yoktur. Zerre kadar yoktur, hiç de olmamıştır. Liberal solun Batı hayranlığı, anti-komünist Soğuk Savaş döneminin kalıntısıdır, başka bir anlam ifade etmez. Bu nedenle, Batı değerlerine bağlı kalalım yeter, NATO üyeliği de dahil, demeleri, körlük değil ise, nesnel olarak emperyalist cephenin savunusudur.
NATO, anti-komünizm ile özdeştir, savaş kundakçılığı ile özdeştir, Batı dünyasının emperyalist saldırganlığı ile özdeştir, ABD hegemonyasının önemli araçlarından biridir. Ki bugün, ABD’nin elinde hegemonyasını sürdürmek için kalan en önemli uluslararası örgütlenmedir.
ABD, tüm Batı cephesini, kendi etrafında IŞİD korkusu ile birleştirmeyi başaramadı. Bu artık işlemez. Bu durumda yeni düşman, eski düşman olan Sovyetler’in yerine, Rusya ve Çin olarak tarif edilmektedir.
ABD, emperyalist rakiplerine, gelin Rusya ve Çin’i birlikte yenelim, sonra önümüze yepyeni bir sömürge coğrafyası açılacak, demektedir. Projeleri budur.
Bu proje bugün, Rusya’yı baş hedef hâline getirmek şeklinde işlemektedir.
Anlaşılırdır.
Rakiplerine göre askerî açıdan üstün olan ABD, Rusya’nın askerî gücünü bir tehdit olarak sunmaktadır. Ukrayna’da yaptığı budur. Bu askerî güçten korkmalarını istemektedir. Böylece Rusya’ya karşı kendi kanatları altına sığınmalarını istemektedir.
Öte yandan, eğer Rusya’ya karşı saldırı tehditleri artarsa, Rusya’nın Çin ile ittifakını bozabileceğine yatırım yapılmaktadır. Yani bu iki yönlü stratejidir; bir, Rusya ve Çin ittifakını bozmak, iki, AB’yi ABD’nin kontrolüne yeniden sokmak.
Demek oluyor ki, Ukrayna savaşı, Rusya’ya karşı provokasyon olduğu kadar, AB’ye karşı da açık tehdittir.
Bunu AB’nin, Almanya ve Japonya’nın, Fransa’nın görmemesi mümkün değildir. İngiltere ise, bu süreçte, ABD ile yakınlaşarak, hem kendini sağlama almaya çalışmakta hem de ABD’nin tahtına aday olduğunu açıklamaktadır. ABD ile çatışmadan, onun yardımcısı olarak bunu yapmak istemektedir.
Kasım 2021’den başlayarak, Ukrayna sorunu ortaya çıkarılmış, alevlendirilmiştir.
ABD, Karadeniz’de güç gösterisi yapmıştır, İngiltere ardından gitmiştir, Fransa ha keza. Ama Rusya, bu sürtüşmede, kendine ait iki uyduyu uzayda vurarak indirince, durum değişmiştir.
Bu kez, Ukrayna içine neonazilere destek vermek üzere, asker, askerî uzman, IŞİD’li savaşçı, paramiliter güçler, silah vb. yığılmaya başlanmıştır. Bağımsızlığını ilan eden iki bölgeye karşı, Ukrayna, her türlü provokasyon ve saldırıyı devreye sokmaktadır. Buna karşın, Rusya, savaş zorunlu ise hazırız, mesajını verecek hamlelere başlamıştır.
Gerilim tırmandırılmıştır.
Tüm Batı medyası, tümü değilse de büyük çoğunluğu, yalan ve uydurma haberlerle beslenmiş ve Rusya’nın Ukrayna’yı işgal edeceği sanki bir gerçekmiş gibi sunulmuştur, sunulmaktadır. Bu yolla, yapay bir gerçeklik üretilmektedir. Batı cephesinde bu eski bir alışkanlıktır, eskimiş bir numaradır ve eski numaraların devreye bu denli şiddetle alınması, çaresizlik olarak görünmektedir.
Elbette bunca gerilim, iplerin bir yerden kopmasına da neden olabilir. ABD ve Batı, Ukrayna’daki vatandaşlarını geri çağırmış, Kiev’deki elçiliklerini boşaltmıştır. Böylece Rus işgali tezi işlenmektedir.
Rusya’nın kuşatılması için Kazakistan’da yapılan deneme boşa çıkmıştır. Şimdi, eğer Ukrayna’da savaş naraları işe yaramazsa, ABD, bir provokasyon için her şeyi yapacak gibi tutum almaktadır.
Rusya, açık olarak NATO’nun sınırlarından çekilmesini istemiştir.
