3 C
İstanbul
25 Kasım Pazartesi, 2024
spot_img

2023’e girerken gençlik ve gençlik hareketi üzerine – Deniz Adalı

Devrim ve sosyalizm mücadelesi konu olduğunda, her ülkede, her çağda, gençlik özel bir öneme sahiptir. Bunun nedeni de anlaşılmaz değildir. Açıktır. Hem sosyalizm, ortakçı toplum, yani komünizm geleceğe ait bir süreçtir hem de gençlik ve gelecek bağlantısı bununla örtüşmektedir. Ama eğer bu kadarı ile yetinirsek, sanırım, çok çizgisel ve o kadar da derinlikten uzak bir yaklaşımla yetinmiş oluruz.

Evet, sosyalizm, komünizm gelecek demektir. Bu hem kapitalizmin geleceği yoktur demektir; insanlığa, insana, sunacağı bir geleceği yoktur demektir hem de kapitalizmin yıkılması ve yeni dünyanın, sınıfsız ve sömürüsüz bir dünyanın kurulması işi, “geleceğin” işi demektir, bugünden başlayan geleceğin.

Bu süreç, hem kuşak olarak yaşları nedeni ile genç kuşakları işin içinde önemli bir yere oturtuyor ve hem de sistemin en az kirlenmiş, sisteme en az adapte olmuş, aynı anlama gelmek üzere insanî özelliklerini hâlâ koruyabilen toplum kesiti olarak gençliği, gelecek ortakçı toplum mücadelesinde önemli bir yere oturtuyor.

Genç olmak, ilkin sistemden daha az etkilenmek demektir. Daha az ayak bağı demektir. Daha büyük özgürlük ve hayal gücünün kaynağı da buradadır. Yeniye açıklığın kaynağı da budur.

Biliniyor, sistem, kapitalist devlet, egemenler, sadece baskı ile, sadece şiddetle, sadece zorla yönetmezler. Onların baskı ve şiddetinin yaratacağı korku, elbette egemenlikleri için önemlidir. Ama egemenler, aynı zamanda birçok önyargı ile, kör inanla vb. de toplumu yönetmeyi başarırlar, bunları kullanırlar. “Eski köye yeni adet” sözünü ağzına sakız etmiş orta ve yaşlı kuşaktan birisi, ne olursa olsun, genç gibi sistemi sorgulama, kuralları sorgulama yeteneğini gösteremez.

Genç olmak, sistem tarafından daha az “egemenlik altına” alınmış olmak, hâlâ birçok alanda hayallere sahip olmak, yeni fikirlere ve mevcut kuralları sorgulamaya açık olmak demektir. Bunların beraberinde getirdiği atiklik, cesaret vb. ise bu tartışmanın şimdilik dışındadır.

Aslında, kapitalist toplumun ya da genel olarak toplumun, gençliği etkilemediği gibi bir şey söylemiyoruz. Bu elbette ki mümkün değil. Toplumsal yaşam her kesimi, yaşı ne olursa olsun etkiler. Kapitalist ilişkiler, meta toplumu, tüketim toplumu elbette gençliği etkiler, etkilemektedir de. Genç olmak, tüm bu etkilere kapalı olmak demek değildir. Ama genç olmak, bu etkilerin henüz kör inana, henüz nasırlaşmış düşüncelere yol açamamış olması demektir.

Gençlik, hangi sınıfın gençliği, hangi toplumun gençliği olursa olsun, bazı farklılıklar gösterir. Tepkisinin daha erken ortaya çıkması, zekânın kıvraklığı, kendini ifade etmedeki doğrudanlık, kalıplaşmış ilişkileri sorgulama cesareti vb. her sınıfın gençliğinde kendini gösterir.

Bunun bir nedeni, gençliğin hâlâ “aile” geçindirme zorunluluğu olmaması olarak açıklanagelmiştir. Bir yere kadar doğrudur ama bir yere kadar. Çünkü, biliyoruz ki, milyonlarca aile geçindiren genç var. Bu açıklama, aslında “sorumsuzluk” olarak da ifade edilir. Bir yere kadar doğru gibi görünse de, doğru değildir. Tersine, genç olanın “sorumluluğunun”, sadece aile ile, sadece kendisi ile sınırlı olmaması hâli, daha çok toplumsal sorumluluk hissinin kuvvetli olması hâli söz konusudur. Yani, yaşça ileri bir kişi, aile düzeni, kurulu sistem vb. ile kendini daha bağlı hissederken, bir genç, kendini daha çok dünya, daha çok ülke, daha çok toplumsal yaşamla ilgili hisseder.

Belki de bu işin kaynağı, öğrenme tutkusudur.

Öğrenmek, her yaşta insanı canlı tutar. Öğrenmeyi bırakmış kişi, gerçekten de yaşlıdır. Kendini “her şeyi bilen” kişi olarak ifade eden bir kişinin, öğrenme heyecanı olmaz elbette. Bu, “egemen”ler için böyledir. Egemen sınıf, aslında sınıfların öğrenmeye en kapalı olanıdır denilebilir.

Genç olmanın verdiği enerji, öğrenmenin verdiği canlılık ile birleşince, genç olmak ve olmamak farkı daha fazla ortaya çıkıyor.

Birçok yaşlı beyinde, karar verme süreci son derece karışık ve yavaş işlerken, genç beyinlerde süreç, daha net, daha hızlı işlemektedir.

Tabii ki buradan, gençliğin sorunsuz vb. olduğu, gençliğin meta fetişizminden, tüketim toplumundan vb. etkilenmediği sonucu çıkmaz. Tersine, aslında pek çok reklama bakarsanız, meta sahipleri, reklam ajansları, gençleri “avlamak” istemektedir, onları etkilemek istemektedirler. Gençlik, kendiliğinden bir biçimde, meta toplumundan, tüketim toplumundan etkilenmez bir kalkan oluşturmaz.

Bizim sol çevrelerde, devrimci çevrelerde, kapitalist pazar ekonomisinin gelişimi, tüm değerleri yerle bir etmesinin etkileri sonucu, gençliğe “kayıp kuşak” diye bakmak, neredeyse “moda” gibidir. Yaygın bir düşüncedir bu. Gençliği “tuhaf”, “anlaşılmaz” bulmak, yaygın bir düşünce tarzıdır. Ve kanımızca da yanlıştır, yanılgı doludur.

Gezi sürecinde tüm toplum olarak bunu gördük. Hatta birçok genç de bunu kendisi gördü. Nasıl ki, yaşlı kuşaklar, gençlerin tutumu, direngenliği, zekâsına şaşırdı ise, benzer biçimde de pek çok genç, kendine şaşırdı, kendi eylemine, kendi zekâsına şaşırdı. Şaşırdı, çünkü, 12 Eylül’den o güne kadar, o zekânın ortaya konacağı bir toplumsal eylem ortaya çıkmamıştı. Sadece gençler değil, tüm insanlar, işçiler vb. kendilerini bu denli dolaysız ifade etme olanağını elde edememişti. Ve elbette, toplumsal olaylar, “iyileştirici” etkiye de sahiptirler. Her ayaklanma, -ki Gezi bir toplumsal patlama idi, ayaklanma değildi- aslında geniş kitleleri iyileştirir, tedavi eder, beyinleri açar, kalıpları kırar, öğrenmez hâle gelmiş beyin hücrelerini öğrenmeye açar.

Gezi, bizim yaşlı kuşak sol kesimlerde, gençlik ile ilgili birçok düşünceyi yerle bir etti. Anlaşıldı ki, bu “apolitik gençlik”, aslında pek de apolitik değil imiş. Anlaşıldı ki, bu “tuhaf” gençlik, toplumsal mücadelede de ilginç tuhaflıklar gösterebilmektedir.