NATO, bir savaş makinası ve ABD hegemonyasının Soğuk Savaş dönemindeki askerî dayanağı olarak yaşatılmak istenmektedir. Kore savaşının kundakçısı ABD ve NATO’dur. Türkiye, Kore savaşına katılmak bedelini ödeyerek NATO’ya üye olmuş bir ülkedir.
NATO, üye ülkelerde de Gladio gibi aygıtları yaratan, besleyen bir iç savaş örgütü olmuştur. Ülkemizde 1952’den bu yana gerçekleşen her katliamda NATO’nun izleri vardır.
Bugün, Doğu Avrupa’nın eski sosyalist ülkeleri, hep birlikte NATO şemsiyesi altına toplanma hevesindedir.
Ukrayna süreci gösterdi ki, aslında bu ülkeler, nasıl bir yola girdiklerinin de çok farkında değildirler. Ukrayna’nın İngiltere elçisi, bir vesile ile, savaş istemediklerini, NATO üyeliğinden vazgeçmeye hazır olduklarını söyleyince, kıyamet koptu. ABD ve İngiltere bu açıklamaları reddetti. Ukrayna, bağımsız bir ülke midir şimdi? Ukrayna Başkanı, elçinin açıklamalarını düzeltti. Demek oluyor ki, Ukrayna içinde ABD ve NATO güçleri egemen olmaya çalışmaktadır. Ukrayna’da gizli bir iç savaştır bu.
Biden’ın gelgit aklı, duruma yetmedi ve Harris, devreye girdi. Açıklamalar yapmaya başladı. Demek ki, bu iç savaş, ABD içinde de kargaşa yaratma eğilimindedir.
Tüm bu süreçte, ABD’nin iki tetikçisi, Polonya ve Türkiye devreye girmiştir.
TC devleti, açık bir ABD tetikçisidir. Bunu biz, Suriye’den, Irak’tan, Libya’dan, Ege’den, Kafkaslardan biliyoruz. Şimdi buna Karadeniz ve Ukrayna eklenmiştir. Saray Rejimi, açık olarak Ukrayna cephesinde yer aldığını beyan etmiştir. Ardından da durumu toparlamak üzere, Rusya ve Ukrayna arasında arabuluculuk önermiştir. Rusya’nın duruşu, NATO’nun bir adım geri atmasına neden olmuştur.
Şimdilerde NATO, aslında Rusya’nın tüm Avrupa’yı işgal etmeyi planladığını beyan etmektedir.
Karanlıktan beslenen emperyalist egemenlik, savaş naralarını yükselttikçe, saklanabilmek için karanlığı daha da artırmakta, zifiri karanlığa çevirmektedir. Tüm Batı basını, hep birlikte, bu propagandanın arkasındadır.
İşte size Batı değerleri.
İşte size gazetecilik etiği.
İşte size haber alma hürriyeti.
Pandemiye karşı geliştirilen ilk aşı olan Sputnik V’i kabul etmemek için her dereden su getiren Batı, insanlık değerleri diye liberal “aydın”ların sarıldığı Batı, işte budur. Emperyalistler, her zaman maske ile dolaşırlar, her zaman güneş altında durmak yerine karanlığa sığınırlar, her zaman demokrasi şampiyonu gibi davranırlar, her alanda kendi değerlerini “insanlık değerleri” olarak sunarlar. İngiliz, Amerikan, Hollanda, İspanyol sömürgelerine gidin ve bu değerlerin ne olduğunu, medeniyet taşımanın ne olduğunu onlara sorun. Irak’a gidin ve ölü, öksüz, sakat çocuklara demokrasinin nasıl taşındığını sorun.
İşte Batı değerleri diye yere göğe sığdırılamayan değerler bunlardır.
NATO, bu sistemin kanlı örgütüdür, savaş kundakçısıdır, dünyayı tehdit eden bir ağın askerî gücüdür, tekelci egemenliğin kendisidir.
Ukrayna halkı, bu NATO’yu mu istemektedir?
Ukrayna halkına sorulsa eğer, Rusya ile bir savaştan yana mı olacaklardır?
Ukrayna’da, Kanada ve ABD’den getirilen, eski Nazi artıkları ile iktidar alınmıştır. Bunu demokrasi olarak Ukrayna halkına satmak mümkün müdür?
ABD, savaş politikalarına devam etmek zorundadır. Bu onun için bir yaşamsal meseledir. Yoksa hegemonyasını kaybedecektir. Barış içinde kendi hegemonyasını kaybetmeyi kabul mü edecektir? Sanmıyoruz. Bu çok ama çok iyimser yaklaşım olur. Savaşın yıkıcılığı açıktır, ama NATO ve ABD’ye boyun eğmek, barışın garantisi olabilir mi?