Böylece, “bu gençlikten bir şey olmaz” kalıbı, epeyce aşınmış oldu.

İyi ama ardından yıllar geçiyor ve yeniden bu kalıp “bu gençlikten bir şey olmaz” kalıbı, kendine zihinlerde yer bulmaya başlıyor. Sanki, herkes, sen 70 yaşındakinin geçmesi gereken yoldan geçince “ondan bir şey olur”, yok o yoldan geçmezse, “ondan bir şey olmaz” düşüncesi işlemektedir.

Tüm bunlar, insan denilen varlığı, tarihsel ve toplumsal süreçlerinden ya da zaman ve mekândan soyutlayarak ele almak hatasından kaynaklanıyor. 1960’ların, 1970’lerin gençliği, o gün dünyada ve ülkemizde süren sınıf mücadelesinin içinde yetişiyordu. Bu sınıf mücadelesinin en önemli katılımcıları ve aynı zamanda en önemli öğrencileri idiler.

Bugünün gençliği de bugünlerin dünyasının ve bugün ülkemizin sınıf savaşımının koşulları altında yaşıyorlar. Elbette, bu mücadelenin de önemli unsurlarıdırlar ve elbette en iyi öğrencileri de onlardır.

Toplumsal yaşamda ortaya çıkan dejenerasyon, aslında, kendini tüm toplumsal grup, sınıf vb. içinde ortaya koyar. Bu aslında egemeninin çürümesinin, egemen sınıfın iktidarı altında işçi ve emekçilere, topluma, kadına ve gençlere yansımasıdır.

Bu çürüme, toplumsal bir gerçektir ve aslında dejenerasyon, bu yozlaşma, tüm toplumsal kesimleri içine almaktadır. Toplumsal süreçlerin, olumlu ya da olumsuz etkilerinin gençlikteki yansımasının daha etkili ve açık olması, sadece gençliğin bu süreçlerden etkilendiği anlamına gelmez.

Ülkemizde pazar ekonomisinin, parasal ilişkilerin gelişimi, her şeyin para ile ölçüler hâle gelmesi, her türlü ilişkiye yansımaktadır. Diyelim ki komşuluk ilişkileri, diyelim ki aşk ilişkileri buna göre biçimlenmekte, bu süreçlerden etkilenmektedir.

İnsan, tüketim toplumunda, tüketici-birey olarak varlık kazanmaya başlayınca, kişi özgürlüğünü para ile ölçer hâle gelebilmektedir. Tüketici insan, aslında her şeyi tüketmek üzere organize edilen, adeta formatlanan bir canlıya dönüşmektedir. Biz buna, kapitalist ilişkilerin, en gelişmiş üretim gücü olarak insanı tüketmesi de diyebiliriz. Sadece peynir tüketilmiyor, sadece ekmek tüketilmiyor, binbir çeşit meta, tüketilmek üzere pazara sürülmekle kalınmıyor, aynı zamanda mesela zaman tüketiliyor, mesela ilişkiler, mesela aşklar bu tüketim çarkının içine sokuluyor. Ve elbette tüm bunlar, ilk ve öncelikle genç insanda yansımasını buluyor.

Her ilişki para ile ölçülür hâle geliyor. Para, sadece metanın değerini ifade ettiği bir genel eşdeğer olarak iş görmüyor. Değeri olmayan vicdanların satın alınmasının, aşkların satın alınmasının da aracı hâline geliyor. Böylece, neredeyse “her şeyin” ölçütü hâline getiriliyor.

Her şeyin ölçülmesinin esası hâline getirilmiş para, mesela ülkemizde, krizle birlikte, kendisi bir ölçü olmaktan çıkmaya başlıyor. Bu durum, aslında, para ile ölçülür hâle gelen her şeyin alttan alta yeniden anlam kazanması olarak da ortaya çıkabiliyor. Oysa geçicidir ve yeniden para, her ilişkinin “biricik” ölçütü olmaya devam edecektir. Ta ki kapitalizm yıkılana kadar.