ABD, diğer emperyalist rakiplerine göre askerî alanda daha güçlüdür ve bu hâlâ böyledir. Almanya ve Japonya, çok barış sever olduklarından değil, ama askerî güçleri yetmediğinden, bu savaşı ertelemek istemektedirler.
İngiltere’nin tuhaf başbakanı Johnson, Rusya’nın 1945’tekinden daha büyük bir savaş planladığını iddia etmektedir. Oysa İkinci Dünya Savaşı, Hitler Almanyası’nın başlattığı bir savaş olarak biliniyor. Johnson, bu savaşın sonuçlarına bakıyor ve Kızıl Ordu’nun Berlin kapılarına dayanmasını hatırlıyor. Ölmüş olan 20 milyon Sovyet insanını hatırlamasını beklemek hata olur elbette.
Saray Rejimi, bu savaşta ABD tetikçisidir. Kimse Türkiye’ye, kimin yanındasın diye sormayacaktır. Saray Rejimi, hem kendi geleceği için bu savaştan yanadır hem de savaş ekonomisi bunu gerektirmektedir. Bu sadece Erdoğan’ın isteği değildir, onunla birlikte tüm TC devletinin politikasıdır, vazgeçilmez politikasıdır.
Bu nedenle TC devleti, savaş politikaları söz konusu olduğunda, ABD’den çok ABD yanlısı olarak hareket etmektedir. Tetikçilik de budur. Bunu gerektirir.
Savaş histerisi, tüm emperyalist kampı sarmış gibidir. ABD’nin histerisi, şimdi, tüm Avrupa’yı sarmaktadır. Oysa ABD’nin tehdit ettiği ana unsur, Rusya kadar AB’dir de.
Tüm bu politikalar, ABD’nin, AB’yi, kendi politikalarının esiri hâline getirme isteğinin açık kanıtlarıdır.
Bu savaş, emperyalist sistemin bunalımının da sonucudur.
Bu savaşı durduracak tek güç, dünyada gelişecek bir yeni sosyalist devrim dalgasıdır. Dünya proletaryası böylesi bir savaşı önleyebilir. Bu savaştan en çok zararı görecek olan, her savaştan en çok zararı gören, işçi sınıfı ve emekçilerdir. Bu nedenle de işçi sınıfı ve emekçiler, bu savaşı durdurmak için, devrim bayrağını dalgalandırmak zorundadır.
ABD, bugün Ukrayna’da geri adım atsa, yarın bir başka yerden savaşı körüklemeye başlayacaktır. Afganistan’dan kuvvetlerini çektiğinde ABD Başkanı, gelip giden aklı ile, bu geri çekilmenin daha büyük savaşlar için yapıldığını ilan etmiştir. Bu nedenle, ABD’nin durmasını beklemek mümkün değildir. ABD emperyalizmi, bu savaşa muhtaçtır.
Bu savaşı durduracak güç, dünyanın her yerindeki proletaryadır.
Artık, dünyada yeni bir dönem açılmaktadır. Bu dönem, sınıf savaşımının öne çıkacağı bir dönem olacaktır. Bunun birçok açıdan işaretleri mevcuttur. Bu nedenle, bir toplumsal devrim, dünyanın herhangi bir bölgesinden kapitalist zincirin kırılması, büyük bir olasılıktır. Devrimci iradenin, gözünü bu noktaya dikmesi gereklidir.
Ukrayna’da da bir devrim, bir altüst oluş, tüm durumu düzeltme olasılığını yaşama geçirebilir.
ABD emperyalizmi, Rusya ve Çin’e karşı, onların çevresinde her türlü savaş kundakçılığını geliştirmeye devam edecektir. ABD tetikçisi olarak TC devleti, bu her türlü savaş gerginliğinin, savaş hâlinin içine dalmaktan geri durmayacaktır. Öyle ise, ülkemizde de gelişecek bir devrim, dünyanın değişmesi için büyük bir olanak olmaya adaydır.
Elbette biliyoruz, devrim, kendiliğinden gerçekleşmez. Bir örgütün, işçi sınıfının öncü örgütünün eseri olacaktır. İşçi sınıfı, ancak devrimci öncüsü etrafında kenetlendiğinde gerçek bir güç, dünyayı değiştirebilecek bir güç hâline gelebilir.
Nesnel durum ile, devrimi gerçekleştirecek öznel güç arasındaki açıklık, bugünün ana sorunudur. Bu sorun, bizi olayları seyreder pozisyona kilitlememelidir. Tersine, tüm gücümüzle işçi sınıfının örgütlenmesi mücadelesini yürütmek zorundayız. Seyretmek, kendini hareketsiz kılmak, kabul edilemez.