Bir insan, bu parasal ilişki, bu meta ilişkiler ağı içinde daha az ya da daha çok etkileniyor olabilir. Ama genç insan davranışlarında, bu etki daha açık ortaya konulabilir. Bunun tersi de doğrudur. Yani, olumlu denilen her gelişmenin de etkileri genç insan davranışlarında daha hızla ortaya çıkabilir.

Bu nedenle, yalnızca “gençliğin yozlaşması” denildi mi, burada durmak gereklidir. Toplumsal yozlaşmadan ayrı bir özel gençlik yozlaşması söz konusu değildir. Bu yozlaşmanın daha dolaysız görünümlerinin genç insanda ortaya çıkması ayrı bir durumdur.

Bu nedenle, gençliğe güvensizlik anlamına gelen “tuhaf gençlik”, “dejenere gençlik” vb. vurgularını doğru bulmuyoruz. Aslında bu vurguları, devrimci hareketin kendine güvensizliği olarak görüyoruz. Zaman zaman işçi sınıfına güvensizlik, zaman zaman gençliğe güvensizlik, zaman zaman kadın hareketine güvensizlik vb. şeklinde ifade edilen bu tutum, aslında baştan aşağı sorgulanması gereken bir tutumdur ve devrimci bir tutum değildir.

Gençlerin yaşam biçimleri, eski kuşaklara garip gelebilir. Ama bu “sıradan” bakış açısı ile böyledir. Gerçekte, onların yaşam biçimleri, tam anlamı ile toplumsal yaşamın, kapitalist ilişkiler ağının yansımalarının içindedir. Ve elbette, alışkanlıkları daha zayıf olması nedeni ile gençler, bu süreçlerden daha hızlı etkilenseler de, daha hızla bu etkiden kurtulmayı da başarırlar. Gençlerin yaşam biçimleri içinde, derinde yatan tutumu, enerjiyi görmek ve örgütlemek yerine, onları yargılamakla uğraşmak, aslında egemenin bakış açısını da aşamamak olur. Niyetimiz bu olmasa da, aslında o egemen kültürden, o egemen ideolojiden kurtulamamak olur.

Elbette, gençler de, bu konuda yekpare, bir bütün, homojen davranışlar gösteren bir topluluk değildir. Her sınıfın gençliği, bu etkileri farklı taşır ve doğası gereği de olması gereken budur.

Eğer biz, gençliğin toplumsal mücadeleye ilgisi, katılımı ve bu konudaki cesareti ve rolü ile ilgili tartışacaksak, aslında önce “bu gençlikten bir şey olmaz” anlayışını, umutsuz bu yaklaşımı ortadan kaldırmamız gerekir.

Belki de “bu yaşlı kuşaktan bir şey olmaz” daha yerine oturan bir toptancı söz olur. Kanımızca, hiçbiri doğru değildir.

Gençlik, tarihin her döneminde, dünyanın her yerinde, toplumsal mücadelede, kapitalizmi yıkma, egemen sistemi devirme mücadelesinde hep önde yer almıştır, bundan böyle de önde yer alacaktır.

Biz, Marksistler, biz Leninistler biliriz ki, gençlik sınıf mücadelesinin öncü gücü değildir. Ona bu misyonu yüklemek, kapitalist toplumu, sınıf mücadelesini, sınıfların gerçekliğini yanlış anlamak olur. Gençlik bir sınıf değildir.

Yaşam deneyimleri ile 50 yaşında bir insanın insan tanıması ile, 20 yaşındaki bir gencin insan tanıması aynı şekilde olmaz. Ama bizim ülkemizde, özellikle bizim gibi sömürge ülkelerde gençlik, daha erken olgunlaşır. Almanya’daki 18 yaşındaki bir genç ile, bizim ülkemizdeki 18 yaşında genç, aynı süre bu dünya denilen gezegende kalmış olsalar da, aynı olgunlukta değildirler. Biyolojik yaşları aynı olsa da, toplumsal yaşları aynı değildir. Bizde bu hızlı olgunlaşmayı sağlayan şey, aslında yaşamın kendisidir ve bu elbette en geniş anlamı ile sınıf mücadelesinin kendisi olarak ifade edilebilir.

Bugün, ülkemizde öğrenci gençlik, elbette 12 Eylül yenilgisini yaşamamıştır, 1960’ların devrimci gençlik hareketi deneyimlerine sahip değildir. İyi ama, bizim yaşlı kuşak içinde bu deneyimlere sahip olanlar da, aynı değildir. Kimisi, 12 Eylül deneyimlerinden “devrim olmaz”, “kendini koru”, “evde kal” gibi şeyler öğrenmiştir, kimi ise militanca mücadele için yeni yollar arayacak bir bilince erişmiştir. Kimi, yenilgilerden korkmayı öğrenmiştir, devleti korkulacak bir güç olarak görmüştür, kimisi ise devleti daha ciddiye alıp daha sağlam bir mücadele yürütme yollarını öğrenmiştir, kimi “tek sağlam yerimiz kulağımızın arkası kaldı” diye deneyimlerini ifade etmektedir, kimisi ise “tek sağlam yerimiz orası ise korunmaya gerek yok, haydi geri duracak bir şeyimiz yoktur” şeklinde deneyimlerini özetlemektedir.

Hem sınıf savaşımının 50 yıllık, 70 yıllık mücadelesini öğrenmek hem de genç kalmak, işte bunun mümkün ve olanaklı olduğunu düşünüyoruz. Bu sadece tek bir insan vücudunda mümkün değildir, bu örgütlü, devrimci hareketin içinde mümkündür.

Deneyimlere sahip olanlar, genç yoldaşlarından öğrenmeye kendilerini kapattılar mı, “bilmiş” ödülüne meraklı kişiler hâline gelirler, heyecanlarını, öğrenme yeteneklerini köreltirler.

Devrimci, her yaşta iyi bir öğrenci olmak zorundadır. Ve gençlerden öğrenmesini bilmeyenin, gençlere öğreteceği bir şey de olmaz. Bu her türlü öğrenme ilişkisinde geçerlidir. Düzenin bize öğrettiği, zihinlerimize kodladığı öğretmen-öğrenci ilişkisini kökünden reddetmek gereklidir. Öğretmen, eğer öğrenci de değil ise, öğretmen de olamaz. Hayat, devrimci mücadele, öğretmen ve öğrenci ilişkisinin aynı anda iki tarafta da var olduğunu bize gösteriyor.

Bugün, ülkemizde en çok gençler, sistemin tüm çürümüşlüğü ile karşı karşıyadırlar. Okullarda ortaya çıkan intiharlar aslında bu duruma bir tepkinin ifadesidir. Özgürlük yok edildiğinde, buna en hızla tepki veren gençler olmaktadır, işçi gençler, öğrenci gençler vb. Bu gençlerin devrimci mücadele dışında bir kurtuluş yolları yoktur. Bireysel tutumlar, herkesi çıkmaza sürüklemektedir ve bunu hem işçi sınıfında hem de gençlikte görmek mümkündür. Bireysel kurtuluş yoktur dememizin nedeni de budur.

Bugün, ülkemizde sürmekte olan Saray Rejimi, onun dayandığı rant-yağma ve savaş ekonomisi, gençliği iki ana yolla büyük ölçüde etkilemektedir.

Birincisi, yoksullaşmaktır.

Bu yoksullaşma, sadece barınma, sadece açlık sorunu değildir. Yaşam, işçi ve emekçiler için her gün daha da zorlaşmaktadır. Bu durum, işçi çocuklarında, yoksul gençlerde kendini daha dramatik biçimde ortaya koymaktadır. Milyonlarca genç okulunu sürdürmek için, dün ailesinden gelen desteği yitirmektedir. Aileler çocuklarını okutmak için hangi zorluklara katlanırlarsa katlansınlar, başa çıkamaz duruma gelmektedir. Gençler, öğrenciler, bu duruma çare olsun diye, çok düşük ücretlere, öğrencilik yaşamlarının devamında işe girmektedir. Bu işler sağlıksız, sürekliliği olmayan, düşük ücretli işler olmaktadır. Bir öğrenci, okul sonrası bir restoranda garson, bulaşıkçı, ev hizmetçisi vb. olarak, oldukça düşük ücretlerle çalışmak zorunda kalmaktadır. Bu işyerlerinde itilip kalkılmakta, tacize uğramaktadırlar. Hayatta kalabilmek için, koşulları her geçen gün kötüleşmekte olan işlerde çalışmaktadırlar.

Ve tabii ki, bir işçiye göre bu öğrenciler, aslında mesela banka soymanın suç ilan edilmesini dalgaya almakta gecikmemektedirler. Çünkü onlar daha hızla, banka kurmanın da bir suç olduğunu, bankaların da birer hırsızlık şebekesi olduklarını anlamaktadırlar. Bir genç, kısa yaşam deneyimine rağmen, hızla, sistemin kurallarını anlama becerisini göstermektedir. Bir işçi, “büyük hırsız küçük hırsızı cezalandırır” ya da “parası olan kuralı koyar” ya da aslında “hukuk zenginlerin, egemenlerin, hırsızların hukukudur” sözlerini, bir öğrenci gence göre daha uzun sürede anlamaktadır. Gençler, toplumsal kuralları daha fazla ve daha hızla sorgulamaktadırlar.

Bu sorgulama sonucunda ortaya konulan çözüm, işte burada sorun vardır. Eğer sınıf mücadelesi yeterince gelişmiş ise, bir genç ne yapacağını bulmakta zorlanmayacaktır. Ama sınıf mücadelesi geri ise, bu durum, bir bunalım olarak gençlikte daha çabuk ortaya çıkmaktadır. O anlamsız ve köhnemiş toplumsal kuralların yerine neyi koyacağını bulmak, işte bu örgütlü sınıf mücadelesini gerekli kılmaktadır.

İkinci etken, eğitimdeki çöküştür.

Dün bir öğrenci, sistem içinde mesela doktor olarak, mesela mühendis olarak yetiştiğinde, elindeki diploma ile bir gelecek kurma hayaline daha fazla sahip idi. Oysa bugün bu anlamsızlaşmaktadır. En iyi okulu kazanan, en iyi işsiz olacağını bilmektedir. En iyi okuldan mezun olmak, artık düne göre bir avantaj değildir.

Paralı eğitim sistemi, eğitimin, sağlığın özelleştirilmesi, birçok değişikliği beraberinde getirmiştir. Bu süreç, aslında mühendisin, doktorun, avukatın birer işçi olduğunu anlatmak için gerekli süreci kısaltmıştır.

Son birkaç yılda, sağlık nasıl çökmüş hâle geldi ise, aynı biçimde eğitim de çökmüştür. Özel okullarda önceleri iyi maaş alan öğretmenler, şimdi asgarî ücret ile, hatta sözleşmeli öğretmen kadrosu ile asgarî ücretin altında ders ücretleri ile çalışmaktadır. Hafta sonları, mesai ücreti de almadan, AVM’lerde promosyon elemanı olarak çalıştırılan öğretmenler vardır. Bu durum, mesela özel okullarda örgütlenen yeni sendikal hareket tarafından açıkça ortaya konmaktadır.

Bu süreç, öğrenciler için, bundan birkaç sene öncesinde çok önemli bir ceza olan “okuldan atılma” cezasını kendiliğinden bir ceza olmaktan çıkarmıştır.

Milyonlarca ilkokul öğrencisi, okuluna açlık içinde gelip gitmektedir. Birçoğunun üzerine giyeceği giysisi yoktur ve bu koşullarda öğretmen olan, bu çocukların durumuna ilgisiz kalamaz.

Dünün gözde meslekleri bir bir yıkılmaktadır. Ve onlarla birlikte, öğrencilerin okuyarak diploma alma hevesleri de yıkılmaktadır.

Bu iki yönlü süreç, aslında hem öğrenci gençliği, işçi sınıfının bir parçası hâline getirmektedir hem de “sınıf atlama” hayallerini, kapitalist dünyada bir gelecek bulma hayallerini yok etmektedir.

Öğrenci gençlik için, bir inşaat işçisi, bir garson olmak, eskisi gibi kendi yaşamına, kendi geleceğine uzak bir durum değildir.

Bu süreç, öğrenci gençliği, sınıf mücadelesine sadece fikirsel olarak değil, yaşam olarak da yaklaştırmaktadır.

Tüm bunların ışığında, devrimci hareketin, öğrenci gençliğe ya da gençliğe yaklaşımı yozlaşma başlığı altında ele alınamaz. Bu, yozlaşma gerçeğini yanlış algılamak olur. Sistem çürümüştür. Kapitalizmin kimseye, egemenler dışında, egemen sınıf dışında kimseye vereceği bir gelecek yoktur. Ve egemen sınıfın geleceği, toplumu daha fazla bastırmak, daha fazla esir hâle getirmek, daha fazla kontrol altında tutmak, bu yolla sömürü çarklarını sürdürmek üzerine kuruludur. Yani onların geleceği, bizim geleceğimizi çalmakla bağlıdır, onların cennetleri bizim cehennemimiz üzerine kuruludur.

Şimdi, gençliğin, öğrenci gençliğin sınıf mücadelesinde oynayacağı rol kendiliğinden, bir kere daha açığa çıkmaktadır.

Bu hem tek tek öğrencilerin kişisel bunalımlarını aşmanın yoludur hem de onların gerçek anlamda toplumsal rollerini oynayarak kendi geleceklerini kurmalarının tek yoludur.

Bu nedenle, öğrenci gençlik hareketi, işçi sınıfının sınıfsız sömürüsüz bir dünya kurma mücadelesinin önemli bir parçasıdır.

Bu nedenle, egemenler, gençliğe, özellikle de öğrenci gençliğe, ülkemizde üniversiteli gençliğe özel olarak saldırmaktadır.

Sosyalizm ve devrimin bir gençlik “hayali” olduğu sözü, bir açıdan kabulümüzdür. Çünkü köhnemiş, yaşlanmış bir canavara dönmüş olan kapitalist sistemi yıkıp, yerine sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya kurma hayali hâlâ gençtir. Eski toplumun yıkılışı kadar, yeni toplumun kuruluşu da gençliğin ellerinde yükselecektir.

Yeter ki o gençlik, sınıf savaşımının gerçeğini doğru anlayabilsin. Yeter ki, mücadele deneyimine sahip olanlar, gençliğe sadece öğrenci diye bakmasın, aynı zamanda onlardan öğrenmesini bilebilsin. Yeter ki, gençliğin ataklığını, heyecanını, bilimle, mücadelenin yüz yılı aşkın deneyimleri ile birleştirebilelim.

Egemenlerin gençliğe tutumu sadece baskı ve şiddet, sadece yıldırma ve cezalandırma olarak ele alınamaz. Bu eksik olur. Aynı zamanda sistemin köhneleşmiş ilişkiler ağının içinde gençliği hapsetmek için binbir yolla onların enerjilerini emecek uygulamalar da bu saldırının bir parçasıdır. Uyuşturucu şebekeleri, eğlence sektörünün bitmek tükenmek bilmez uygulamaları, bu nedenle devrededir.

Devrimci işçilerin, devrimci hareketin gençlikten uzak durması için hiçbir akla uygun neden yoktur. Tersine, devrimci işçiler, işçi sınıfının evlatlarını, kendi mücadelelerinin ayrılmaz bir parçası olarak görmek zorundadırlar.

Daha önceki dönemlerle karşılaştırılamayacak, 1968’leri geride bırakacak bir gençlik hareketi yükselecektir.

Bu gençlik hareketi, işçi sınıfının mücadelesinin dışında değildir. Dünden farklı olarak bu gençlik hareketini doğrudan sistemin yıkılışı mücadelesine bağlayan, doğrudan işçi sınıfının kurtuluş yoluna bağlayan binlerce bağ devrededir.

Gençler, her zaman, doğaları gereği, toplumsal sorunlara çok daha fazla duyarlıdırlar. Eylemin ve harekete geçmenin birleştirici gücü, gençlik hareketinin sınıf mücadelesine büyük katkısı olmuştur, olacaktır.

Ülkemizin bugünkü koşullarında, gençlik hareketi, büyük bir öneme sahiptir. Egemenler, bu durumu görmektedir. Geleceği olmayan bir sistem, gençlerden elbette korkacaktır. Egemenler, gençliği oyalamak için her yola başvurmayı sürdürecektir. Onların asla tahammül edemeyecekleri şey, büyük bir kitlesel güç olarak öğrenci gençliğin sisteme karşı mücadelede yer almalarıdır. Bunu önlemek için, her yolu deneyeceklerdir. Kendi dejenerasyonlarını, gençliğe bir oyalama aracı olarak sunmaları, bu yolla kârlar elde etmeleri anlaşılmaz değildir.

Dünyanın her yerinde gelişmekte olan sınıf mücadelesi, sisteme karşı başkaldırılar, her zaman gençliğin ilgi alanı olacaktır. Önümüzde bu açıdan oldukça yaratıcı gelişmelere gebe bir süreç olduğu da açıktır.

Sistemin saldırılarını boşa çıkartacak bir gençlik hareketi yükselmektedir. Bu hareket, kendini dünyada ve ülkemizde işçi sınıfının kurtuluş yolunun bir parçası olarak ortaya koymaktadır. Bu büyük bir değerdir.

Kapitalizm, ömrünü, miadını doldurmuş bir sistemdir. Yeryüzüne, gençliğe, kadınlara, işçi sınıfına, kısacası insanlığa vereceği hiçbir şey yoktur. Kapitalist sistemin devam ettiği her gün, insanoğlu kaybetmektedir, daha büyük yağma, daha büyük rant, daha gelişmiş bir sömürü ağı, daha berbat bir yaşam demektir bu.

Gençlik, öğrenci gençlik, bu mücadelede, işçi sınıfının kurtuluş yolunun, sosyalizm ve devrim yolunun savaşçılarıdır. Ancak bu yolla, tüm toplumu kurtararak, yeni bir dünya kurarak bir gelecek kurulabilir.

Bunun olanakları vardır. 2023 yılına girerken, sınıfsız sömürüsüz bir dünya kurma hayalleri, dünden daha canlıdır.17

Son Haberler

ÇOK OKUNANLAR

ÖZGÜR BİR DÜNYA İÇİN!

KALDIRAÇ DERGİSİ'NİN KASIM SAYISI ÇIKTIspot_img

ARTIK TELEGRAM'DAYIZ!

spot_img

DÜNYAYI İSTİYORUZ!

İŞÇİ GAZETESİ'NİN 218. SAYISI ÇIKTI!spot_img

Bizi takip edebilirsiniz

369BeğenenlerBeğen
851TakipçilerTakip Et
14,108TakipçilerTakip Et
1,920AboneAbone Ol